Domates gibi vatan

Birkaç yıl önce yolum kentin en modern alışveriş merkezlerinden birine düştü. Kasadaki domatesleri ilk gördüğüm anda almaktan cayacak gibi oldum. Çünkü yıllardır yurt dışında gördüğüm o dolgun ve kırmızı domateslere benezemiyordu. 

Orada çalışan genç bir satış elemanı yaklaştı ve sordum; “Başka domatesiniz yok mu?” diye. O da, “Hayır” dedi. Domatesler ezik büzük görünüyordu. Güneş altında çok kalmış ve bozulmaya yüz tutmuş gibi görünüyorlardı. “Peki niye domatesleriniz böyle?” diye sorduğumda ise, “Bunlar Kürdistan domatesi, bundan daha düzgün olabilir mi?” diye cevap verdi.  

Domatesleri gönülsüzce aldım fakat bu anının aklımda kalmasını sağlayan asıl neden domateslerin tadı oldu. Hiç abartısız diyebilirim ki hayatımda yediğim en lezzetli domateslerdi! Daha sonra bu domateslerin doğası gereği ezik büzük olduklarını öğrendim. Tatları harika ama diğer domatesler gibi sert ve dolgun değiller.

David Romano, geçtiğimiz günlerde Rûdaw gazatesine yazdığı makalede, Kürdistan Bölgesi hükümetinin domates ithalatını yasaklayan kararını “olumlu bulduğunu” belirtmişti.

Romano, yerli malı üretim ve tüketimine verilmesi gereken stratejik öneme ilişkin çarpıcı konulara değinmişti. Ben de bu konuyla bağlantılı, yabancı gözlemcilerin uzaktan fark edemedikleri önemli bir olguya dikkat çekmek istiyorum. O da, kendimize ait olan yerli malını küçümseme olgusudur, domatesi ve soğanı ile birlikte.    

Fakat bu konuya değinmeden önce şunu da belirtmek isterim ki ithalatın yasaklanması köklü çözüm olmaz. Çünkü Kürdistan iklimi ve coğrafyası iki-üç farklı mevsimde tarım yapmaya elverişli değildir. Bu yüzden yarli malı ürünlerimiz sadece yazın birkaç ayında pazara yetebiliyor. Dolayısıyla bu ürünlerin çokluğu da aynı şekilde üreticilere zarar olarak dönüyor.  

Kürdistan’da ekimden tutalım sulama sistemine, ürünlerin toplanmasından depolamasına kadar, tarım sektörünün her alanda modernizasyona ihtiyacı var. Kürdistan arazisi ve su kaynakları, tarımın güölü bir ekonomik gelir kaynağı olmasına elverişlidir. Özellikle de eğer Kürdistan Bölgesi hükümetinin çalışma stratejisi merkezi hükümetle devam etme temelinde olursa, Irak pazarı Kürt çiftçilerin ürünlerinin satılabileceği önemli bir Pazar haline gelebilir ve böylelikle tarım geliri petrol geliri gibi Bağdat’a geri dönmek durumunda kalmaz.

Fakat şimdi bahsettiğim kendi malını küçümseme olgusuna dönelim; Öncelikle şunu belirteyim ki günümüz Güney Kürdistan’ında yerli malı kıtlığının asıl sebebi sermayesizlik değildir. Bazı yazar ve araştırmacıların savunduğunun aksine bu durum hazıryedicilik anlayışının yaygınlığı ile de alakalı değildir. Hazıryedicilik sonradan ortaya çıkan bir sonuçtur.

Şu gerçek ki Baas rejimi Raperinden (büyük ayaklanma) önce köylerin büyük bölümünü yerinden kaldırıp başka yerlere taşıdı. Şu da bir gerçek ki Baas rejiminin yılıkmasının ardından doların Kürdistan’a akmasıyla birlikte hazıryedicilik yaygın bir olgu haline geldi.

Fakat bu iki tarih arasında bir on yıllık Kürt iktidarı süreci bulunuyor ki bu süreç içerisinde yerel üretim ve ekonomik altyapının güçlendirilmesine yönelik stratejik bir plana dair hiç bir emare görünlümüyor. İnşa kalkınma ile alakalı bir durumdur ve uzun vadeli planlara bağlı gerçekleşir. Fakat bizim iktidardaki partilerimiz dağdan indikleri için ne ulusal iktidar görünümüne sahip olabildiler ne de toplumsal kalkınma için ulusal bir strateji çizebildiler.

Elbette Raperinden sonra bazı köyler yeniden inşa edildi. Fakat partilerimizin ekonomik altyapının canlandırılması gibi bir hülyaları olmadı. Kronolojik olarak ilk defa 1990’ların sonlarında Newşirwan Mustafa yazılarında tarım sekötürünün geliştirilmesine dikkat çekerek, bu sekötürün olası bir bağımsızlık durumunda dış baskılara karşı direnme zemini olarak ele alınması gerektiğini belirtti. Ancak bu factor siyasi iktidar açısından yazımsal olmaktan çıkıp hiçbir yerde pratikleşme şansına sahip olamadı.

Burada bahsetmek istediğim asıl konu ekonomik altyapı veya yerli malı üretimine gereken önemin verilmemesi de değil. Şimdi Kürdistan’da daha tehlikeli bir olgu var ki o da kendi ürünlerine, yerli malına küçümseyici bir gözle bakma konusudur.

Bu konu hakkında da bir örnek göstermek istiyorum; “Kürdistan domatesidir, bundan daha iyi olamaz” anlayışı yabancı ürünün daha kaliteli, yerli olanın ise kötü olduğu anlaşyışından türemektedir. Ancak bu tüketicinin tecrübesi ile alakalı bir durum değil ve her zaman yabancı ürünün kaliteli olması gibi bir genelleme de doğru değil değil. Burada asıl sorun yerli malına olan güvensizliktir.   

Tersine bir örnek vereyim; Finlandiya gibi bir ülkede soğuk hava koşulları nedeniyle birçok tarım ürünü yetiştirilemiyor veya çok az oranda bulunabiliyor. Bu yüzden ülkedeki yiyecek ve gıda malzemelerinin birçoğu dışarıdan getiriliyor. Serbest Pazar yüzünden dışarıdan ithal edilen ürünler de yerli malı ürünlerden daha ucuz. Buna rağmen çoğunlukta yerli malına ilgi olması da ayrıca dikkat çekici bir durumdur.

Birdefasında Finlandiya’daki bir manava gittik. Diğer ülkelerden gelen domatesler bir reyonda sıralanmıştı. Biz diğer domateslerle ilgilenirken Finlandiyalı biri fiyatı daha pahalı olduğu halde bu ülkede yetiştirilen domatesi zarfına doldurmaya başladı. Yanımdaki arkadaş gülerek, “Biliyor musun, şu domates İspanya’da yetişiyor ve güneş görüyor, oysa senin aldığın Finlandiya’nın seralarında yetişiyor” dedi. Finlandiyalı da aynı gülümseme ile karşılık verdi, “Biliyorum ama bu yerli malımız.”

Burada asıl mesele yerli malına olan güvendir. Yerli malına olan niteliksel güven kökünü toplumsal özgüvenden alıyor. Özgüven ise güvende olma hissiyatıyla alakalıdır.     

Evet güvenlik orantısal bir anlaşıştır ancak etkisi geneldir. Toplumsal hayatın herhangi bir yerinde güvenlik durumunun olmaması toplumun tüm huzurunun kaybolmasına neden olur. Kürdistan Bölgesi’nde Raperinden sonra özgürlük ve güvenlik hissiyatı birlikte hasara uğramıştır. Siyasal istikrarsızlık, ekonomik kriz ve toplumsal bölünmüşlük insanlarımızın güven duygularını yitirmesine yol açmıştır. Demekki burada asıl mesele sadece yerli ürünlere olan güvensizlik değil.

Demek istediğim şu ki; Kürdistan’da ekonomik altyapının düçlendirilmesi halkın tarihsel hafızası ve psikolojisinin de gözöenünde bulundurulması ile gerçekleştirilebilir. Raperinden önce işgalci bir dictator karar kılıcı ve herşeyin sahibiydi. Bu yüzden Raperinden sonra ilk adımın kamu kaynaklarının çarçur edilmesi olması kendiliğinden değildi. Ekonomik altyapının güçlendirilmesi kamu malını kendi malı gibi görme hissinin gelişmesi ile doğrudan bağlantılıdır. Kendi yerli malını küçümseme kendi toprağı ve suyuna sahip çıkmamakla alakalıdır.  

Raperinden sonraki iktidarlar bu yaralı hissi iyileştirmek yerine hizipçilikle, milli kaynakların heba edilmesi ve sistematik bir yolsuzlukla halkın yarasına tuz bastı. Şöyle bir genellemeyi duymayan kalmamıştır, “Allah bu ülkeyi hızsız takımı için yarattı!” Bu tehlikeli söylem aslında derin bir adaletsizlik hissinden kaynaklanıyor ve derin bir iktidar yoksunluğunu ima ediyor. Yerli malını küçümsemenin nedenlerini anlayabilmek için arka plandaki bu algıyı anlamamız lazım. Küçümseme arkaplana itilmişlikten alınan intikamdır, körce bir intikamdır.

Eblette hepimiz sorumluların kim olduğunu biliyoruz. Soru şu ki; bu durumun sorumluları egoist ahlaktan, bireysel menfaatlerinden ve hizipçilikten kurtulamadan nasıl bu ülkeye sahip çıkma ve genel güven hissini canlandırabilirler?

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)