Vasilyeva, Eve Giden Uzun Yol kitabında şöyle der:
“Doğu kültürüne sayısız katkılarda bulunan bu halkın [Kürtler] evlatlarını; İran, Türk, Arap ve Ermeni kisvesine büründürüp elinden aldılar. Kürtlerin yitirdikleri evlatlarının her biri şanlı birer müzisyen, şair, general olarak başka halkların tarihini süslüyor.”
Ziryab, Cezeri, Sühreverdi, Ebulfida, İbni Sina, İbni Salah, İbni Hacib, İbnül Esir, Zemahşeri, Maverdi, Baba Tahir, Fuzuli, Nizami, Nali gibi yüzlerce ilim ve edebiyat dehası.
Hallacı Mansur, Aynülkudat Hemedani, Ebül Vefa, Nurbahşi, Abdülkadir Geylani, Mevlana Halid gibi binlerce mistik.
Rüstemi Zal, Ebu Müslim Horasani, Behram Çupin, Kerimhan Zend, Kavalalı Mehmed Ali Paşa gibi kahraman, komutan ve hükümdarlar.
Bu isimleri duyan ortalama bir Türk ve Türk eğitim sisteminden geçen milyonlarca Kürt, kurulu saat gibi şaşıracak, inanmayacaktır.
Çünkü Türkiye, resmi olarak adı konulmasa da, varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine kurmuş bir ülke. Kürt inkârı sadece geçmişe ve belli dönemlere has bir politika değil, hep yürürlükte olan devlet aklıdır. Mızrağın çuvala sığmıyor olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Bunun gereği olarak Türkiye’deki dini otoritelerden yayıncılara, sinemacılardan siyasilere herkes tüm alanlarda sinsice Kürtlüğü görünmez kılıp, bilimsel ve tarihi kaynakları tahrif etmektedir.
Sözgelimi Can Yayınları dünyaca ünlü yazar Paulo Coelho’nun bir kitabının çevirisinde “the Kurds came from Kurdistan” ifadesini “Kürtlerin Ortadoğu’da yaşadığı” şeklinde sansürlemiştir.
Yine Türkiye’nin en bilinen din adamlarından Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği mütevelli heyeti üyesi Prof. Dr. Ahmet Ağırakça tarihçi İbnül Esir’in 1230’da yazdığı "El-Kamil Fi't Tarih" adlı kitabının çevirisinde Kürt geçen yerleri Türk yapmaktan çekinmemiştir.
Bunun gibi yüzlerce örnek. Kim bilir Kürtlere dair hangi tarihi eser, belge ve kaynaklar kaybettirildi veya yok edildi.
İnkâr ve imha siyasetinin sonucu olarak bırakın Kürdistan’ı ve Kürt tarihini kabullenmeyi, Kürtlerin varlığı ve dili bile sorgulanır hale geldi.
Türkiye Kürtlere üst kimlik olarak Türklüğü dayatıp Kürtleri her türlü siyasi ve hukuki metinden, Kürtçeyi de kamusal alandan dışlayarak dünyada benzerine rastlanmayan bir etnosit uyguluyor.
Bu etnositin en yıkıcı boyutunu eğitim, kültür, sanat ve sinema oluşturuyor. Kitlelerin bilincini beşikten mezara zehirlemede bundan etkili bir araç yoktur.
Devlet destekli film ve kültür projeleriyle tarih tersyüz ediliyor. Bunun son örneği TRT’de yayımlanan Selahaddin Eyyübi dizisi oldu.
Mevcut inkârcı atmosferde objektif bir Selahaddin dizisinin yapılmayacağı ortada iken, dizide Selahaddin’in “Nureddin Zengi’nin oğlu” olarak gösterilmesi, Kürtler arasında büyük tepkilere neden oldu.
Tüm dünyada yüzyıllardır Selahaddin Eyyübi’nin Kürtlüğü tartışmasız iken, Türkiye’de Kürtlere dair her şey gibi, bu da kolaylıkla speküle edilebiliyor.
Anadolu’da Türk kimliğine devşirilmiş demografi bu yalanları vahiy gibi savunmaya dünden hazır.
Akademisyeninden okumamışına, Selahaddin'in Kürtlüğüne itiraz edenlerin temel argümanı kardeşlerinin isimleridir. Oysa ismin etimolojisi kişilerin ulusal kökenini anlamak için temel kriter olamaz.
İsimlerden ulus tayin edilecekse bugün Türklerin ataları gördüğü sultan ve devletlerden kaçı ellerinde kalır? Kaldı ki Türkçülerin Türk ismi sandığı sözcükler Türkçe değil, proto Hint-Avrupa diline ait sözcüklerdir. Bin yıl önce yazılan Şehname’de Turan’ın İran şahı Feridun’un Tur adlı oğlunun ülkesi olduğu anlatılmaktadır. Bir şeyi sahiplenmek veya satın almak patentini sizin kılmaz.
Anadolu Selçuklu sultanlarının birçoğunun Keyhüsrev, Keykavus, Keykubad gibi Kürt isimleri taşıması onları Kürt yapmadığı gibi, Turanşah, Tuğtekin isimleri de kimseyi Türk yapmaz.
Aynı şekilde neredeyse Osmanlı padişahlarının hiçbirinin annesi Türk değildir. Bu da onların Türklüğünü tartışmalı kılmaz.
Selahaddin Eyyübi son bin yılda tüm dünyada Kürtlerin en büyük markasıdır. Tüm kaynakların ittifakıyla Hazbani Kürtlerinin Revadi kolundan, Şadi el-Kurdi hanedanındandır.
Selahaddin’in tarih sahnesine çıkıp yaklaşık 300 yıl sürecek Eyyübi Devleti’ni kurduğu 12. yüzyılda Kürd-Türk rekabeti vardı.
Liderlik çekişmesinin yaşandığı süreçte Kürd bilge İsa Hakkâri, Selahaddin’le rekabet eden Kudbeddin Hüsrev Hazbani’ye: “Selahaddin’le aynı topluluktansınız. O da Kürd (inna asluhu min el-ekrad). Gücün Türklere geçmesine izin vermeyeceksiniz.” diyerek onu ikna etmiş ve Selahaddin Kürtlerin birliğiyle tarih sahnesine çıkmıştır.
Selahaddin’in seçilmesi Türk birlikleri komutanı Yaruki’yi rahatsız etmiş, Selahaddin’i desteklemeyi reddederek birliklerini toplayıp Suriye’ye dönmüştür. Böylece Eyyübi Devleti’nin kuruluşunda Türk emirleri yer almamıştır.
Selahaddin, Türk egemenliğine son verip onları Kürt egemenliğine alan ilk hükümdar olmuştur.
Şanlı hükümdar Mısır, Yemen, Libya, Suriye gibi ülkeleri, Kahire, Şam, Baalbek, Halep, Hama, Humus, Diyarbekir, Musul gibi şehirleri fethetmiş, Kürdistan’dan Hicaz ve Kuzey Afrika’ya yayılan büyük bir imparatorluk kurmuştur.
Hükümdarlığı döneminde yoğunluklu olarak diğer Müslüman güçlerle savaşan Sultan Selahaddin, Mısır’dan Şam’a giden bir kervana yapılan saldırı nedeniyle Kudüs Haçlı Krallığı ile karşı karşıya gelmiş ve Kudüs’ü de topraklarına katmıştır.
1187’de alınan Kudüs, çok değil 40 yıl sonra 1229’da şehrin sadece sivil maksatlarla kullanılması anlaşmasıyla tekrar haçlılara bırakılmıştır.
Selahaddin’i seçkin kılan ne Türkler ve diğer Müslüman güçlerle savaşıp büyük bir imparatorluk kurması, ne de haçlılarla savaşıp Kudüs’ü almasıdır.
Onu tarihe altın harflerle yazdıran ve dost-düşman herkesin hayranlığını uyandıran, benzerine az rastlanır barışçı, erdemli ve adil bir hükümdar olması, düşmanlarına iyilikte bulunması, saraylarda yaşamamasıdır.
Selahaddin’in ısrarla Kudüs parantezine alınması, Kürtlüğünü görünmez kılmak için tarihi tahrif ve güçlü imajının güncel politikalara alet edilmesinden ibaret bir yaklaşımdır.
Selahaddin ailesi Kürtçe konuşmuş, ordusunun belkemiğini Hazbani, Hakkâri, Zerzari, Mehrani, Humeydi gibi Kürt birlikleri oluşturmuştur.
Tarihte Kürtlüğünden şüphe duyulmayacak biri varsa, Selahaddin Eyyübi'dir. Kürt devleti unvanını hak eden bir devlet varsa, Eyyübilerdir.
Gelin görün ki hâlâ İslam Ansiklopedisi’nde bile Eyyübiler “Türk devleti” alt başlığıyla verilmektedir.
Eyyübilerle ilgili Arap tarihçi Hazreci 1257'de “Târihu Devleti'l-Ekrâd” (Kürt Devleti Tarihi) adıyla kitap yazmış, yüzyıllarca tüm Arap kaynaklarında Eyyübi hâkimiyeti dönemi “Kürtler döneminde” “Kürt devleti döneminde” ifadeleriyle anlatılmıştır. Buna rağmen Türkler bir tarafa, birçok Kürt hala “o dönemde ulusal isimlendirmeler yoktu”, “Eyyübiler Kürt devleti değildi” diyebilmektedir.
Mülküne uzun süre başkaları yerleşirse veya insan mülküne yabancılaşırsa onun kendisine ait olduğunu kabullenmekte zorlanır. Kürtlerin kendi değerlerine ilişkin yaşadığı budur.
Konu, Selahaddin’in Kürtlüğünden çok daha fazlasıdır. Kürtlerin yok sayılması ve yokluğa mahkûm edilmesi insanlık suçudur.
Selahaddin, son bin yıla vurulmuş Kürt mührüdür. Buna şüphe düşürmeye kimsenin gücü yetmez.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın