Almanya Gezi Notları (17)
Elimde sözde bugünkü yolculuğumuzun “reiseplan”ı. Normalde sabah 10:57’de Stuttgart trenine binecektik, 13:20’de Nürnberg’de inecektik ama başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi desek yeridir. Rezillik ama eğlencelik rezillik; tadını çıkardık.
Normalde aktarmalı vardı iki duraklı ama biz onu tercih etmedik. Sabah 7-8 gibi kalktık, Stuttgart’a gittik. Öğrendik ki 10:57’de tren varmış. 1-2 saat bekledik, oyalandık. O esnada “İki İntihar: Zweig ve Hitler” yazısını yazdım, Didem Madak’ın Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum şiirinin ritmiyle. Şiirdeki “bayım” vurgusu yazıma ilham oldu, iki yazı yazdırdı bana. Tren on dakika önce geldi. Çok yolcu vardı Nürnberg’e gitmek isteyen. Hemen kapıların önünde doluştuk iyi bir yer kapmak için. Karşılıklı dörtlü boş bir yer bulduk; biz ve bir adamla birlikte.
Tren hareket etmiyordu. Yarım saat geçti, biraz hareket eder gibi oldu, geri durdu Sonra Waiblingen’de tren hepten durdu. Öğrendik ki saat 13’de başka bir tren Nürnberg’e gidecekmiş, onuna gidebilirmişiz. Yanımızda oturan Alman adam Almanca yapılan her anonsu duyduğunda homurtulu seslerle küfürler ediyordu. Adam bir saat boyunca homurtulu küfürler edip durdu. En sonunda dayanamadı, iki elinin ortanca parmağıyla DB trenini protesto etti. Biz gülüp duruyorduk, adam çok komikti. Yanına gideceğimiz arkadaş bizi Nürnberg’de bekliyordu. O da çok yorulmuştu bizimle. Sabahtan beri bizim için uğraşıp duruyordu, ona verdiğimiz zahmet için de üzülüyorduk. Ona söyledim, Waiblingen’den geri döneceğiz, perişan olduk, yorulduk, modumuz düştü. Tamam, dedi. Yarın gelirsiniz. Bakalım, dedik; kesin söz vermedik.
Geri dönerken Pazarcıklı İbrahim’i tanıdık. Biz Stuttgart’a dönüyorduk, o da Heilbronn’a gidecekti. Yarım yamalak İngilizcemle bir görevliye trenleri sordum, adam Ankaralı çıktı. Orada, ayaküstü İbrahim hikayesini anlattı: “Depremde annem, babam, iki kardeşim, yeğenlerim, dedem ve ninem, halalarımla birlikte 22 yakınımı kaybettim. Bizim binadan sadece ben sağ çıktım, kurtuldum; diğerleri öldü. Deprem olunca hemen fırladık kapıya açmaya davrandık ama kilitli kapı sıkışmıştı, açılmıyordu. Kapı açılmadığı için annemi, babamı ve iki kardeşimi oracıkta kaybettim. Ben iki buzdolabının arasına düştüğüm için kurtuldum. Bir gün sonra beni enkazın altından çıkardılar. Sonraki günlerde hep enkazda çalıştım, bir çocuğu enkazdan çıkardım ama çocuk hastanede öldü. Nisanda buraya (Heilbronn) geldim. Heilbronn’da bir heimda kalıyorum. Burada amcalarım var, onlar benimle ilgilenmiyorlar. Geldiğime çok pişmanım. Devlet, babamın arazisine ev yapacakmış. Ev yapılınca Pazarcık’a geri döneceğim, buralarda yapamam.”
*
12 yıl önce buralara geldiğimde dinlediğim müzikler aklıma geliyor. Hepsi hatıralarıyla geride kaldı. Onları tekrar dinlemek, onlarla beraber yolculuk yapmak mümkün değil. Şimdi ise daha çok şiirlerle yolculuk yapıyorum. Merak ediyorum. Allah ömür verirse 10 yıl sonra nerede olacağım? Hangi müziklerle (şiirlerle, şarkılarla, türkülerle, enstrümanlarla) yolculuğuma devam edeceğim. 10 yıl sonra bu yolculukta dinlediğim şiirlerde mi geride kalacak? Misal Ömür Hanımla bir daha Sonbahar Konuşmaları yapmayacak mıyım?
*
Niyetimiz sabah 06:57’de Bad Cannstatt’da trene binip Nürnberg’in yolunu tutmak. Yine sorun çıkarsa arkadaşım arabasıyla gelip bizi alacak. Öyle görünüyor ki yarın da yoğun, yorucu ve sürprizlerle dolu bir gün olacak.
*
Saat beş buçukta sabah namazına kalktıktan sonra uyumadık. Kardeşim arabayla bizi Bad Cannstatt’ın bahnofuna bıraktı. Tren tam saatinde geldi: 06:57. Her şeyin böyle önceden planladığımız gibi gitmesi açıkçası beni çok şaşırttı. Problemsiz yola çıktık. Güzergahımız: Waiblingen-Winnenden-Backnang-Sulzbach-Murrhardt-Schwabisch Hall-Hessental-Crallsheim-Ansbach-Wicklesgreuth. Takriben iki buçuk saatlik bir yolumuz var önümüzde. Dün geri döndüğümüz yeri (Waiblingen) geride bıraktık. Dünden beri tamamen farklı bir yolculuk yapıyoruz; dün ne kadar anormaldiyse bugün de o kadar normal. Ürkünç bir normallik; her an bir şeyler olabilir korkusu, alttan alta kendini hissettiriyor. Arkadaki gençler çok gürültü yapıyorlar. Gençlik güzel bir şey, yaşlıları rahatsız etmedikleri müddetçe.
Dönüp dolaşıp kendimi Şükrü Erbaş’ın Ömür Hanım’la yaptığı Güz Konuşmalarını dinlerken buluyorum. Her insanın bir Ömür Hanım’ı olmalı. Belki de sadece şairlerin Ömür Hanım’ları vardır. “Ve güz geldi Ömür Hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul.” Gerçekten de yağdı yağacak bir yağmur havası var ama Nürnberg yolunda Ömür Hanım yok. Kendimle Çıkmaz Sokak Konuşmaları yapıyorum. Demek ki Ömür Hanım’ı olmayanlar kendilerini hep yollara vururlar. Aylardır aynı şiire tutulmuş ruhum. Dönüp dolaşıp kendimi Ömür Hanım’ın kapısında buluyorum. Sonu yok bu yolculukların. Bu yollardan kimler gelip kimler geçti? Celadet ve Kamran Bedirhan kardeşlerin buralardaki hayatlarını düşünüyorum; ne zorluklar yaşamışlardı. Tam 100 yıl önce İstanbul’u terk edip sürgün olmuşlardı, Almanya’nın yolunu tutmuşlardı. Hiç de uzak değilim onların sürgünlüğüne; her gün yeniden yaşıyorum aynı sürgünlüğü içimde.
*
Gökyüzü olanca maviliğiyle gri. Bütün şairlerim kadın ve müntehir; içimde beni bekleyen annemden kaçamam. Biliyorum, nereye gidersem gideyim, annem beni bekleyecek ölüsüyle dirisiyle, geçmişiyle geleceğiyle, acılarıyla sevinçleriyle. Ben bir başka baharı bekleyeceğim roman kahramanlarımla. Onlar da yaralarıma iyi gelmiyorlar artık. Buradaki yüreğim kanamamakta, sonsuzluğun öte yakasındaki kalbim paramparça olmakta. Yollarım sadece suskunluğu örtünmekte. Kefenimin cebine yırtık haritalar ve adressiz mektuplar bırakıyorum. Yerin yüzünde yırtılmış haritalar ve içimde körüklediğim mektuplar. Ben bir roman kahramanı olmayacağım; çünkü içimdeki bütün roman kahramanları yerini yurdunu yitirdi. Müntehir şair kadınlardan habersiz yatıp kalkamıyorum. Annem her seferinde biraz daha geride kalmakta, iç yolculuğumda. Göz bebeklerimde yeni günün yorgunluğu, uykusuzluğu. Bilmiyorum hangi kitaptan aldım bu gök güzünü ve griliğini. Yazı yazan elimde kızımın sıcak elleri. Bir genç kız yeni güne uyanıyor, çantasında çıkardığı tarakla saçlarını tarıyor. Bir genç kız yeni taradığı saçlarıyla güne merhaba diyor. Biz de Nürnberg’e varıyoruz. Arkadaşım bizi karşılıyor. Evine gidip kahvaltı yapıyoruz, dinleniyoruz.
Arkadaşımın Almanya (Avrupa) hakkında söyledikleri:
-Avrupa’nın üç çeşit yemeği var: Pizza, lahmacun, hamburger.
-Hitler Nürnberg’in yolları dahil birçok hizmette bulunmuş ama yaptığı zulüm yüzünden iyi tarafları görülmez, söylenmez.
-Almanlar sabah erken kalkarlar ve yaptıkları ilk iş köpeklerini gezdirmek.
-Hitler’in katlettiği insanların çoğu İspanya çingenesi ama Yahudi diye yutturuyorlar.
-Burada Türk, Kürt, Arap yok; herkes Alman kültürü çerçevesinde yaşıyor.
-Almamlar Müslümanlardan korkuyorlar; sokakta namaz kılmaya hiç hoş bakmazlar.
-Avrupa’da din olgusunun içi boşaltılmış.
-LGBT’liler alıp başını gitmiş; başta kilise olmak üzere her kes LGBT’lilere yaranmak derdinde. Her yerde LGBT’lilerin bayraklarını görebilirsin.
-Aşırı disiplin aptal eder.
-En az sekiz saat çalışma var kurumlarda, şirketlerde. İş saatlerinde müsait yer olmayınca namaz kılmak pek hoş olmuyor.
-Başörtülü kadınlar tercihlerinden dolayı çok da rahat değiller; Almanlar öyle göründüğü gibi demokrat değiller, demokratlar ama kendilerine demokratlar.
-Vakit namazlarını tam kılamayan Müslüman, hiç namaz kılmayandan daha iyidir; çünkü az da olsa Müslüman kimliğiyle İslamiyet’i temsil ediyor, bu önemli. Onlardan bir farkımız olmalı, bu da bazı vakitlerini kılamasak da namazdır.
-Almanya’da stokçuluk, yalan-dolan başta olmak üzere bütün kirli ve karanlık işler çoktur ve gizli olmaktadır. Bunların farkında olan insan çok azdır; çünkü her şey kılıfına uydurulmuştur, hiç kanuni açık yoktur.
-Sonsuz cennet yurdu öyle bir yerdir ki belki de (kafası karışık) alim Müslümanlar dolaylı yollardan uzun uzadıya oraya varırlar, (saf inançlı) abid Müslümanlar ise direkt oraya varırlar; hiç bilemezsin.
-Almanların önemli bir kısmı ölülerini yakıp küllerini defnederler. Müslümanlar gibi cenazelerini toprağa koyma kültürü azalmış.
-Alman nüfusu takriben 80-85 milyon arasındadır. 10 milyona yakın yabancı göçmen vardır tahminen. Göründüğü ya da bilindiği gibi çok sayıda yabancı yok buralarda. Almanlar evlerinden pek çıkmazlar; bu da dışarıda çok sayıda yabancı olduğu izlenimi vermesine neden oluyor.
-Yahudiler göründüğünden daha güçlü. Yahudi mezarlığına sadece Yahudiler gider, girer; her Yahudi de öyle kafasına göre gidemez mezarlığa.
-Avrupa’nın damak tadı yok. Akdeniz damak tadı buralarda özünü ve etkisini kaybetmiş. Geleneksel güzel yemeklerin yeri yurdu Ortadoğu’dur.
-Avrupa trafiği dünyada bir numaradır.
-Burada doktora yapmak, üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışmak çok zor; Alman ırkçılığı bunun önündeki en büyük engeldir.
-Halk masum değil. Nerdeyse her Alman’ın evinde köpek vardır; ama Afrika’da açlıktan ölen çocukları görmezler, görmek istemezler.
*
Akşam namazını Nürnberg’den Bad Cannstatt’a giden trende kıldım. Kapıların olduğu ara bölmeden kıldım. Çekinerek oradaki görevliye el-kol hareketleriyle namaz kılmak istediğimi gösterdim ki farklı bir tepki vermesin diye. Başıyla tamam, dedi ya da ben öyle anladım, anlamak istedim. Namaza durmuştum ki bir dakika geçmeden görevlinin ben namazdayken bana bir şeyler söylediğini fark ettim, tabi istifimi bozmadan namazımı kılmaya devam ettim. Namaz hakkında hiçbir fikri olmadığı belliydi. Selam verdim, kalktım. Anladım ki tren durmak üzereymiş, görevli bunun için benimle konuşmaya çalışıyormuş, uyarmak istemiş; çünkü tam kapının namaza durmuştum, namaza duracak en uygun yer orasıydı.
*
Önce meşhur Nürnberg mahkemelerinin yapıldığı binayı ziyaret ettik. Hitler’i ve mirasını yakından gördük ve tanıdık. Arkadaşımın Almanya’da doğma büyüme eşine sordum: Hitler Almanya’sında halkın yüzde kaçı Hitler’e bağlıydı, onun bilinçli destekçisiydi? “% 90” dedi; çok şaşırdım. Açıkçası bu kadar yüksek bir oran beklemiyordum. Alman halkı resmen Hitler’i bir kurtarıcı olarak görmüş, bu yüzden onun Yahudilere yaptığı soykırımı normal görmüş. Şunu gördüm: Propaganda. Basın yayın başta olmak üzere bütün iletişim kanallarını ustalıkla kullanan Naziler nasyonali sosyalist ideolojiyi tek gerçek, Hitler’i de tek kurtarıcı olarak yutturmuşlar Alman halkına. Kilise başta olmak üzere her yere, her şeye hakim olmuşlar. Alıcısı olmasaydı, bu kadar pervasız olamazlardı. Naziler Alman halkının milliyetçilik damarını iyi işlemişler. Öyle anlaşılıyor ki nasyonal sosyalizm ideoloji Alman halkının ruhuna ve hafızasına, geçmişine bugününe ve geleceğine kazınmış. Günter Grass gibi edebiyatçıların, Martin Heidegger gibi filozofların Nazizm rüzgarına kapılmamasına ya da en azından sessiz kalmalarına şaşırmamak gerekir. Bir düşman lazımdı nasyonali sosyalist ideolojinin yaşaması ve varlığına meşruiyet kazandırması için. Bu düşmanda hem içeride olan hem de dışarıda varlığını devam ettiren Yahudilerden başkası olamazdı.
Arkadaşımın eşi ilginç bir şey daha söyledi: “Herkesin işi-gücü vardı, rahatı yerindeydi. Nazi olmak onlara daha çok güç ve rahatlık veriyordu. Tek yapmaları gereken itaat etmek ve gerektiğinde saldırmak.” Doğrusu Naziler itaat etmek ve saldırmak işini en uç noktaya vardırmışlardı. Nazi bilgi ve belgelerinde görüldüğü gibi Hitler Almanlara dünyanın tamamını vaat ediyordu. Aynı Haçlı seferleri gibi, haç bu sefer gamalıydı; buna şaşırmamak gerekir. Yani herkesi motive eden Haçlı seferlerindeki gibi sadece Doğu’nun zenginlikleri değildi, bu sefer dünyanın bütün zenginlikleri vaat ediliyordu ve yine din kullanılıyordu. Haçlı Seferlerinde düşman Müslümanlardı, bu sefer düşman Yahudilerdi. Kim tutacaktı Hitler’i, Almanları!
Sonra Hitler’in konuşmalarını yaptığı meşhur Taş Tribünü ziyaret ettik. Hitler’in konuşmalarını yapması için önde ona göre bir yer yapılmıştı; görülmeye değer doğrusu. Bir şehir yaratılıyor ve bu şehir bir adamın isteğine göre tanzim ediliyor. Her şehirde böyle. Hitler Almanya’nın bütün şehirlerine damgasını vurmuş. Her ne kadar Hitler’i övmek suç olsa da arkadaşımın eşinin deyişiyle “Her Alman’ın bilinçaltında küçük bir Hitler pusuya yatmış, ortaya çıkacak zamanı bekliyor.” Almanlardan her şey beklenir; iyiliğin ve kötülüğün her türlüsü Almanlarda mevcut. Diğer milletlerden bir tanesi dünyadan eksilse bu pek fark edilmez ama Almaların dünyadan eksilmesi hemen fark edilir, o kadar ki “ben buradayım, güçlüyüm, hep burada olacağım” demeye getiriyorlar.
Saint Lorenz Kilisesini ziyaret ettik. Muazzam ve muhteşem bir kilise. Hem konum itibariyle hem tarihi itibariyle hem de dini misyonuyla Nürnberg’e damgasını vurmuş. Kilise görülmeye değer, her açıdan.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın