Birleşmiş Kürdistan rüya mı gerçek mi?

Dilinden kültürüne, yemeğinden hastalığına kadar Kürtçe olan bir çevrede büyüme şansım oldu. Babam hastalanınca kendiliğinden Arifê Cizîrî’den söylerdi, ilacı oydu. Batman’da lise de bile okul dışında Türkçe konuşmayı ayıplardık. Yazları Siirt’te köyde dam çardaklarının üstünde, gözümüz Botan dağlarında büyüklerden Emere Xoxê gibi Kürt eşkiyaların hikayelerini dinleyerek uykuya dalardık. Ki o dağlar 1980’lerde özgürlük savaşçılarının yuvası oldu.

 

Fenomen henüz isimsizdi. Çok küçükken Barzani ismini duymuştum. Annelerimiz kendi aralarında konuşurken, Kürdistan’ın kuzeyini kasdederek “buraları da istiyor” diyorlardı. Zaman gittikçe o ismi çok duyar oldum. Gidip gelenlerden peşmerge kelimesi yaşamımıza girdi. 1969-1970 idi, henüz çok toyduk. Yönümüz Batman’da KDP’lilerin kahvesine düştü. Sabahtan akşama “sessizce” dama ve satranç oynarlardı. Bildirilerini tanıdık, ki tutuklanma ve işkenceye neden oldu. Kahvenin sahibi bir arkadaşımın babasıydı. Sadık bir Barzani hayranıydı. 1980 cuntası onu işkencede katletti.

 

1970’ler, üniversiteler ve solculuk dönemiydi. Güney’de 1975 yenilgisi, Kürt siyasetinde sol geleneğe egemenlik yolunu açmıştı. Artık efsane hikayeleri bizi doyurmuyordu. Bir ismi olmalıydı. Kutsal bir amaç olmalıydı. Bu, Kürdistan’dı. O, esirdi ve parçalanmıştı. O, baskı, talan ve inkar altında inliyordu. Onu kurtarmak, onu özgürleştirmek, Kürt solculuğunun doğuş ve varlık nedeniydi. Barzani’yi “bağımsızlık istemediği için”eleştiriyorduk. “Reform” ve “özerklik” kelimesinden nefret ediyorduk. Tek bir yol vardı: Ya bağımsızlık ve birleşik Kürdistan ya ölüm.

 

Fedakarlıklar ve kahramanlıklar 

 

O kutsal hedef için verilen bedeller o kadar çok ve büyük ki, sayılmakla bitmez. Her birinin kendi hikayesi var. Ama şu kesin; onlar olmadan bugünümüz olamazdı ve geleceğimiz de onlar sayesinde olacaktır. Kuzeyden bağımsızlığın sesi, 1980’le Batı Kürdistan’ı sardı. 1984’le birlikte kanları bağımsızlık ağacının suyuna karıştı. Onları, Güney ve Doğu Kürdistan izledi. Yaşlı pêşmergelerin Kürt direnişlerini parmaklarıyla onurla sıraladıklarına şahit oldum.

 

Avrupa ülkelerindeki her parçadan göçmen Kürtler, parça önyargıları olmadan olanaklarını bağımsızlık mücadelesine açtılar. Kanada’dan Avustralya’ya kadar Kürt gençleri büyük heyecanla direnişe koştular. Emek, ter ve kan birbirine karıştı, hangisi hangi parçadandı, hangisi nerede toprağa düşmüştü ve düşüyor, artık o önemli değildi, tek bir Kürdistan vardı. Bugün partilerimizin istemleri birbirinden farklı da olsa, şundan eminim: Savaşçıların yüreği ve tüfeğinin namlusunda, cefakar Kürt halkının haykırışında ve zılgıtında, dün olduğu gibi bugün de bağımsızlık ve Kürdistan birliğini gerçekleştirme amaç ve iradesi vardır.

 

Beyhude bir rüya mıdır? 

 

Bazılarımız bölünmüzlüğü ve parçalardaki farklı koşulları gerekçe yapıyor, bazılarımız da bölgenin siyasi koşullarını. Tümü de hesaba katılmalıdır. Ama insan varlığını ve geleceğini, o nedenlere dayandıramaz ki. Çünkü bölünmüşlük, haklı ve meşru bi statüko değil. Biliyoruz ki bugüne kadar yaşadığımız felaketler, bu statükonun muhafaza edilmesi nedeniyledir.

 

Şu doğruyu vurgulamak tekrar olmayacaktır: Ortadoğu karmaşıklığının en büyük nedeni, Kürtlerin köle ve bölünmüş statükosudur. O statüko devam ettikçe, sadece biz değil egemen halklar da sorunlardan ve felaketlerden kurtulamayacak, huzuru bulamayacaklardır. Bağımsızlık istemi, gerici ya da modası geçmiş bir milliyetçilik değildir. Bi halkın birliği, diğer halkların çıkarlarına bağlanamaz. Eğer devlet istemi onlara o kadar dokunuyorsa, neden onlar kendi devletlerine karşı çıkmıyorlar ki?

 

Coğrafyası, dağı, vadisi, ovası, nehri, ormanı, otu, hayvanı,dili, geleneği, kültürü, giyim kuşamı, kanı ve acılarıyla,Kürdistan zaten birdir. 33 Kurşun Katliamından (Özalp, 1943),Roboski Katliamına (Uludere, 28.12.2011) kadar çok iyi biliyoruz ki,Kürtler sınırları tanımamışlardır. Kürt halkının düşmanları da yüzyıllık sınırlara rağmen, Kürtleri hep tek halk kabul ederek bize saldırmaktadırlar.

 

Günümüzde bu sınırlar tümüyle anlamsızlaşmıştır. Eğer Türk devletinin engelleri olmasa, Urfa’nın Hewlêr’le ilişkisi,İstanbul’la ilişkisinden daha kolay olmayacak mıdır? Kuzey ve Batı Kürdistan, ya da Batı ve Güney ayrımının ne anlamı kalmış ki? Bizler için Dersim ile Mahabad artık aynı değiller midir?...

 

Biz kendimizi yapay sınırlara ve entegrasyona ne kadar bağlasak da,onların yol açtığı felaketlerden kurtulamayız. Yaşam ve olayların gidişatı, sınırları gittikçe anlamsız kılıyor. Ama biz zihinlerimize nüfus etmiş sınırları kaldıramıyoruz.

 

Nefret edilmesi gereken sözcükler: "Bu parça bizimdir" 

 

Konumuzda Kürt partilerinin sergilediği ideolojik ve politik kafa karışıklığı dikkatinizi çekmiştir. Devlet isteyenlerimiz, özerklik isteyenlerimiz ve sadece demokrasi isteyenlerimiz vardır. Herbiri kendine bir egemenlik alanı tahsis etmiş, tüm çabaları onu genişletmek. Hatta birbirinin boğazına yapışmaktan geri durmuyorlar, hem de davranışları egemen köleci statükonun devamına katkı yapma anlamına geldiği halde. Maalesef aydınlar da örgütler arasında saflaşmışlar. Hatta her parti kendine bir halk yaratmış gibi. Eğer bu durum kalıcılaşırsa, çok farklı statükolarla karşılaşacağız demektir.

 

Bu kafa karışıklığı ve birbirimize dayılanmamız, çok önemli bir sorunumuz. Net değiliz. Gerçekten ne istiyoruz? Kürdistan’ı istiyor muyuz gerçekten? Allah için söyleyin: Birbirine komşu, aynı dili konuşan, aynı aşiret ve kabileden Kürtler neden bir olmasın ki? Dünyada böyle bir haksızlık görülmüş müdür? Birkaç on kilometre uzaklıktaki Kürt şehirleri birbiriyle ilişkiye giremiyor, ama yüzlerce binlerce kilometre uzaktaki Türk, Fars, Arap şehirleriyle ilişki zorunlu kılınıyor.

 

Egemen devletler zihnimizi zehirlemiş, bizi kör ve deli etmiş.Körüz, çünkü olayların gidişatını görmek istemiyoruz. Peki Kürdistan’ı altın tepside mi sunacaklar bize? 20 yıl önce bugünkü manzarayı düşünmek bir yana, hayal etmek bile mümkün müydü? Şimdi ki duruma bir bakalım, insan 10-20 yıl sonrasına dair bir öngörüde bulunulamaz mı? Ama önce düşüncede net olmamız gerekir. Yüreğimiz, özgür kılınmış ve birleştirilmiş bir Kürdistan inancı ve aşkıyla dolu olmalıdır önce.

 

1984’ün sonunda bir grup peşmergeyle kamyonla Güney’den Doğu Kürdistan’a gidiyorduk. Araçta İran askerleri de vardı. Güney’den (Irak’tan) Doğu’ya (İran’a) girince, bir İranlı asker sevinçten yerinden zıpladı, ellerini şıkırdatarak haykırdı. Biz Kürtler utançtan yüzümüz kızarmış, çaresizce birbirimize bakıyorduk. Bir beton taştı ve taşın iki yanı da Kürdistan’dı. Bunu biliyorduk, ama söylemeye cesaret edemiyorduk. Acaba ne zaman söylemeye cesaret edeceğiz?

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)