Fidel Castro’dan Muhammed Haci Mahmud’a
Castro yermeler, övmelerle gitti. Onu övüyorum ama keşke o resimler olmasaydı! Resimler beni 1984’e, KDP’nin Büyük Zap üzerindeki askeri karargahına götürdü.
Nehrin bir yakasında dik yamaçlı dağa yaslanmış cezaevi vardı. Avrupalı tutuklular da vardı. Bağdat Baas rejimine çalışan mühendis ve askeri uzmanlardı.
Kapitalist Avrupa’dan olanlar, konuşkan, neşeli idiler, okuyor, yazıyor, çiziyorlardı. Sosyalist ülkelerden olanlar ise, somurtkanlardı, konuşmuyor, dünyaya küsmüş halleri vardı. Sadece yiyiyor ve tam da öğlen yemeği vakti, karşımızda küçük çukurlarına sıçıp duruyorlardı...
İsmen sosyalisttiler ama ırkçı bir diktatöre hizmet ediyorlardı. Irak ordu silahları sosyalist ülkelerden geliyordu. Savunma sistemi, o ülke uzmalarının ürünüydü.
Sosyalizm jeopolitik nedenlerle emperyalist çıkarlara kirletiliyordu. Kurban da Kürtler’di. Kimin umurundaydı ki?
Koca Castro, insan hiç Saddam ve Ahmedinecad’la fotoğraf çeker mi hiç?
Tahir Elçi
Katledildiğinde tereddütsüz devlet/iktidarı göstermiştim. Aradan bir yıl geçti. Katiller halen sır, savcılık soruşturması yerinde sayıyor. Dediğime gelinmedi mi?
Elçi’yi kimin emirle hedef haline getirdiğini bilmiyor muyuz? Türk adalet sisteminin tetikçinin emrinde olduğunu bilmiyor muyuz? Madem ki katili tanıyoruz, neden yüksek sesle haykırmıyoruz?
Ahmet Türk
1978’de Ankara’da gözaltına alındım. Bahçelievler semtinde MHP Genel Merkezine yakın karakolda tutuldum. Ziyaretçimin olduğunu söylediler.
Ellerinde bir karton Parliament sigarası, Ahmet Türk ve amcasının oğlu Beşir karşımdaydılar. İlk defa karşılaşıyorduk. Alçakgönüllülükleri ve cesaret verici sözleri beni çok etkiledi. Kendimi borçlu hissettim, ama ödeme fırsatı elime geçmedi.
Beşir bizde Süleyman idi. Uzun süreli arkadaş olduk, Lübnan, Suriye, Batı ve Doğu Kürdistan’da... Mütevaziliğini, fedakarlığını tarif edemem. Yaşlıydı ama herkesten önce koşuyordu her zorluğa. Yorgunluk tanımıyordu. Öyle de gitti kalleş ölüme.
Köşklerinde misafirperverliklerini, çevre köylerde yurtseverliklerini gördüm ve çok sayıda akraba yiğit ve şehitlerini tanıdım.
Ahmet Türk hatasız mıdır? Salih Müslim’in şehit oğlu için sınırın güneyine başsağlığına gitmişti. Ama YPG kurşunlarıyla hayatını kaybeden Kürt sivillerin ailelerine uğramayı unutmuştu. Yanlışın kaynağı malum olduğundan, o, Ahmet Türk’ün büyüklüğünden bir şey eksiltmez.
Ahmet Türk’ün tutuklanmasını, Kürt halkının hapsedilmesi gibi görüyorum. Devlet şunu söylüyor bize: “Bu ülkede efendi Türkler, köle Kürtler’dir. Efendi köleyi hapseder de öldürür de!” Hayır mı diyorsunuz?
Doğu Perinçek
Eşi Şule, kocasının tutukluluğu döneminde kendisini ziyaret etmeyip, Ahmet Türk’ün eşini ziyaret ettiği için Deniz Baykal’a ateş püskürdü. Sözcü’den Rahmi Turan da “Ahmet Türk’ün Kürtçülüğünü” ileri sürerek saldırı korosuna katıldı.
Şule hanım, Ahmet Türk’ün üzerinde olduğu ahlaki temel ile sevgili kocası Doğu Perinçek’in altındaki ırkçı, ahlaksız zemini birbirine karıştırıyor olmalı.
Korkut Eken
Şirvan maden felaketinin acısı büyük. Ama bana asıl dokunan şu: Maden şirketinin yürütmesinde “Refik Güray Eken”in adı da geçiyor. İsim tek başına bir şey ifade etmiyor ama babası “Korkut Eken”in birlikte çok şey ifade ediyor.
Kontrgerilla 1985’te Botan’da Korkut Eken’le işe başladı. Ölümlerle ünlendi o. Mehmet Eymür-Hiram Abbas’ın MİT’i ve Mehmet Ağar-Ünal Erkan’ın polisi arasında paylaşılmaz oldu. Katillere suikast eğitimi veriyordu.
Sadece Kürt öldürmeyi değil, parayı da çok seviyordu. Mehmet Eymür ve Mahmut Yıldırım’la (Yeşil) Antalya’da buz fabrikası işine giriyor, sonunda ibreyi Mehmet Ağar ve “Özel Birim”inden yana çeviriyordu. Çetenin kasası olmuştu.
Tetikçi Abdullah Çatlı ona “bunak” diyordu. Zararı yok. O, Kürt öldürmek ve yakınlarından aldığı haracı saymakla meşguldü. Şu sözlerinin anlamı şimdi çıkıyor ortaya: “Bölgenin aşiret reisleriyle ilişkim çok iyi!”
İktidara bağlı Ciner Holding; onun katil Park Elektrik Maden Şirketi; kan pislik yuvası baba oğul Ekenler; Kürdistan’daki talan; Kürt işbirlikçiler; katledilen Kürt aydın, işadamları; toprak altındaki işçiler... Hangisine kızalım? Hangisine yanalım?
Mesud Barzani
Son günlerde Kürdistan sorununun çözümü için barışçıl, diyalog ve müzakere yöntemini bir daha vurguladı o. Çağrının adresleri mi?
İran din maskeli milliyetçi, katı otokratik bir devlet. Sekülerizm ve demokrasi düşmanı. Tahran için Kürt sorunu, “Allaha karşı olmak”la bir.
Türkiye’nin yaptığı, tüm Kürtleri ilgilendirmesi gereken açık bir soykırım. Suçun rejisörü iktidardadır ve işi sonuna kadar götürmek istiyor.
Suriye mi? Kiminle? Ne zaman? Nasıl? Yarın ne olacağını kim okuyabilir?
Irak? Güney Kürdistan yeni bir savaş hazırlığı içinde değil midir? Hem de Şiilerle?
Mesaj umut ve iyimserlik dolu. Ama muhataplar adam olsalar. Onlar, Kürtlere karşı işbirliği yaptıkları günlerin özlemi ve çalışması içindeler halen.
Muhammed Haci Mahmud
Kürt Sosyalist Demokrat Partisi’nin ünlü lideri şu anlamlı sözlerle tam da gerçeğin üstüne bastı: “Amerika’nın bizi biraraya getirdiği günler geride kaldı.”
1998 Eylül’ü olacak, ABD’nin kadın Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Mesud Barzani ile Celal Talabani’nin ellerini tokuşturuyordu.
Muhammed Qazi’nin oğlu Ali Qazi’nin şu sözleri aklımdadır: “Gördün mü? Amerikalı kadın ellerini nasıl da zorla biraraya getiriyor.”
Resim bugüne tam da uyuyor: Elele vermesek, devleti bırakın, diğer kazanımları da riske sokarız... Albright da artık yok...
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)