Dün de İzmir Adliyesi önünde gerçekleştirilen patlamada dört kişi hayatını kaybetti.
-Ama olsun önemli olan birliğimiz!
- Hangi “birlik?”
- Yaw birlik işte... Bozamayacak birliğimizi!
-Kim bozamayacak?
-Onlar işte! Hep Batı’nın işleri bunlar!
-Bombaları patlatanlar Batılı mıydı?
-Yaw yok değildi ama onlar da iç mihraklar. Batı’nın kuklaları!
Bu diyalog böyle sürer gider lakin sonuç? Sonuç şu: Herkes bir sonraki patlamanın yakınlarında olmamasını temenni ediyor!
Bu ölümler, ne yazık ki, o kadar rutin hale geldi ki, bu tarz olayların sonrasında bütün refleksler ezbere dönüşmüş durumda… “Aman birliğimize bir şey olmasın da! Bir de şehitleri unutmayalım, şehitler ölmez!”
Kınamalar ve “birlik beraberlik” mesajlarından geçilmiyor. Öte yandan “şehit”lere ifade edilen minnet duygularından tutun da “terörist”lere verilen gözdağına kadar.
Özetle, standartlaşmış söylem şöyle: “Deaş, PKK, Fetö ve bilumum örgütler milletimizi bölmek, devletimizi zayıflatmak için böyle saldırıları yapmaktalar(tabi bunların hepsinin ipi ABD’nin elinde). Onlar ne yaparsa yapsın; Türküyle Kürdüyle, Lazı, Çerkesiyle, kenetlenmiş milletimizin birliğini bozamayacak, devletimizi zayıflatamayacak, vatanımızı bölemeyecekler!” Hele de saldırıda hayatını kaybetmiş bir Kürt varsa mesajlar daha “etkili” hale geliyor, İzmir saldırısında olduğu gibi... Yaşarken tanınmayan Kürt, ne hikmetse o an hatırlanmış oluyor!
Buradaki birinci sorun bu mesaj içeriklerindeki samimiyettir(!) Yani bu söylemlere gerçekten inanılıyor olunmasının kendisi inanılır gibi değil. Belki uzaydan gelmiş birinin bunlara inanması mümkün olabilir ama “bu millet Türküyle, Kürdüyle...” diye başlayan tesbit ve temennilerde bulunulurken bu toplumda Türk kimliğinden başka kimliklerin tanınmayışı nereye koyuluyor merak ediyorum.
Hele de “Kürt” ifadesinin devlet yetkilileri ve Türk toplumunca kullanıldığı bağlama dikkatinizi çekerim. Rutin zamanlarda tanınmayan, hatırlanmayan “Kürt”ün, Türklüğün iktidarına hizmet etmesi durumunun herkesi birer Kürt aşığına dönüştürmesi ironik, trajik, ikiyüzlülük, her ne ise o!...
Kuşkusuz burada Türklerin ve Kürtlerin “rutin”inin de aynı olmadığını belirtelim. Yani Kürtlerin canına kastedilip, şehirleri yıkılıp, ırzına geçilmesi Türkler için “rutin”ken, söz gelimi İzmir’de bir patlamanın gerçekleştirilmesi “olağanüstü” durum olup üstelik yukardaki standart mesajları vermesi beklenen de öncelikli olarak Kürtler oluyor…
Ali Şeriati, kitaplarında bu “Batı” merkezli bakış açısını çok güzel açıklar: Söz gelimi Afganistan’da yapılan katliamlar sıradan bir haber olarak yayımlanırken, Amerika’da gerçekleşen bir sel felaketi manşete çekilir.
Burada da durum farklı değil, mantık aynı. Mesela 2016 yılının Temmuz ayında İŞİD’in bomba yüklü kamyonla Qamişlo’da elli iki kişiyi katlederken hemen iki gün öncesinde Fransa’daki Nice katliamında neredeyse ilk kınamayı yapan ve Fransa devletinin yetkililerini arayıp üzüntülerini bildiren Türk devletinin yetkililerinden tek bir kelime duymamıştık. Doğal olarak(!) Türk toplumu ve medyasından da! Üstelik Qamişlo’da bombaların patlatılması, Nusaybin’de de evlere ve arabalara hasarla sonuçlanmıştı. Neden biliyor musunuz? Çünkü Qamişlo ve Nusaybin arasındaki mesafe yürüme mesafesidir. Diyelim ki Qamişlo’ya düşmansınız, bari Nusaybin halkına “geçmiş olsun” deseydiniz ya!
İkinci sorun (ki yukarıdaki birinci sorunu da üreten) devleti ve vatandaşı birbirinden ayıramayan ağız birliği. Bu toplumda sivil bir bakış/yaklaşım sorunu olduğu çok açık. Dün İzmir’de olan, öncesinde İstanbul’da, yarın nerede olacağı bilinmeyen bu saldırılara ilişkin yürütülen politikaların payı hiç mi sorulmayacak?! Yani ne demek “Fetö” PKK, Daiş ile “millet”i sanki birbirinden çok ayrıymış gibi zikretmek?! Bunları çıkarırsanız “millet”ten ne kalır Allah aşkınıza?! Bu kimsenin hoşuna gitmeyebilir, vatan-millet edebiyatı romantik ve kulağa hoş gelebilir ama gidenler CAN anlıyor musunuz?! O saldırıları yapan da oralarda hayatını kaybeden de uzaydan gelmediler! İsteseniz de istemeseniz de onlar bu “millet”e dahil! Hepsi TC vatandaşı!
Bir ülke düşünün ki orada yaşayan herkese tek bir kimliğin dayatıldığını. Siyasetçilerinin dörtte birinin içeride olduğunu. Muhalif duruşu olan, aydını, yazarı, çizeri, sivil toplum örgütü aktivistine kadar herkesin ya tutuklanarak ya da işsiz bırakılarak etkisizleştirildiğini. Neredeyse onbeş yaşındaki gençlerin dahi Facebook paylaşımları gerekçesi ile alındığını, kurulan “ihbar” hatları aracılığı ile sıradan kendi halinde yaşayan sivil insanların muhbirleştirildiğini. Şimdi böyle bir ülkede ne olacağını bekliyorduk?!
“Şehit” güzellemeleri “daha fazla kişi ölsün!” propagandasından başka bir anlam taşımıyor ne yazık ki. Eğer sorgulanmaz ise bu propagandaların ürettiği ve daha da güçlendireceği “güvenlikçi” politikalar sayesinde hepimiz yürüyen birer ölüleriz maalesef.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın