Faşizm, temelde basit bir motivasyona dayanır: bir milleti, vatan-devlet-bayrak üçlemesi altında birleştirmek ve bütün kılarak tekleştirmek. Bir toprak parçası ve üstündekiler; bunları yöneten bir lider ve sistem; bu bütünü temsil eden ve kutsallaştırılmış bir simge.
Kürdistan’ın kuzeyi ile Türkiye, Türk Devleti, Türkçe, Atatürk ve Türk bayrağı olarak tanışan bu biçim, 90 yıllık zorbalık ve asimilasyon politikasına rağmen tutunamadı. Mesela Kürtler her birkaç yılda bir Türkiye’yi bölmek için isyan etti. Türk devletinin otoritesine her seferinde darbe vurdu. Kürdistan dağları, üzerine yazılan Ne mutlu Türküm diyene sözüne karşılık, üzerindeki kahraman Kürt evlatları aracılığıyla Türkleri sürekli mutsuz etti. Türkçe, Kürt illerinde hiçbir zaman devletin istediği biçimde gelişmedi. Okullardan Kürt çocuklarının üzerine boca edilen Türk bayrağı, çoğu zaman yakılıp yırtıldı. Bu olmadığı zamanlarda, katlanıp üzerine bu bayrak buraya ait değildir notuyla sahiplerine teslim edildi. Hatta bir Kürt partisinin kongresinde alkışlar eşliğinde, kanunen bulunduğu salondaki yerinden sökülerek yere atıldı. Atatürk’ün büstleri ve heykellerinin başına getirilenleri, ahlaka mugayyirlik olmasın diye, söylemesem daha iyi.
Hâsılı, bütün bunlar birer kusma biçimidir: Kürdistan’ın Türkiyeliliği reddi.
Mustafa Kemal’i bir tarafa bırakırsak Faşist diktatörlerin en ünlüsü şüphesiz Adolf Hitler’dir. Öyle ki Kürdistan’da bile 1930’lu yıllarda doğmuş bir erkek kuşağına onun isminin varyantları verilmiştir. Hîtê, Hîtto, Hîttan, Hîtik, Hîtolî isimleri dünyayı sarsmış bir liderin biz Kürtlerdeki karşılığıdır. Bakmayın sonradan şeytana dönüştürüldüğüne, Hitler, 1938’de Time tarafından yılın adamı seçilmiştir ve mesela Atatürk’ten tek farkı yenilmiş olmasıdır. Yoksa Kemal’in yaptığı Pontus, Zilan ve Dersim katliamlarının onun yaptıklarından aşağı kalır yanı yoktur. Alman kanına dayalı ırkçı bir kimlik yaratma düşüncesi bile, dil ve tarih tezleriyle kurgulanan ve Sümerleri dahi Türk yapan ucubelik karşısında bir onura sahiptir. Zaten Hitler de Sovyetler karşısındaki yenilgiyi onuruna yedirmediği için intihar etmiştir. Hitler ve onur demişken anlatmadan olmaz. Onur ve itibarını kaybetmek ile ilgili, memleketim Suruç’ta, güzel bir hikâye vardır.
Adını Hitler’den alan Hacı Hîttan’ın hikâyesidir bu.
Saygın bir adam olarak tanınan Hacı Hîttan, karısının tüm itirazlarına rağmen yeniden evlenmek istiyormuş ama bir türlü kendisine uygun birini bulamamış. Neticede biraz da uzak olan Dewşen adlı köyde, dul bir kadının varlığını haber almış ve yola koyulmuş. Kadının ailesine arzı halini bildirmiş, yüklü miktarda bir başlık parası da önermiş ama kadın biraz zor bir kadınmış. Güzel olduğu kadar kendinden de razı olan kadın, Hacı Hîttan ile kendisi konuşmak istemiş. Görmüş ki yaşı başı geçmiş bir adam. Sofuluktan dolayı uzattığı sakalları da hafiften ağarmaya başlamış. Tamam demiş, seninle evlenirim ama bir şartla. Söyle de hemen yerine getireyim demiş bizim Hacı Hîttan. İşve ve nazla söylenmiş kadın, ben genç sen yaşlı olmaz, önce şu sakal ve bıyığını kes de bir yüzünü göreyim demiş. Kalkıp evine gitmiş Hacı Hîttan, olur mu olmaz mı derken bakmış başka seçeneği yok, üstelik kadın da güzel kadın, almış eline usturayı ve tertemiz tıraş olmuş. Varmış gitmiş yine Dewşen köyüne, çıkmış kadının karşısına. Bakıp bakıp gülmüş kadın. Yahu demiş, eskiden sakalın vardı biraz efendi bir insana, hürmet edilecek bir dedeye benziyordun, kestin sakalı bıyığı bir soytarıyı andırıyorsun. Bizim Hacı Hîttan bozulmuş ama alttan almak için doğru diyorsun ama senin için kestim demiş. Yerinden doğrulup diğer odaya giden kadın, son sözünü söylemiş: bir kadınla evlenmek için sakalını kesen bir adamın karısı olamam.
Hacı Hîttan, perişan bir vaziyette evine dönmüş. Kocasının durumunu anlayan karısı şöyle söylenmiş: Hecî Hîttanê nig teşî / Rêya Dewşenê dimeşî / Xelkê re anî kêfxweşî / Ji me re anî rûreşî (Ayakları kirmen Hacı Hittan / Yürüyüp Dewşen yolundan / Başkalarının maskarası / bizim de yüz karamız oldun)
Şimdi konuyu nasıl bağlayayım bilmiyorum ama Hacı Hîttan’ın hikâyesi, bugün Türk faşizmi ile uzlaşmaya karar vermiş ve kendi değerlerini tıraş eden HDP’nin hikâyesidir. Artık bağımsız bir Kürt devleti istemediğini ifade ederek Türkiye’yi bölmeyeceğini; üniter yapı ve sınırlarıyla sorunu olmadığını ifade ederek de Türk devletini yıkmayacağını açıkça ve inanarak söyleyen bu siyaset, mitinglerinde de bu bütünün simgesi olan Türk bayraklarını coşkuyla dalgalandırmaya başladı.
Mide bulantısına sebep olan o görüntüleri küfür ede ede izledim. Aklımdan birkaç görüntü geçip durdu. İlki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın esir olarak Türkiye’ye getirildiğinde devlet tarafından yayınlanan görüntüsüydü. Ellerinde kelepçe ile Abdullah Öcalan, iki Türk bayrağının önünde durdurulmuştu. Televizyon kanalları sürekli olarak bu görüntüyü verip duruyordu. Babam buna daha fazla dayanamayıp kısmî felç geçirmişti. İkinci görüntü, Türk askerinin başına silah dayadığı ve Türk bayrağını öptürdüğü bir kolu kesilmiş bir gerillaya aitti. Üçüncü görüntü yakın bir arkadaşıma ait. Türk bayrağını bir okuldan söktüğü için tutuklanan lise arkadaşım. İşkencede o bayrağı öpmeyi reddettiği için tecavüze uğradı. O olaydan sonra hiçbir zaman gözlerinin içine bakarak konuşmadık onunla. Bugün, direnerek öpmediği o aynı bayrağı sallayan HDP’nin yöneticilerinden biri ve son görüşmemizde benim bayrakla sorunum yok dedi. Söz acıtır. Susmalı. Konuşuyorsak kahırdandır, düşmanlıktan değil.
Bu hikâyede biz, Hacı Hîttan’ın ilk karısıyız. Umarım ki uğruna koca bir geçmişi kestiğiniz Türkiyelileşme yolunda işgalcilerinize daha fazla maskara olmazsınız. O bayrakların sahipleri, o bayrakları salladığınız halde bir insanımızın canını aldı, diğerini de seçim aracınızla birlikte yaktı. Biz bu hikâyede kestiğiniz sakallarız. Yüz karalığı mı? O artık bütün Kürdistanlılara ait olacak kadar büyüdü. Anlıyor musunuz?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın