24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı işgal girişimi yoğun savaşın gölgesinde devam ederken, bir taraftan da iki ülke arasında krize çözüm bulmak amacıyla siyasi müzakereler de başladı. Ancak henüz bir anlaşma sağlanabilmiş değil. Diğer taraftan Rusya’nın işgal girişiminin başladığı günden itibaren sivillerin tahliyesi ve insani koridor açılması için ilk kez ateşkes de ilan edildi. Buna rağmen Rusların işgal ettiği Ukrayna’nın bazı bölgelerinde insani durum hiç de iç açıcı değil. Rusya işgal ettiği bölgelerde ciddi bir yıkıma yol açmış durumda.
Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yapılan operasyonların Ukrayna’nın askeri kapasitesine yönelik yapıldığını ve neredeyse söz konusu askeri kapasitenin çökertilmesine yaklaşıldığını ifade etse de Ukrayna’daki siviller de olumsuz yönde etkileniyor. Çatışmaların olduğu bölgelerde elektrik, ısınma ve iletişim ihtiyaçları karşılanamadığı gibi, temel gıda ürünleri konusunda da problemler yaşanıyor. Ukrayna’da Rus işgalinin yaşandığı bölgelerdeki sivil halkın da Ukrayna ordusunun direnişine katıldığı ve pek çok bölgede Rus askerlerine yönelik protestolar yürütüldüğü görülüyor.
Bu durum bir mülteci dalgasını da beraberinde getirmiş durumda. Zira Ukrayna’da Rus işgalinin başladığı günden itibaren Avrupa’ya geçen Ukraynalı mülteci sayısı 1,5 milyona yaklaşıyor. Ayrıca Ukrayna’da bulunan diğer ülke vatandaşları da Rusya’nın işgal girişimi nedeniyle zor durumda. Nitekim Türk vatandaşlarının da bulunduğu Ukrayna’da bugüne kadar yaklaşık 12 bin kişi Türkiye tarafından tahliye edildi. Ayrıca Türkiye sadece kendi vatandaşlarının tahliyesinde değil, özellikle Azerbaycanlı ve Türk Dünyası ülkelerinin vatandaşlarının tahliyesini de sağlamaya ve destek vermeye çalışıyor.
Öte yandan Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı işgal girişiminin ardından uluslararası kamuoyunda Rus işgaline karşı ciddi bir tepki var. Bu tepkinin sonucu olarak Rusya’ya karşı ekonomiden kültürel alana kadar yaptırımlar uygulanıyor. Pek çok uluslararası şirket Rusya’daki operasyonlarını ve faaliyetlerini durdururken, Rusya uluslararası alandan “tecrit” edilmek üzere. Bu durum Rusya’nın içerisinde de ciddi sıkıntılar ortaya çıkarıyor. Özellikle ekonomik olarak uygulanan yaptırımlar neticesinde halihazırda gittikçe daralan Rus ekonomisi daha da büyük darbe aldı. Nitekim Rusya tarafından kullanılan para birimi ruble ABD doları karşısında tarihi bir değer kaybı yaşadı.
Diğer taraftan Rusya’nın işgal girişimi sonrasında Batı ülkeleri arasındaki koordinasyon ve işbirliğinin de arttığı görülüyor. Belki de 1991’de bugünkü Rusya’nın ardılı olduğu Sovyetler Birliğinin (SSCB) yıkılışıyla sona eren ve Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemin ardından Batı ülkeleri arasında bu denli işbirliği ve koordinasyon var. Özellikle Soğuk Savaş döneminde oluşturulan ve SSCB’nin öncülüğündeki Doğu Bloğu ülkelerine karşı kurulan uluslararası askeri bir yapı olan NATO’nun da aktif bir tutum izlediği görülüyor. Nitekim Soğuk Savaş'ın ardından kendini yeni şartlara uyumlu hale getirmeye gayret eden ve yeni stratejik konseptler aracılığıyla varlığını korumakla yetinmeyip, hem genişleme hem de yeni işlevler kazanma çabası içerisinde olan NATO’nun Ukrayna krizinde yeniden bir pozisyon almaya çalıştığını söylemek mümkün.
Bu noktada Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal girişiminin ardından NATO üyesi olmayan ancak Rusya ile ortak sınırlara sahip olan ve genellikle uluslararası sorunlarda tarafsız kalmayı önceleyen Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerin de NATO ile irtibatı arttırdığı ve Rusya’nın müdahaleci ve yayılmacı tutumuna karşı güvenlik arttırıcı önlemler almaya başladığı görülüyor. Bu anlamıyla geçtiğimiz günlerde Ukrayna’daki Rus işgali gündemi ile toplanan NATO Dışişleri Bakanları toplantısına, Finlandiya ve İsveç’in de katılmış olması dikkat çekici.
Bu noktada Türkiye’nin hem stratejik konumu, hem Rusya ile ilişkileri hem de NATO içerisindeki pozisyonu düşünüldüğünde, Ukrayna krizi konusundaki en kritik ülkelerden biri olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin NATO’ya katılışının 70. Yılında Türkiye’nin pozisyonuna ilişkin açıklamalar yapan Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye’nin, NATO harekat ve misyonlarına en fazla katkı yapan ilk 5 müttefik arasında olduğunu belirten, Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Görev Gücü'nün 2021 yılında çerçeve ülke sorumluluğunu başarıyla üstlendiğine vurgu yaptı. Ayrıca Altun, NATO önderliğindeki çok uluslu barış gücü KFOR kapsamında Kosova'da bir Türk birliğinin görev yaptığını, eylül ayında sona eren Afganistan'daki kararlı destek misyonu kapsamında çerçeve ülke olarak, Kabil Uluslararası Havalimanı'nın güvenlik ve işletmesine ilişkin sorumluluklar üstlenildiğini ve tahliye çalışmalarının son güne kadar desteklendiğini, ayrıca NATO Irak Misyonu'na da katkıda bulunmaya devam edildiğinin altını çizdi. Zira Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı işgali girişimi ile birlikte uluslararası siyasi sistem yeni bir meydan okuma ve bu meydan okumanın sonucu olarak yeni bir düzene doğru ilerlerken, bu süreçte Türkiye’nin, realist ve rasyonel bir dış politika tutumu ile hareket ettiği görülüyor.
Burada Türk dış politikasındaki ilkesellik ortaya çıkıyor. Türk dış politikasının temel dinamiklerine bakıldığında statükocu bir tavırda olduğunu söylemek mümkün. Bu statükocu tutumun temelinde ise ülkelerin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması, uluslararası hukuka saygı, ülkelerin iç işlerine karışmama, sorunlara barış çözüm gibi ilkeler var. Nitekim Türkiye Rusya – Ukrayna savaşında da aynı tutumu sergiliyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı çıkarken, uluslararası kamuoyunun dış politikadaki iletişim kanallarını da açık tutuyor. Zira Türkiye ikili ilişkilerinin yanı sıra Rusya ile Suriye, Libya, enerji gibi meselelerden özel ilişkilere sahip. Bu nedenle Rusya’ya yönelik yaptırımlara da “ilkesel” olarak katılmıyor, ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını kınayan bildiriye de “evet” oyu vererek, ilkeselliğini koruyor.
Buradan hareketle Rusya – Ukrayna krizinin Ortadoğu’ya olası yansımaları düşünüldüğünde Türkiye’nin Ortadoğu’dkai barışçıl çabalarda da önemli bir rol üstlenebileceğini söylemek mümkün. Zira Ortadoğu’da Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İran, Suudi Arabistan, Katar gibi ikili ilişkilerinde sorun olan ülkeler arasında devam eden diyalog ve normalleşme adımları ve bunun getireceği istikrar, Türk dış politikası açısından olduğu kadar bölge ülkelerinin geleceği açısından da son derece önemli. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgali girişimi, Ortadoğu’da yeni sorunların tetikleyicisi olmamalı.
Bu kapsamda Rusya’ya yönelik Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan “kınama” oylamasında Ortadoğu ülkelerinden sadece İran ve Irak’ın çekimser kalması dikkat çekici oldu. Ortadoğu’daki meselelerde Rusya ile birlikte hareket eden İran’ın “hayır” oyu vermek yerine “çekimser” kalması, nükleer müzakerelere yeniden başlayan ve özellikle Ortadoğu’daki BAE, Suudi Arabistan gibi sıkıntı yaşadığı ülkelerle normalleşme ve diyalog sürecine giren İran’ın Ortadoğu’daki rolü konusunda barış ve istikrar açısında “umut verici” olurken, ABD işgali neticesinde siyasi, sosyal, güvenlik, ekonomik ve daha bir çok alanda istikrarsızlık yaşayan Irak’ın, işgal girişimini kınayan karara çekimser kalması, Irak halkı ve bölgesel denklemde Irak’ın rolü konusunda olumsuz bir görüntü olarak ortaya çıktı. Buradan hareketle bölgesel sorunlara bölgesel çözümler üretilmesi, bölgesel sorunların çarpan etkisiyle diğer alanlara sıçramasının önüne geçilmesi, farklı bölgelerdeki istikrarın sağlanması açısından yerinde olacak. Bu noktada Türkiye’nin doğru bir tutum içerisinde olduğunu söylemek mümkün.
Bilgay Duman, ORSAM Irak Çalışmaları Koordinatörü
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın