Neden Allah’ı yanlış algılayıp yanlış anlıyoruz? Belki de bütün sorunlarımızın sebebi Allah’ı yanlış algılayıp yanlış anlamaktır. Birileri ortaya çıkıyor, kendi algı ve anlayışına göre bir Allah tasavvuru ortaya atıyor ve her kesin/her kesimin kendi tasavvurlarına uymasını, itaat etmesini bekliyor. Bu tasavvurların farklı zamanlarda, farklı mekanlarda birbirinden tamamen kopuk olarak ortaya çıktığını düşündüğümüzde asıl üzerinde durmak istediğimiz meselenin vahameti daha sarih biçimde ortaya çıkmış oluyor.
Tarih boyunca gördüğümüz de bundan başka bir şey değil aslında. İnsanları ölüme götüren ya da yüceltip cennete gönderen de aynı mantalite. Birileri Allah adına tasavvurlarıyla ortaya çıkıp diğer tasavvurları etkisi altına almaya çalışır, etkisi altına alamadıklarını çeşitli tedhiş hareketleriyle etkisiz hale getirir; ta ki mutlak güç sahibi olana dek. Mutlak güç sahibi olan tasavvur için artık tedhiş öteki tasavvurları ortadan kaldırmak için yegane kullanışlı kanuni yöntemdir. Diğer tasavvurlar ya takiyye yapıp kılık değiştirecekler ya da yer altına kaçıp faaliyetlerini illegal yollarla yürütecekler.
İktidarı ele geçiren tasavvurcular öncelikle işe Allah tasavvuru ile yeni hadis, tefsirler, mealler, menkıbeler yazmakla başlayacaklar. Bu kitapların odağında hakiki Allah değil, iktidarı ele geçiren tasavvurcuların Allah anlayışı vardır. Halkın tamamının manipüle edilmesi, zihinlerinin muktedir tasavvurcuların Allah anlayışı ile meşgul edilmesi gerekir. Bunun için de muktedir tasavvurun görevlileri tebliğ ve eğitim adı altında propaganda faaliyetlerine ağırlık verirler. Tek doğrunun kendi tasavvurları olduklarını, diğer tasavvurların gayri ahlaki ve gayri meşru olduklarını anlatıp dururlar.
İlmihal ve broşürlerde kendi tasavvurlarını haklı ve doğru gösteren spesifik yorumlara, bilimsel kanıtlara, büyüleyici menkıbelere yer verirler. Adeta Thomas Kuhn’un bilimsel devrimlerin yapısı için öngördüğü paradigması, dinsel ve siyasal yapıların tasavvur hareketi olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam tarihi tasavvurların birbirleriyle savaşı olarak da görebiliriz. En acımasız tasavvurcu, hayatın bütün alanlarını kuşatmakta, her yere ve her kesime nüfuz etmekte, sonra da aşağıdan gelen şaibeli bir darbeyle iktidarı ele geçirmekte, her kesin ve her şeyin muktediri olmakta; insanı ve hayatı yeniden kendi tasavvurlarına göre dizayn ve tanzim etmektedirler. Ta ki yeni bir tasavvur yeni bir darbeyle muktedir tasavvurun yerini alana dek, bu böyle sürüp gitmektedir. Bu açıdan baktığımızda İslam tarihi tasavvurların mezarlığıdır; birbirinin kuyusunu kazmakla cihadı en üst perdeden yürüttüğünü zanneden tasavvurcular mezarlığı.
Bu tasavvurlar karşısında bizim tavrımız ne olmalıdır, duruşumuz nasıl olmalıdır? Diğer tasavvurların sözcüsü konumuna düşmeden, muktedir tasavvurculara karşı nasıl Allah’ın safında yer alabiliriz? Bu çok zor bir durum ama imkansız değil. Bunun için elimizde pek manidar, ibret verici bir örnek var: Hazreti Osman döneminde Muaviye ve Ebuzer. Ebuzer dünyaya kapılan Muaviye’yi Hazreti Osman’a şikayet eder. Ebu Zer Kuran’dan ayetler ve peygamberimizin hayatından hadisler vererek Muaviye’nin Kuran’dan saptığını, Hazreti Muhammed’in yolundan gitmediğini aristokrat bir yeni tasavvurcu olduğunu Tevbe Süresinin 34. ve 45. Ayetlerini delil göstererek karşı çıkar. Buna karşın Hazreti Osman ne yapmıştır? Halife Osman Ebu Zer’i etkisiz hale getirmek, toplumdan izole etmek için Rebeze çölüne sürgün etmiştir ve o bu sürgünlükte vefat etmiştir.
İlginç olan husus; muktedir tasavvurcuların bu olayda Ebu Zer’i dünyadan el etek çeken, takva ve züht sahibi ve kendini daha çok Allah’a vermek için Rebeze çölüne çekilen “miskin Ebu Zer” olarak lanse etmeleridir. Öte yandan muktedir tasavvurcuların bu anlayışına karşı muhalif tasavvurcular tarafından ortaya atılan “devrimci lider Ebu Zer” profili var. Fakat biz biliyoruz ki Ebu Zer bu ikisi değildir. Ebu Zer, Allah’a göre İslamiyet’i ve sünneti yaşamak isteyen samimi bir Müslümandır. Ebu Zer aslında Allah tasavvurunu Allah adına ortaya çıkan muktedir tasavvurculara karşı korumak için Muaviye’ye karşı çıkmıştır. Bir yanda tek bir kişi, Ebu Zer; öte yandan büyük bir güç, Muaviye ve onu görevden al/a/mayan Hazreti Osman.
Bizim tavrımız ve duruşumuz Ebu Zer’inki gibi olmalıdır. Allah tasavvurunu kendi tasavvurlarına göre eğip bükenlere, şekilden şekle sokanlara karşı çıkmak ve çöllere sürülmeyi göze almak. Çöl sürgünlerinin sayısını artırmak gerek. Bilmeliyiz ki çöl sürgünlerinin koruyucusu hakiki tasavvurun sahibi olan Allah’tır. Bu zaman çöl sürgünlerini artırma zamanıdır. Niceliğinin ağırlığı altında ezilmeden, niteliğin kibrine kapılmadan, bir olan Allah’ın tasavvurunu güçlendirmek ve çoğaltmak…
Çöl sürgünleri ne yapmalı? Nasıl bir yol izlemeliler? Öncelikle çöl sürgünleri bu yolun başlatıcısı olan Ebu Zer gibi cesur ve samimi olmalılar. Ölümü göze almayan, uzak yakın çöl sürgünü olamaz. Çölü, çölün tenhalığını sevmeliyiz. Çünkü bizi öteki tasavvurların gürültüsünden, kalabalığından koruyacak olan çölün tenhalığıdır. Sonra yeni çöl sürgünlerinin olması için muktedir ve muhalif tasavvurcularla kalem yoluyla savaşmalıyız.
Çöl sürgünleri her daim şeffaf ve açık olmuşlardır. Yaşamla hemhal, ölümle sırdaş olmasını bilmişlerdir. Onların kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Onların yapması gereken kalem yoluyla tek olan Allah tasavvurunu dile getirmek. Çöl sürgünleri her daim tek olan Allah’ı anlatan mektuplar, menkıbeler, kitaplar kaleme alırlar.
Şimdi dünyanın her yerinde Ebu Zer’in açtığı yoldan giden çöl sürgünleri var. Bunlar her yerdeler ve her geçen gün sayıları artmaktadır; çünkü bunların koruyucusu Allah ve rehberleri akıllarıdır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın