Ortadoğu’da iki temel krizin varlığı konusunda herkes hemfikir. Bunlar İsrail-Filistin krizi ve Kürdistan krizidir. İlki tarihi ve siyasi realiteye uygun şekilde isimlendiriliyor ve tüm dünya tarafından iki devletli çözüm öngörülüyor. İkincisini ise adlandırmaktan bile kaçıyor, adeta dört parçaya bölünmüş Kürtlere uygulanan asimilasyonun tamamlanması bekleniyor.
Kürtlerin asimilasyonu kanıksaması için de her türlü narkoz deneniyor. Din kardeşliği ve halkların kardeşliği gibi hukuken karşılığı olmayan söylemler bunların başında geliyor. İslami cumhuriyet, demokratik cumhuriyet hayalleri satılıyor. Bir taraftan Kürtlerin hiçbir eksiğinin ve farkının olmadığı, diğer taraftan Kürtlerin ayrılmasının imkânsızlığı düşüncesi pompalanıyor.
Kürtlerle Türklerin ayrılamayacağını savunanların klişesi şudur: Milyonlarca Kürt Türkiye’nin her tarafına dağıldı. Türklerle iç içe yaşıyor. Kız alıp verdiler. Dinleri bir. Ekonomileri bir. Artık ayrılamazlar.
Oysa günümüzde milyonlarca Arap, 22 Arap ülkesinin dışında yaşıyor. Milyonlarca Fars İran dışında, milyonlarca Türk de Türkiye dışında yaşıyor. Ama bu durum Arapların, Farsların ve Türklerin ayrı devletlerinin olmasını imkânsız kılmıyor.
Aynı şekilde toprak ve kültür birliği olmasına rağmen İran'da milyonlarca Azeri'nin olması, Azerbaycan'ın varlığına engel olmuyor.
Afganistan’da 14 milyon, Özbekistan’da ise 1,5 milyon Tacik yaşıyor ama kimse Tacikistan diye ayrı bir devletin varlığını sorgulamıyor. Oysa 8 milyon nüfusuyla Tacikistan’daki Tacik sayısı neredeyse Afganistan’dakilerin yarısı.
Özbekler için de aynı durum söz konusu. Afganistan’da 4 milyon, Rusya’da 3 milyon, Tacikistan’da 1 milyon Özbek yaşıyor. Ancak kimse neden Özbekistan diye ayrı bir devlet var demiyor.
Avrupa’da milyonlarca Alman, kültür ve toprak bütünlüğü olan Polonya, Avusturya, Çekya, İsviçre, Danimarka, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde yaşıyor ama Almanya diye bir devlet de var.
Nedense söz konusu Kürtler olunca her şey imkânsızlaşıyor. Birilerine mahkûm olmak Kürtlerin tek seçeneği gibi sunuluyor. Ya Türk ve Arap bölgelerine yayılmış Kürtlerin tamamı oraları terk edip Kürdistan’a dönecek veya bir Kürt egemenliğinden bahsedilmeyecek! Kürtler Bağdat’ta, Şam’da, İstanbul’da yaşıyorsa Kürdistan’ı unutacak!
Bu söylemi sadece Türkler değil, Kürtler adına siyaset yaptığını iddia edenlerin de önemli bir kısmı sahipleniyor.
İlmi ve mantıksal tutarlılıktan yoksun bu söylem sadece Kürtlere değil, kendisini Türk olarak tanımlayan kitlelere de büyük zarar veriyor.
Her şeyden önce, Türkiye en az yüz yıldır muasır medeniyet diye çağdaş Avrupa ülkelerinden biri olmak istiyorsa, hukukunu ve yönetim biçimini Avrupa standartlarına yükseltmek zorunda.
İleri Avrupa medeniyetinin ortaya çıkması, ulusal, dinsel ve bireysel her türlü özgürlüğü merkeze alan bir demokrasi ve yönetim tecrübesinden ayrı değerlendirilebilir mi?
Yüzölçümü Türkiye’nin sadece 12 katı olan Avrupa’da 44 ülke barış, adalet ve ekonomik refah içinde yaşarken, neden Türkiye olarak adlandırılan Küçük Asya (Asia Minör), Anatolya ve Kürdistan’a üniter yapı ve tekçilik dayatılıyor?
Sınırların ve yüzölçümlerinin kutsal ve değişmez olduğunu kim söyledi? İnsan onuruna layık bir yaşam varken, insanların sefalet içinde yaşamayı göze alıp kendilerini anlamsız sınırlara feda etmesi insanlıkla bağdaşır mı?
783 bin km²’lik Türkiye, kişi başı milli gelir endeksinde 78. sırada. Türkiye’den 300 kat daha küçük bir ülke olan 2 bin km²’lik Lüksemburg birinci sırada.
Türkiye’de kişi başı milli gelir 11 bin dolar iken, Lüksemburg’da 132 bin dolar. Bu rakam Türkiye’den 18 kat küçük olan İsviçre’de 101 bin dolar. Yine kat be kat küçük ülkeler olan İrlanda’da 114 bin, Norveç’te 98 bin, Danimarka’da 68 bin dolar. Demek ki güç ve refah coğrafi büyüklükle ilgili değil.
Sadece bu manzara bile Türkiye’nin nasıl bir tekçilik bataklığına saplandığını anlamaya yetmiyor mu?
Buna rağmen Kürt siyasileri neden cehalet, korku ve düşmanlığın gözünü kör ettiği Türk siyasetini tekrarlıyor?
En yakın örnekler olan Yugoslavya ve Çekoslovakya tecrübelerini söyleme dönüştürmek çok mu zor? Kürt-Türk krizinin çözümü konusunda bunlar çok temel iki örnektir.
Yugoslavya örneğine baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı başlarında Sırp, Hırvat ve Sloven uluslarının temsilcilerinin kurduğu Yugoslav komitesi Yugoslavya devletini kurmuş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir devlet sistemine geçilmiş, 1945 yılında monarşi sona erdirilerek federal cumhuriyete geçilmiştir. Ancak 1980’lerden sonra 20 yıl süren savaşlar sonunda zoraki birlik sürdürülememiş ve Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova gibi 7 ayrı egemen devlet ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu devletler barış içinde yaşamaktadır.
Barışçıl ayrılmanın en bilinen örneği ise Çekoslovakya’dır. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra, imparatorluk bakiyesi olarak 1918 yılında Çek ve Slovak uluslarının birliğiyle, her iki ulusun da ismini taşıyan Çekoslovakya kurulmuş, 75 yıl sonra, 1992 yılında iki ulus birbirinden kimseyi öldürmeden, barışçıl bir şekilde ayrılarak Çekya ve Slovakya adıyla iki ayrı devlet olarak yollarına devam etmişlerdir.
Bu örnekler önümüzde dururken türlü korku ve bahanelerle çıkmazda ısrar etmek neden? Özellikle Kürt siyasileri neden Kürt bilincini tıkayan söylemleri sahiplenir?
Kürtlerle Türkler tabii ki ayrılabilir. Bu haliyle birlikte olduklarına kim inanabilir ki! Birliğin teklik olduğunu mu sanıyorsunuz!
Birinin, birine etle tırnak gibiyiz, kardeşiz, yüzlerce yıldır birlikteyiz, ayrılamayız şeklindeki sözlerinin dürüst ve samimi olması için, realite bu ama tabii ki istersen kendi yoluna gidersin, irade ve tercihine saygı duyarım demesi gerekmiyor mu?
Ayrılırsan bedelini ödersin, seni kıyımdan geçiririm diyen iki taraf arasında haktan, hukuktan, dostluk ve kardeşlikten bahsedilebilir mi? İkisinden birinin böyle dediği bir ilişki barbar bir efendi-köle ilişkisi değil midir?
Türkler Kürtlere karşı neden bu asgari medeni yaklaşıma sahip değildir? Kardeş olmanın, dindaş olmanın, yüzlerce yıl birlikte yaşamış olmanın karşılığı bu zorbalık ve barbarlık mıdır?
Neden sözüm ona bazı Kürt siyasetçileri de bu asgari medeni tavrı hatırlatacağına, Kürtleri ayrılmanın imkânsızlığına ikna etmeye çalışıyor? Bu insanların kendilerine ve Kürtlere saygısı yok mu?
Kürtlerin Türkiye'nin her tarafına yayılması, akrabalık ve ticari ilişkiler kurması, müstakbel bir Kürdistan'ın imkânsızlığını değil, Türkiye'nin Türkçü egemenlikten vazgeçmesi gerektiğini gösteriyor.
Hiçbir ulus anavatanında kendi devletini kurmak için farklı ülkelerdeki nüfusunun tamamını anavatana toplamamıştır. Kürtlerin Kürdistan'ın tamamında homojen-ezici bir çoğunluğa sahip olması, Kürdistan'ın siyasi ve hukuki statüsünü kaçınılmaz kılıyor.
Akdeniz, Ege, Marmara ve İç Anadolu'daki yoğun Kürt nüfusu da Kürtlerin Türkiye'de yönetime ortak olmasını gerektiriyor.
Bunlar birbirine zıt durumlar değil, birbirini destekleyen olgulardır.
En önemlisi de Kürtlerin birlikte yaşam ve birlikte yönetim hukukunun gerçekleşebilmesi için ayrılma hakkının kabulü gerekiyor. Özgür iradeyle Kürtlerin ikisinden birini tercih etmesinin temel şartı ayrılma hakkıdır.
Diğer türlü gerçekleşecek her durum gönüllülük görüntüsü verse de dayatmadır. Zorla güzellik olmaz. Hak er geç tecelli eder. Hiçbir şey imkânsız değildir.
Türkiyelileşme söylem ve siyaseti tutsak ve teslimiyetçi bir zihnin ürünüdür. Evi ve anavatanındaki iddiasından vazgeçen bir Kürtlüğün Türkiye’de egemenliğe ortak olma şansı yoktur.
Doğru siyaset ve söylem, bir yandan Kürdistan’daki statü arayışını sürdürürken, diğer taraftan demografinin doğal bir sonucu olarak Türkiye’de egemenliğin ortağı olmaktır. Bu da asgari, anayasal tanınırlık ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulüyle mümkündür.
Avrupa’nın başardığını neden Türkiye’deki ulus ve dinamikler başarmasın! Neden insanca yaşamak varken, düşmanlık, savaş ve sefalet coğrafyanın kaderi olsun!
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın