Yeni Irak, eski Irak’ın mirasçısı mı?

Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Bağdat yönetimi iktidar mirasçılığı konusunda oldukça hassas davranıyor. Yeni Irak, bir önceki Irak’ın mirasçısı mı? Ya da Saddam’ın devrilmesini devletin sona erdiği bir nokta olarak varsayıp yeni bir devletin doğuşu olarak mı davranalım?

 

Bağdat bu konuda çifte standartlı yaklaşıyor. Bir taraftan Saddam’ın bölgesel ve uluslararası zeminde yaptığı bütün anlaşmalara bağlılığını ortaya koyuyor, diğer taraftan yeni Irak’ın eski Irak’ın mirasçısı olduğu söylemine karşı çıkıyor. Bağdat yönetimi şimdi bile Saddam’ın Türkiye ile yaptığı anlaşmaya bağlı kalarak Türk askerinin kilometrelerce Irak toprakları içerisinde Kürtlere karşı operasyon yapmasına müsaade ediyor. Bağdat yönetimi, Kürtlere verdiği desteğini durdurması karşılığında İran’a toprak ve su vaadinde bulunduğu anlaşmalara bağlılığını hala sürdürüyor. Bağdat, halen Irak’ın genel bütçesinden Kuveyt yönetimine verilmesi kararlaştırılan tazminatı vermekten geri durmuyor.

 

Ülke içerisinde de hala Saddam ve Baas rejiminin faşist amaçlarına ve stratejilerine hizmet eden bir takım yasa ve uygulamalar yerine getiriliyor. Baas - Devrim Başkanlık Konseyi kararları hakkında fesih etmeye yönelik bazı adımlar atılmasına rağmen hala bazı kararları uygulanıyor. Ancak Saddam’ın Kürtlere karşı işlediği hiçbir suçun sorumluluğunu taşımak istemiyorlar. Hata son dönemlerde Irak Ağır Ceza Mahkemesi Enfal soykırımı, Feyli Kürtlere ve Barzanilere yönelik soykırımı ve Halepçe katliamı gibi suç dosyalarını reddetmek için ellerinde her hangi bir belge olmadığını bahane ederek, Irak devletini hukuki sorumluluk altında bırakmamak adına bu suçların kişilerin işlediği suçlar şeklinde nitelendirerek cezanın faturasını şahıslara kesti.

 

Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde iki tür düşünce vardı. Saddam’ın işlediği suçların sorumluluğunu almayarak Irak’ın üst düzey makamlarında göz dikenler vardı. Ülkenin politika ve rejim değişikliği yükümlülüklerini yerine getirmenin önünde engel olmadığını düşünen karşı bir görüş vardı. Onlar yeni Irak’ın ahlaki ve hukuki bütün yükümlülüklerinin yerine getirmesi gerektiğini savunuyordu.  Özellikle devletin kendi vatandaşlarına karşı işlediği suçlar karşısında sorumluluk sahibi olması gibi.

 

Ancak bu girişimler başarısız oldu. Sonuç itibariyle Irak, Saddam’ın dışa olan borç ve yükümlülüklerinin mirasçısı olarak hepsinin bedelini ödemeye devam ediyor. Ve yine Saddam’ın işlediği suçların sorumluluğunun Irak hükümetine yüklenmesi zorlarına gider hale geldi. Mağdur olanlara yönelik değil maddi tazminat, manevi tazminat bile vermekten geri durdular.

 

Kürdistan Bölgesi’nde özellikle Enfal ve Halepçe katliamlarının yıl dönümlerinde ve yine birkaç haftadır Irak’ın güneyinde bulunan toplu mezarların açılması için çalışmalarının yapıldığı bu dönemde Irak’ın resmi bir şekilde Kürt halkından özür dilemesi talebi gündeme getiriliyor. Ancak Bağdat değil özür dilemeyi bu konu biz niye Saddam’ın yerine özür dileyelim diye serzenişte bulunuyor.

 

Kürtler bu konuyu gündeme getirdiklerinde Şii taraflar oldukça rahatsız oluyor. Ama Kuveyt’e Saddam’ın yaptıklarından dolayı tazminat ödemesini biliyorlar. Yine Saddam döneminde yapılmış bölgesel ve uluslararası anlaşmalara bağlı kalmayı biliyorlar.

 

Bu sorunun Saddam’ın devrilmesinden sonra Irak Cumhurbaşkanlığı görevini Kürtlere verilmesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir durumda da Irak Cumhurbaşkanlığının önde gelen ismi Irak adına özür dilemeli. Bu görev Kürtlerde olmasaydı eminin geçtiğimiz 14 yılda cumhurbaşkanlığı görevinde bulunanlar defalarca Bağdat’ın özür dilemesi gerektiğini dile getirirlerdi.

 

Ama şu an durum farklı, çünkü Irak Cumhurbaşkanlığı görevi Kürtlerde. Bedel ödemiş bir toplumun temsilcisi olarak Cumhurbaşkanı makamını yürüteceksin ve yine kendi halkından özür dileyeceksin! Böyle bir şey olur mu?

 

Bu denkleme çözüm bulmamız gerekiyor. Söz konusu nedenden dolayı Bağdat yönetimi bu ahlaki sorumluluktan kaçmamalı. Uygun bir organizasyonda bu hassas durumun aşılması adına bütün Irak halkı adına resmi bir şekilde özür dilemesi konusunda Irak Başbakanı ile bu konuşulmalı. Bu adım bir taraftan bir manevi tazminat olacak, aynı zamanda bu devletin geçmişte yaşanan suçları tekrarlamayacağına dair bir teminat olacaktır. Sorumluluktan kaçmak devletin önceki devlet düşünce yapısından kurtulmadığı anlamını taşımaktadır.

 

Dünyada buna benzer örnekler mevcuttur. Yeni kurulan bir devletin sorumluluk almadan bir önceki rejimin yaptıklarının aynısını tekrarladığı görülmüştür. Bu durumun tam tersi de mevcuttur. Almanya Hitler döneminde Yahudilere karşı katliamlar yaptı, ancak devlet hala bu konuda sorumluluk üstlenerek Yahudilerin mağduriyetini gidermeye çalışıyor. Hiçbir siyasi parti veya şahsiyet çıkıp da biz niye yıllar önce işlenen bir suçun bedelini ödeyelim diye bir söylemin içerisine girmiyor. Yarın öbür gün Almanya’da bir siyasi partinin sorumluktan kaçtığı görülürse eminin bütün dünyada tehlikeli bir gelişme olarak yankı bulacaktır.

 

Ermenilere karşı soykırım suçunu neden kabul etmiyor diye hala Türkiye’yi eleştiriyoruz ve Ermenilerden özür dilemesi gerektiğini savunuyoruz. Ancak yeni Türkiye’nin politikası, ideolojisi ve coğrafi sınırları bile Osmanlı devletinden farklı. Türkiye’de bölgedeki diğer ülkeler gibi Osmanlı gövdesinden oluşmuş bir ülkedir. Bir Türk mirasçısı olarak Osmanlı devletinin işlediği suçların sorumluluğunu üstlenmeli.

 

Olayın doğruluğunu ispatlamaktan kaçıyorsan, sorumluluktan kaçıyorsun demektir. Bu da yeni Türkiye devletinin zihniyetinde bu tür suçları işlediğinin göstergesidir. Türkiye’de son yüz yıldır ard arda gelen bütün iktidarlar bu gerçeği ispatladı. Bu durumun aynısının geleceğin Irak’ında yaşanacağını varsayarsak yanlış olmayız