Seçimlerden bana kalanlar

HDP kazandı mı?

 

Türkiye’de evet ama Kürdistan’da değil. Kürtlerin seçim tarihi, 1991’de HEP’le başladı, 26 yıldır kendi partileriyle seçime giriyorlar. Bu, demokratik bilinç ve legal mücadele yeteneğinden çok, ilegal siyasi/silahlı mücadelenin ürünü oldu. Gerilla güç oldu, köye şehire indi, aday belirledi, rakipleri üzerinde caydırıcı etmen oldu. Bu ilişkinin legal mücadeleye olumsuz yansıları çok ama olay kesinlikle bu.

 

2016’yla birlikte PKK darbe aldı. Kırsaldaki etkisi ve otoritesi neredeyse sıfırlandı. Ona, Kürt siyasal davasına karşı olan yerel güçler canlandılar. Dersim’deki olay böyle de okunabilir. Uludere, Çukurca, Şemdinli ve daha birçok yerdeki sonuç, izah ettiğim boşlukla doğrudan ilintili. Egemen otorite devlet, yerel güçleri ‘ikna’ etti.

 

HDP, PKK’nin boşluğunu gideremezdi. Öyle bir misyonu, geleneği, birikimi yoktu. Devlet-Kürt ilişki sistemi, devletin sıkı kontrolündeki legal zeminin şekli, buna el vermez. Öyle oldu ki bırakalım köyleri, HDP belde ve ilçelere bile giremez oldu. Kitlesel demografi değişikliğinden çok, siyasal kümelerdeki değişiklik ciddi. Sadece PKK ve HDP değil, onların muhalifi Kürt güçleri de realiteye mahkumlar.

 

Legal Kürt hareketi enisonunda bu durumla karşılaşacaktı. Kürtler, legal zemin ve kurumlarla, şehir kitleleriyle, Kürt ulusal mücadelesini vermeyi becermeliler. Bunun bilinci, fedakarları, kahramanları, kadroları, önderleri oluşmalıdır.

 

“Kürtler Türkiye’de kazandı” dedim, Kürtler olmadan CHP’nin büyük şehirlerdeki zaferi olmazdı. Benim CHP’ye bakışım nettir. Yine de Kürtler iyisini yaptılar. Bazen oyunbozucu olmak da başarıdır.

 

“Türkiye partisi” mi?

 

Ahmet Türk bunu röportajında tekrarladı. Kürt ulusal haklarını savunanlarımız, hemen tepki gösteririz. Ahmet Türk o hakları savunmuyor mu? “Türkiye partisi” ile kasdedilen ne? Bunlar mı? “Bütünlüğü, dili, bayrağıyla devletin kırmızı çizgilerini kabul ediyorum. Kürt sorunu ancak demokratik bir Türkiye’de çözülebilir”. Son cümle mantıklı tartışılabilir ama öncekine itirazım var.

 

Kürt, Türk devletinin mevcut kutsallıklarını, dil, tarih, kültür ayrıcalığını kabul edemez. Kürt’ün bu kabul etmeme hakkı, Türkiye’de suç olmaktan çıkmalıdır. Kürt bu kutsallıkları kabul ederse, ahlaki ve insani açıdan suç işlemiş olur. Halkın temel değerleri ile devletin kutsallıkları birbirine karıştırılmamalıdır. Devlet, Türk halkının temel değerlerine Kürt karşıtı ırkçı asimilasyoncu bir karakter vermiştir. Kürt ulusal değerleri kabul edilir, dil, kültür, tarih hümanistleşir, kurumlar demokratikleşirse, ancak o zaman ortak kutsallıklardan bahsedilebilir.

 

Amerikalı siyah kadının otobüste ırkçılığa meydan okuyuşunu paylaşıp duruyoruz. Samimiyetimiz bana inandırıcı gelmiyor. Samimi isek, bu cesareti devlet ırkçılığına karşı gösteririz. Demokratikleşmeye katkıya evet, ırkçı kutsallıklara hayır.

 

Dikkat çekici; Kürdistan’da en küçük beldede bile, MHP’den Saadet Partisine kadar Türk partileri aday çıkardılar. Alacakları oy umurlarında değildi. Bu devlet konsepti, devlet temsil edildi. Seçim aynı zamanda Kürt’ü terbiye etme denemesi. Bari biz bunu içselleştirmeyelim.

 

“Ne kayyım ne hendek”

 

Bu, HDP ile ittifak kurmayan ve “Yurtsever Demokrat İttifak” adı altında bir araya gelen Kürt siyasi partilerinin seçimde benimsediği slogandı. Seçime girme tarzları demokratik bir tercih. İlk günden normal gördüm ve tutumumu açıkladım. Umarım oluşan hoşgörü devam eder. Ancak sloganlarına itirazım var.

 

Hendek savaşı, PKK’nin büyük bir yanlışı ve zaafıydı. PKK kendi kalbine sıktı. Sonuçları ortada. Karşı çıktık, eleştirdik, mahkum ettik. Ancak; inkar, baskı ve işgal altındaki bir halkın direnişi delilik de olsa, meşrudur. Diğer taraftan; sana iyilik de yapsa, inkarcı bir gücün ülkendeki varlığı gayrimeşrudur. Temel iki şeyi birbirine karıştırdınız. Kendi haklılığın ve düşmanının haksızlığını aynı kefeye koyamazsın. PKK ve devlet, ikisine de karşı olabilirsin, ancak cepheni karıştırmamalısın.

 

Dilşer Dara

 

Odabaşı’sı da var. Dilşer Dara Odabaşı, CHP’nin İstanbul Kadıköy ilçesi belediye başkanı oldu, hem de büyük bir farkla. Bravo! İsim dikkatimi çekti. Türkçe anlam vermiyor ama Kürtçe “Dilşêr”in anlamı büyük; “Aslan Yürekli”. Dara da Perslerin Kürt yöneticisi. Hoşuma gitti ve sevincim kursağımda kaldı.

 

Masum iki Kürtçe kelime tehlike görülmüşki, CHP kuşkuları giderme çabasına girdi. Siverekli Dilşêr Dara, röportajında “Kuvvayi Milliyeci bir aileden geldiğini” ısrarla vurguluyor. İyi de, hangi Kuvvayi Milliye? Üç tanesini ben biliyorum.

 

Çanakkale Boğazı’dan yatlarıyla geçen İngiliz ve Fransızlar İstanbul’a karargah kurmuş, Ermenileri soykırımına katılan subay, bürokrat, eşraf katil ve talancıları yargılamak için mahkeme kurmuşlardı. Çareyi kaçmakta bulanlar, Kuvvayi Milliye adı altında gruplaşmışlardı. Yabancı egemenliğe gerçekten karşı olanlar da aynı ismi kullanmış ama birincilere tabii olmuşlardır. Ankara’da hükümet olanlar birincilerdi. Şeyh Sait Direnişi vesilesiyle Kemalist devlet birçok kurum oluşturur. Bir tanesi köy korucuları benzeri, yerel milis güçlerdi. Bu cinayet ve talan birliklerine de Kuvvayi Milliye adı verilmişti.

 

Bana derd oldu; Dilşer Dara Odabaşı’nın övündüğü hangisi? Kuvvayi Milliye devlet oldu ve bugün halen devam eden Kürt soykırımı başladı. Kürt olmak bu kadar ağır bir yük müdür? Neden başın dik Kürt olarak belediye başkanı olamıyorsun? Kendi ırkını yok görerek belediye başkanı olmanın zevki nedir? Ben mi zevksizim?

 

Kazandıda, kimden?

 

Kimine göre bıyıklarından, kimine göre de hizmetlerinden, “komünist” diye sunulan Fatih Mehmet Maçoğlu, Tunceli belediye başkanı oldu. Odabaşı’nın tersine sanki işi isimden başlayarak garantiye almış. Servisi iyi haberlerini izledim, umarım hasetçilerin yüzünü kara çıkarır, Dersim belediye başkanı olduğunu gösterir. Sırrı hizmetiyse, slogancı belediye başkanlarına ders olsun. Yine de olay vesilesiyle M. Kemal-komünist-Dersim ilişkisine dair çok iyi bilinen ama söylenmek istenmeyen iki ekleme yapma gereği duydum.

 

Türkiye Komünist Partisi (TKP), 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruldu. Parti başkanı Mustafa Suphi, Sovyetlerle “dostluğu” nedeniyle Mustafa Kemal’le ittifak yapmak istiyordu. Türkiye’ye dönme kararı alır. 28 Aralık 1920, biri Sovyet diplomatı, iki grup halinde Kars’a giderler. Suphi Ankara’dan olumsuz cevap alır. Erzurum’daki Kazım Karabekir, Suphi’nin Ankara’ya gitmesini ve Kemalist TKP içinde eritilmesini ister. Mustafa Kemal kabul etmez, Karabekir’den “gereğinin yapılmasını” ister.

 

TKP grubunu taşıyan tren 22 Ocak 1921’de Erzurum’a vardığında, Muhafazai Mukaddesat adlı fanatiklerin saldırısıyla karşılaşır. Grubun İngiliz yanlısı Hürriyet ve İtilaf Partisinden olduklarını, Rusya’da Türk esirlere işkence yaptıklarını söyleyerek saldırırlar. Suphi ve yoldaşlarının yönü 504 km uzaklıktaki Trabzon’a çevrilir. Resmi söylemle, “Oradan sınırdışı edileceklerdi.”

 

Yolda yemek verilmez, konaklama sağlanmaz, aşırı soğuk ve kar altında kağnı ile yol alırlar. Geçtikleri Bayburt, Gümüşhane, Maçka’da saldırıya uğrarlar, dövülürler, yüzlerine tükürülür. Kafile 28 Ocak’ta Trabzon’a varır. Öfkeli fanatikler bekliyordu. Hakaret, tükürüp, yumruk yağmuru altında motora bindirilirler, ama 10-15 askerle birlikte. Arkalarından çetebaşı Yahya Kahya. Suphi ve 13 arkadaşı, 28-29 Ocak 1921 gecesi Karadeniz’de katledilirler. M. Kemal, Trabzon Müdafaayi Hukuk Cemiyetini telgrafla kutlar (Emrah Cilasun, Mustafa Suphi ile Yoldaşlarını Kim Öldürdü?)

 

Kafilede M. Suphi’nin eşi de vardı. Trabzon’da gruptan alınır, kötü amaçlar için kullanılır. Araştırmacı Ayşe Hür’ün aktardığına göre; Rus asıllı ve adı Meryem, Maria ya da Semiramis olan kadın, Yahya Kahya tarafından alıkonmuş, satılmış, Rize’de bir oturak alemi sırasında öldürülmüştü (Taraf, 25 Ocak 2009).

 

Burada talimatı vereni, yürüteni ve tetikçisi bilinen bir devlet cinayeti, devlet tecavüzü vardır. Bu, gelenek oldu ve günümüze kadar sürmektedir, Hrant Dink ve Tahir Elçi cinayetlerindeki gibi.

 

Dersim’i kim katletti?

 

1937-38 Dersim Kürt Soykırımına yolaçan harekat emri Mustafa Kemal’e ait. Celladının kitabıyla poz vermek, bir Dersimli için nasıl övünç müdür, utanç mıdır?

 

Türk devleti öyle bir devlettir ki, ülkeyi komünist yapar ama Kürt’ü istemez. Söylediğim aslında sömürgecilerin ortak bir karakteridir. Avrupalı işgalcilerin Kuzey Amerika kızılderililerine ve siyah derililere yaptıklarını biliyoruz, biliyor sanıyoruz. En çok hangisine düşman oldular? Siyahlara? Hayır. Kızılderiliye düşman, başta onu köleleştirir ve birbirine karşı savaştırırlar. Köle kızılderiliyi kimse bilmez.

 

 

Sömürgeci, kızılderiliyi silah derili ile evlendirir, aileyi ve çocuklarını siyah diye kaydeder. Tüm derdi kızılderilinin sayısını azaltmak, ismini tarihten silmektir. Siyah Afrika’dan gelmedir, Amerika’da toprak talebi yoktur. Kızılderili yerlisidir, toprağın sahibidir, toprağını istiyor. Kürtlerin durumu tam da budur.

 

Kürt dediğimizde şu tepki bilinirdir; “Türk, Kürt, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum, herkes var, hepimiz kardeşiz, neden sadece Kürt?” Kürt cevapta zorlanır. Cevap verdiğim örnektedir. Türkiye’de Ermeni’nin toprak sorunu vardı, Türk köklerini kuruttu. Yunan’ın vardı, katliamlar ve karşılıklı mübadele oldu. Arapların çok sayıda devletleri var. Çerkes dışardan gelme, toprak sorunu yok. Kürt ise eşittir toprak, gaspedilmişini istiyor.

 

“Kürt olmayın da ne olursanız olun, isterseniz Dersim komünist olsun”. Önceleri Dersim tüfekli nostaljik yaz sosyalizmi alanıydı. Çoktandır Kürtlükten uzaklaştırma projelerine eklenti ütopistlerin nostalji alanı gibi.

 

Ben her olaya devletin Kürt politikası açısından da bakarım. Çok acı, son seçimle çemberin iyice daraldığı görülüyor. Diğerleri bir yana, ya Dersim’de yapılan? Dalga geçerek yapıyorlar. Sahi Dersim’i kim katletti?


(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)