Güney Kürdistan bağımsızlık referandumu ve olasılıklar
Güney Kürdistan’ın devletleşme sürecinde ilk adım olarak görülen bağımsızlık referandumunun yakın bir zamanda yapılacağı, Kürdistan federe yönetimi yetkililerince açıklandı. Söz konusu bağımsızlık referandumu son yıllarda gündemde olmasına karşın, birçok iç ve dış siyasal faktörler ile IŞİD işgalinden dolayı gerçekleştirilemedi.
2005 yılında 275 sandalyeli Irak Meclisi için yapılan genel seçimlerde Kürdistan'da gayriresmi referandum sandıkları kurulmuş ve halkın yüzde 99’u bağımsızlıktan yana evet demişti. Bununla beraber, toplanan 2 milyona yakın imzayla Birleşmiş Milletler’e başvuruda bulunularak, Kürdistan’ın bağımsızlığı için referandum talep edilmişti.
Aralık 2005’te kabul edilerek yürürlüğe giren Irak Anayasası'nda Kürtlerin talep ve ısrarlarına rağmen Kürdistan’ın kendi geleceğini kendisinin belirleme hakkına ilişkin net ve açık bir hüküm mevcut değil. Buna karşın Anayasa'nın giriş kısmının son paragrafında, “Irak’ı oluşturan grupların özgür iradeleriyle bir araya geldikleri” vurgulanmaktadır.
Halbuki Kürtlerin, özgür iradelerinden ziyade, iradeleri dışında Irak’la birlikte olmak zorunda kaldıkları bilinen bir gerçektir. Kürtler bu vurguya atıfta bulunarak, “özgür iradeyle” nasıl bir araya gelindiyse, “özgür iradeyle” de ayrılabilineceğini belirterek bağımsızlığı hayata geçirmek istiyorlar.
Öte yandan Irak Anayasası'nda federe bölgelere anayasa yapma zorunluluğu getirilmemiş, fakat federe bölgelerin idari, siyasi yetki ve sorumlulukları genel hatlarıyla merkezi Anayasa’da tarif edilmeye çalışılmıştır.
Buna karşın Güney Kürdistanlı siyasal güçler, 2002’den bu yana bölge anayasası yapmaya çalışmışlardır. Fakat kendi aralarında bir uzlaşının sağlanamaması sonucunda bunu gerçekleştirememişler, sadece taslak anayasalar düzeyinde konuyu tartışmışlardır. Bu taslak anayasalardan biri de Kürdistan Demokrat Partisi’nin Irak Federe Kürdistan Bölgesi için 2002’de sunduğu anayasa metnidir. Taslak metnin giriş bölümünde Kürtlerin kendi geleceklerinin kendilerinin belirleme hakkı açık bir şekilde “self-determinasyon” kavramıyla şu şekilde ifade edilmiştir:
“Anavatanları Kürdistan'da binlerce yıl yaşamış eski bir halk olan Kürtler, tıpkı dünyanın diğer ulusları ve halkları gibi, self-determinasyon hakkını kullanabilecek niteliklere sahip bir ulustur. Self-determinasyon hakkı, Birinci Dünya Savaşı sonunda çıkarılan ve ilkeleri uluslararası hukukun temeli haline gelen Woodrow Wilson'ın on dört maddelik prensiplerinde kabul edilen bir haktır.”
Kuşkusuz anayasalar politik konjonktüre göre hazırlanan siyasi ve idari toplumsal sözleşmelerdir. Irak Anayasası Kürtlerin veya farklı kimlik ve mezheplerin ayrılma hakkına hiçbir atıfta bulunmamaktadır. Buna karşın Bağdat’ın ulusal kimliklere, mezheplere ve bölgelere yetki devri ve paylaşımı üzerine inşa edilmiştir.
Çok uluslu ve mezhepsel kimliklerin temel kolektif hakları ile idari ve siyasi açıdan Irak Anayasası ademi merkeziyetçi yönüyle Ortadoğu şartlarında teorik olarak ileri bir anayasadır. Pratik uygulaması ise toplumsal aktörlerin bunu ne kadar içlerine sindirebildikleri ve uygulayabildikleriyle ilgili bir durumdur. Sorunun can alıcı, kırılma noktası da burasıdır.
Kürdistan Federe Hükümeti, Bağdat merkezi hükümetinin Anayasa’ya riayet etmeyerek ihlalde bulunduğunu belirtmektedir. Anayasanın 140. maddesinde yer alan, başta Kerkük olmak üzere “tartışmalı” bölgelerde en geç 2007’de referanduma gidilmemesi, Kürdistan’ın payına düşen yüzde 17’lik bütçenin tırpanlanması, peşmergeye silah ambargosu ve benzeri konular Anayasa'nın ihlalinde belli başlı sorunlardır.
Irak Anayasası’nın inşa sürecinde Kürtler tek başlarına bir aktör değildiler. Şiiler, Sünniler, Hristiyanlar, Türkmenler ve Asuriler ile asgari müştereklerde uzlaşarak, uluslararası toplumun gözetiminde Irak Anayasası’nı yaptılar. Anayasaya ‘evet’ derken de, bunun nihai bir çözüm olduğu değil, nihai çözüme giden bir başlangıç olduğunu kabul ederek onayladılar. Yani yeni Irak, Kürtlerin için nihai bir son değil, bağımsızlıklarına ulaşmada yeni bir başlangıç olmuştur.
Benzer bağımsızlık referandumları ve modeller
Bağımsızlık referandumu deneyimlerine ilişkin üç örnek model önümüze çıkmaktadır. İlk iki modeli Britanya ve İspanya modelleri olarak adlandırabiliriz. Birinde referandum yetkisi yerel diğerinde ise merkezi parlamentodadır.
Britanya modelinde referandum yetkisi yerel mecliste olan, ucu açık bir modeldir. Britanya’yı oluşturan ulus devletler İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler, referandum yoluyla Birleşik Krallık’tan ayrılma haklarına, yerel meclislerinin referandum kararı vermeleri ve çıkacak evet sonucu ile ulaşabilirler. Bu açıdan yerel meclisin aldığı karara ve çıkan referandum sonucuna Londra uymak zorundadır. 2014 İskoçya bağımsızlık referandumu bu konuda hafızlarımızdaki taze ve en son örnektir. Uluslararası temayüllere göre meşru bir referandumun geçerlilik koşulu, katılımın yüzde 55 ve çıkacak sonucun da yüzde 50’den fazla olmasını gerektirir.
Ucu kapalı olarak tanımlayacağımız model ise İspanya modelidir. Her şart altında Baskların, Katalanların ve Galiçyalıların bağımsızlık referandumunun Madrid, yani merkezi meclis tarafından onaylanması gerekir. Madrid’in onaylamadığı bir referandumun sonucu ne olursa olsun geçerliliği yoktur. Yani Britanya’nın tersine yerel meclisin kararı, merkezi meclisin üstünde değil altındadır. Bu yüzden Katalanların defalarca tekrarladıkları bağımsızlık referandumları Madrid tarafından geçersiz kabul edilmektedir.
Güney Kürdistan’ın olası bağımsızlık referandumunun hukuki sonucu ve içeriği İspanya modeline benzese de daha çok uluslararası hukuk, emperyal ve bölge devletlerinin tavrı açısından üçüncü bir model diyebileceğimiz Kosova deneyimi ile benzerlikler içermektedir. Bu açıdan Kürtlerin, Kosova bağımsızlık sürecini iyi irdelemeleri gerekir.
Kosova iki kez bağımsızlığını ilan etmiştir. İlk ilan Eylül 1991’de yapılmıştır. Kosova halkının bu kararı ne uluslararası düzeyde ne de Yugoslavya içinde karşılığını bulmamıştır. Buna karşın Kosovalı Arnavutlar, Sırp yönetimi içinde “gölge devlet” kurarak ve sivil itaatsizlik eylemleri başlatarak 2008’e kadar gelmişleridir.
2008 yılında ilan edilen ikinci bağımsızlık, devletleri ve uluslararası kurumları Kosova konusunda iki ayrı kutba bölmüştür. Örneğin İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Romanya, Rusya, Sırbistan, Azerbaycan ve Slovakya, Kosova’nın bağımsızlığına karşı tavır almışlardır. Bu karşı duruşlar, söz konusu devletlerin siyasi sınırları içinde veya dışında Kosova örneğine benzer sorunlara sahip olmaları ve Kosova modelinin kendileri için emsal teşkil etmesini önlemeye yönelik olduğu gayet açıktır.
ABD ve İngiltere’nin Kosova’nın bağımsızlığındaki rollerinden dolayı bir kısım çevreler Kosova’yı “emperyalizmin uydu devleti” olarak tanımlamışlardır. Oysa bu değerlendirmeler eski Yugoslavya’nın oluşumu ve dağılımının tarihsel ve sosyolojik gerçeklerini göz önünde bulundurulmadan yapılan yüzeysel, sığ ve marjinal ideolojik "anti emperyalist" değerlendirmelerden öteye bir anlam ifade etmemektedir.
Kudüs Üniversitesi akademisyenlerinden uluslararası ilişkiler uzmanı Shlomo Avineri, bir ulusal hareketin başarılı olması için, jeopolitik müttefiklere sahip olması gerektiğini, böylesi müttefiklerden yoksun olan bir hareketin ise, çoğu zaman başarısız olduğunu belirtir. Avineri, söz konusu müttefiklerin akraba devletler, genelde ise emperyal güçler olduğunu vurgular. Müttefiklerin emperyal aktörler olması durumunda ise, bunun ulusal hareketi anti emperyalist duruş ve self-determinasyon hakkını emperyalizmin güdümünde gösteren suçlama ve tartışmalara yol açtığını ifade eder.
Bu tespit sadece Kosova açısından değil, gerek Güney ve gerekse Rojava Kürdistanı'ndaki siyasal güçlerin, bölgedeki söz konusu emperyal aktörlerle neden iş ve güçbirliği yapmak zorunda olduklarının mevcut reel politikanın anlaşılmasında önemli bir saptamadır. Eğer tarihsel olarak daha da gerilere gidersek, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve benzeri Balkan ülkelerinin Osmanlı’dan ayrılarak devletleşmelerinde Rusya ve Britanya gibi emparyal devletlerin desteklerini görürüz.
Irak’a dönersek, şuan uluslararası toplumun Erbil ile Bağdat’ı barıştırma ve uzlaştırma siyaseti ağır basmaktadır. Oysa Kürtler, uzlaşıdan ziyade, sorunun kesin olarak çözümünü; yani Güney Kürdistan’ın bağımsızlığında uluslararası toplumun taraf olmasını ve Bağdat’a baskı yapmalarını arzu etmektedirler.
Uluslararası toplum ise buna Iraklıların karar vereceği bir konu diyerek, daha basit bir ifade ile topu taça atmaktadırlar. Çünkü Bağdat ve Erbil uluslararası toplumun müttefikleri olmakla beraber; Irak modeli de uluslararası toplumun oluşturduğu bir modeldir. Bu modelin kısa sürede deforme olması, suların durulmadığı Ortadoğu'da uluslararası toplum açısından kabüllenilmesi oldukça zor ve kötü bir sınav anlamına gelecektir. Bu açıdan bağımsızlık öncesi geçiş süreci uzlaşısı olarak Kürtlere konfederasyon önerile bilinir. Fakat Kürtler konfedere bir Irak’ı şu ana kadar telaffuz etmeyerek, Kürdistan’ın bağımsızlığı üzerinden süreci inşa etmeye çalışmaktadırlar.
Bundan dolayı Erbil’in Bağdat’ı ikna etmesi ve anlaşmaları hem Kürdistan açısından hem de uluslararası toplum açısından önem arz etmektedir. Bu anlaşma kendi Kürt sorunlarının çözümsüzlük siyasetinden dolayı Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı olan bölge devletleri ve onların siyasal uzantılarının Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı politikalarını boşa çıkarabilecek bir çözümdür.
Bu yıl içinde yapılması planlanan olası Güney Kürdistan bağımsızlık referandumu ne ilk ne de son referandum olabilir. Ama Bağdat ile başlayacak zorlu müzakerelerin ilk raundu olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Güney Kürdistan bağımsızlık sürecinde mevcut dünya deneyimlerini göz önünde bulundurmanın yanı sıra, sürecin beklenmedik farklı bir seyir izlemesine de tanıklık edebiliriz.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)