Kürtlerde aşiret olmak
Belleğini yitirmiş, diline ve kültürüne yabancılaşmış bir milleti her türlü yalana inandırabilir, ona kendisini hiç olmadığı şekilde anlatarak tiksinmesini sağlayabilirsiniz.
Kürtlerin son iki yüz yıllık öyküsü budur. Kürt mirliklerinin 1850’lerde tarih sahnesinden çekilmesiyle Kürdistan dış müdahalelere tamamen açık hale geldi.
Osmanlı devletinin ayakta kalmak ve Osmanlı-Rus savaşlarında cephelere asker sevk etmek için taze kana ihtiyacı vardı. Bunun için Kürdistan iyi bir maden kaynağıydı. Ancak Kürtleri dizayn etmeden bunu yapabilmesi imkansızdı. Bunun için en etkili silah dindi. Çoğunluğu Müslüman bir milleti, din üzerinden manipüle etmek kolaydı.
Gittikçe Türk faşizmine evrilen Osmanlı, bir taraftan şeyh ve tarikatlar üzerinden Kürtleri itaatkar vatandaşlara dönüştürmeye çalışıyor, diğer taraftan toplum doğasını bozarak yapay bir ağalık ve aşiret sistemi kuruyordu.
Bu durum Kürt toplum yapısı ve siyasasında büyük tahribatlara yol açsa da, Kürtler binlerce yıllık köklü bir ulustu ve tamamen dönüştürülmesi imkansızdı. Tıpkı tehcir ve jenosidle ortadan kaldırılması mümkün olmadığı gibi.
Ancak bu politikaların Kürtlerde çeşitli komplikasyonlara yol açtığı göz ardı edilemez. Kürt toplum yapısı belli oranda allak bullak oldu. Kürt siyaseti yer yer söylemini kaybedip fantezilere kapıldı. Başla ayak, gözle kulak yer değiştirdi, felsefi mecralarda yapılması gereken tartışmalar siyasi söylemlere dönüştü.
“Erkek kötüdür! Aile kötüdür! Aşiret kötüdür! Ulus kötüdür! Devlet kötüdür!” türünden mesnetsiz genellemeler aldı başını gitti. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik şeklindeki ilk iki basamağını bile ulusal olarak gerçekleştiremeyen Kürtlerin bu tartışmaları siyasi söylem olarak benimsemesi Kürtlerin kendi kendini öğütmesi anlamına geliyordu.
Kötü erkekler vardır. Kötü aileler vardır. Kötü devletler vardır. Hatta Müslüman dünyada erkeklik, aile ve devlet büyük oranda kötü kurgulanmıştır. Ancak bunu absürt ve ekstrem ifadelerle siyasi söyleme dönüştürmek, bir toplumun temeline dinamit döşemekten, kaş yapayım derken göz çıkarmaktan farksızdır.
Paracelcus’un “Her şey zehirdir, hiçbir şey zehir değildir. Mühim olan dozdur” sözü bunu anlatır. Bu ince çizgiyi görmezseniz “Su kötüdür, yemek kötüdür, parti kötüdür, arkadaşlık kötüdür, yaşamak kötüdür” demeniz işten bile değil.
Kürt toplum yapısının tarihi ve toplumsal olgularından biri olan aşiret de böyledir. Birçok kavramın geçmişten günümüze anlam değişimine uğradığını göz ardı ederseniz anakronizme düşmeniz kaçınılmaz.
Aşiret olgusunu Türk dizileriyle tanıyamazsınız. Tüm dünyada farklı formlarına rastlanan bu olgunun bir başka toplumdaki tanımı üzerinden Kürtlerdeki aşiret yapısını da anlayamazsınız. Sosyalizmin Kürdistan gerçeğine yabancı kavramları da işinizi göremeyebilir. Aynı şey feodalite, burjuvazi ve aristokrasi gibi kavramlar için de söz konusu.
Bir ulusu tanımak kolay değildir. Yaş sürenizi ve gözlem çevrenizi (köyünüzü, mahallenizi) aşan bir durumdur. Hele de bu ulus, Kürtler gibi sömürgeleştirilmiş ve tüm değerleri yağmalanmış bir ulus ise. Bu durumda daha sorumlu davranmak ve derinlikli araştırmalarda bulunmak zorundasınız.
Geçmişte geniş Kürt kitleleri için bambaşka anlamlara sahip aşiret kavramı, günümüzde Kürdistan’ın kuzeyinde olumsuz çağrışımları olan bir kavrama dönüştürüldü.
Oysa büyük Med imparatorluğunu kuran 7 Kürt aşiretinin ittifakıydı. Hazbani aşireti Eyyübi imparatorluğunu, Humeydi ve Beşnevi aşiretleri Mervani devletini, Şadi aşireti Şadi Hanedanlığını, Berzikani aşireti de Hasanveyhi devletini kurmuştu.
Kürtlerin en eski sosyal ve siyasi organizasyonları olan aşiretler, aile ve kan bağından çok yerleşik olunan bölgenin adıyla anılır. Barzani aşireti adını bir aileden değil, Barzan bölgesinden alır. Bu bölgede yaşayan tüm aile ve inançlar akrabalık bağı gözetilmeksizin Barzani aşiretindendir.
Malinowski’nin dediği gibi kültürün temel gerçeği, insanların sürekli gruplar halinde örgütlenmesidir. Bu gibi grupların ilişkileri, Rousseau’nun “Toplum sözleşmesi”ne benzeyen bir anlaşmayla, bir geleneksel yasa ya da töreyle düzenlenir.
Haviland’a göre soy grupları ya da sülaleler (lineages), klanlar (clans), boylar (phratries), kollar (moieties) toplumların karşılaştığı pek çok sorunu çözümlemede çok etkilidirler.
Kürtlerde aşiret olmak, lokal bir dayanışma evrenine sahip olmaktır. Habitusunu korumak, zora düştüğünde bir dayanağı bulunmak, şüphe ve savrulmadan korunmaktır. Kötülük yaptığında utanacağı birilerinin olmasıdır.
Aşiret örgütlenmesi Kürtlere özgü bir örgütlenme biçimi değildir. Kürt aşiretlerinin kurdukları ittifaklarla devletler kurması ve aileden çok bölge adıyla anılmaları gelişim ve değişime açık olduklarını göstermektedir.
Kürtlerde aşiret devletin küçük bir prototipidir. Dışarıdan müdahalenin kabul edilmediği bir toprak parçası, lideri ve meclisi (divanhane) vardır. Suçluları cezalandırma ve sorunları çözme (yargı) fonksiyonuna sahiptir.
Bu durum Kürt mirliklerinin yıkılmasından sonra da Kürtlere özerk egemenlik alanı oluşturduğundan Türk devletince tehlikeli görülmüş, bu nedenle 1925 Abdülhalik Renda Raporu ve Şark Islahat Planı gibi metinlerde aşiret yapısının ortadan kaldırılması hedeflenmiş, zararlı aşiret listeleri çıkarılmıştır.
Ancak bundan önemlisi bu kavramın Kürt bilincindeki yeridir. Kavramlara yüklenen anlamlar, pratikte sorunlar olsa da, maksad ve muradı açıklar.
Aşiret kavramının Kürt bilinç ve belleğindeki yerini anlamak için Kürtçeye, Kürt atasözlerine ve Kürtlüğün temel yazılı kaynağı Mem û Zîn'e başvuracağız.
Bir ulusun karakterini anlamak için dil en açıklayıcı veridir. Kürt dili aşiret olmayı asaletle ilişkilendirir. Kaba ve kötü davranışlar sergileyen kişiye “Ma tu ne ji eşîran e” (Sen aşiret değil misin) denir. “Eşîr dixwin nanê sêlekê, mitirb dixwin nanê êlekê.” ifadesi de “aşiret olma”yı medeni davranışla açıklar. “Ava Miradê nabe şîr, mirovê bêesil; ne dibe mîr ne dibe eşîr” (Murat nehri süt olmaz, köksüz insan ne Mir olur ne de Aşiret) sözü de aynı anlamları destekler.
Ancak konumuz açısından en çarpıcı Kürt atasözü “Kengî behr bû şîr, wê Tirk bibin eşîr” (Deniz süt olduğunda, Türkler aşiret olur) ifadesidir. Bu söz Kürtlerin aşiret kavramından anladığını açık seçik ortaya koyar. Kürtler için aşiret olmak asaletli olmak, medeni olmaktır. Barbarlık, aşiret olmanın zıddıdır.
Peki bu asaletin Kürtlükle ilişkisi nedir?
Kürtlük düşüncesinin mimarı Xanî, 350 yıl önce "Kürtler marifetten yoksun ve köksüz demesinler diye" yazdığı Mem û Zin kitabını yazma motivasyonunu şöyle açıklar: “Xanî kemalsizliğinin kemaliyle, kemal meydanını boş buldu. Yoksa mükemmel ve bilgin olduğundan değil, belki taassup ve aşiret olmaklığından. Hasılı ister inad, ister çaresizlikten, alışılmışın dışına çıkıp bu bid’atı ortaya koydu. Saf olanı itip tortuyu içti, Deri gibi diriltmek için Kürtçeyi seçti”.
Ölümsüz Xanî’nin “Yeˈnî ne ji qabil û xebîrî / Belkî bi teˈessub û ˈeşîrî” ifadesi bize “Aşiret olma”nın doğrudan Kürtlükle ilişkili olduğunu gösteriyor. Çünkü o “taassup ve aşirliğinden” kendi aşiretiyle ilgili değil, Kürt ulusuyla ilgili kurucu metin olacak bir kitap yazmıştır.
Gerek Kürtçe dil hafızasının gerekse de Kürtlüğün kurucu metni Mem û Zin’in önümüze koyduğu sonuç şudur: Kürtlerde aşiret olmak, Kürt olmaktır. Kürtlük asalet ve onuruna sahip çıkmaktır.
Devletlerin mahkemeleri, valilikleri, orduları, orduların taburları, bölükleri olduğu gibi ulusların da bileşenleri ve alt katmanları vardır. Aşiret, Kürtlüğün bir alt katmanıdır. Ona anlam katan ulusal bilinçtir. Ulusal bilinçten yoksun bir birlik anlamını yitirir ve her türlü savrulmaya açık hale gelir. Aynı şey parti, örgüt ve cemaatler için de geçerlidir.
Elbette insanı yücelten aslı, aşireti ve ulusu değil erdem, adalet ve yaşama kattığı değerdir. Insan bedeninin her bir uzvu damar, sinir, kan ve et gibi süfli şeylerden oluşmasına rağmen, kimse uzuvlarını kesip atmaz, aksine gözü gibi bakar. Doğal kimlikler de böyledir.
Kürtler aşiret yapısının işlevi kalmadı, demode oldu, soruna dönüştü diyebilir. Ancak aşiret olmayı aşağılamaz, kötü görmez. Bu, Kürt belleğinden yoksun olmak, kendine düşmanın gözüyle bakmak, asl ü asaletten yoksun olanların peşinde kaybolmaktır. Olması gereken, aşirete karşı çıkmak değil, onu devletle taçlandırmaktır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)