Kürtçe yasağına Orhan Miroğlu’ndan değerlendirme: ‘Yavaş babam yavaş!’

Haber Merkezi – AK Parti’li Kürt siyasetçi Orhan Miroğlu, Kürtçe trafik uyarı yazılarının silinmesi ve halay çektikleri gerekçesiyle tutuklanmalara dair yorum paylaştı.

Son günlerde DEM Parti’nin yönetimindeki belediyeler cadde ve sokaklara Kürtçe trafik uyarıları yazıyor.

Kürtçe yazılar Valilikler tarafından siliniyor ya da üstü kapatılıyor.

Diyarbakır, Van ve Batman’ın yanı sıra Nusaybin ve Dargeçit gibi ilçelerde de benzer uygulama oluyor.

Benzer şekilde Kürtçe parçalar eşliğinde halay çeken pek çok kişi gözaltına alındı ya da tutuklandı.

AK Parti 25. ve 26. dönem Mardin Milletvekili ve MKYK Üyesi Orhan Miroğlu konuya dair X hesabından paylaşımda bulundu.

Miroğlu’nun değerlendirmesi şöyle:

“Hêdî kelimesi Kürtçe.

Yavaş anlamına geliyor.

Ve bir de PÊŞÎ PEYA, önce yayalar anlamına gelen iki kelimelik ve trafik uyarısı olarak kullanılan Kürtçe bir cümle var.

‘Yavaş’ kelimesinin Kürtçe’si, hiç beklenmedik bir alandan, trafikten hayatımıza hızlı bir dalış yapınca, Milan Kundera’nın “Yavaşlık” romanını hatırladım ve biraz daha iz sürünce kelimenin felsefi bir anlamı olduğunu da gördüm:

“Yavaşlık felsefesi, hızlanmış varlıklar ve olaylar arasında yavaşlamanın olanakları üzerine düşünmenin bir yoludur. Bireyin ruhsal, bedensel dinginliğini sağlamanın yanında, daralan bir gezegende diğer canlılara yer açmak için durmayı bilmektir.”

Yani yavaşlamak, durup düşünmek, ‘daralan bir gezegende diğer canlılara yer açmak’  hepimizin felsefi bir ihtiyacı aslında.

Felsefi ve tarifte gördüğünüz gibi aynı zamanda insani bir ihtiyacı ifade eden bir kelimenin Kürtçe’sinden bu denli korkmak niye peki?!

“Kime ne zararı var”

Halkın büyük çoğunluğunun gündelik hayatında anadilini konuştuğu bazı şehirlerde şurda burda Kürtçe’yi de hatırlamanın bir iki caddeye bir iki kelime Kürtçe trafik uyarısında bulunmanın kime ne zararı dokunuyor anlamak gerçekten zor.

Çoktan tarihe karışmış yasakların gündeme bir şekilde yeniden gelmesinin üzücü sonuçlar yarattığını,  bizi böldüğünü görmek lazım.

Ama istismara da elbette müsaade edilemez.

Bu paylaşımı yazdığım sırada bir arkadaşım bir video yolladı.

Videoda bir genç kız Valilik duvarına Pêşî Peya diye yazıyordu!

“Provokatif tutum”

Bu tutum Kürtçe’ye sahip çıkmak diye görülemez ve provokatif bir tutumdur. Red edilmelidir ki toplumun çoğunluğunun bu provokatif tutumu red ettiğinden hiç şüphe yoktur.

Gelelim şu marş meselesine Ölürüm Türkiyem artık bir marş değil, dillerde bir türkü; birşeylere alet edilmediği sürece duygulara güçlü bir şekilde seslenen bir türküdür.

Diyarbakır cezaevinde 50’nin üstünde marş ezberlemiş ve bu marşları yaklaşık dört yıl boyunca ve her gün en az sekiz saat söylemiş biri olarak söylemek isterim ki, bu marşların hiç biri- Çanakkale Marşı/ ya da Türküsü hariç- aklımda kalmadı. Çanakkale Marşını da,  içinde bulunduğumuz durumu iyi anlattığı ve severek okuduğumuzu anladıkları için de, bir gün bir gardiyan geldi ve bu marşı yasakladı!

Yani sırf eziyet olsun diye bir marşı bir türküyü söyleyerek veya dinleterek ülke sevgisi yaratamıyorsunuz maalesef!

Halaya durmak üzerinden gerçekleşen tartışmalar da benzeri bir vahamet yaşanıyor!

Kimi dünyadaki bütün Kürtleri halaya durmaya çağırıyor kimi halaya durmanın yasaklandığı yalanını yayıyor!

Ama aklı selim herkes biliyor ki, Kürtlere halay yasağı(!) bir yana; Türk ve Kürt gençlerimizin birbirleriyle evlendiği düğünlerde Türkler ve Kürtler kol kola omuz omuza halaya da horona da, zeybeğe de beraber duruyor!

"Artık mümkün değil"

İşin aslı şudur:

Abdullah Öcalan’a tecrit uygulandığı iddiasıyla yürütülen bir kampanya var, bir takım gençler bu kampanyanın içine sürüklenerek örgüte ait bir takım şarkıları çalıyor ve örgüt sloganları atıyor.

Ve bu yolla Öcalan’ı ve PKK’yı- hem de bu siyasi iklimde -akılları sıra “meşrulaştırabileceklerine” inanıyor!

Oysa bu artık mümkün değil!

Türkiye’nin Kürtler’in halay çekmesine yasak koyduğunu söylemek ne vicdanla ne insafla bağdaşır.

Ortadoğu bir ateş çemberinden geçerken, ülkelerin sınırları parçalanır, etnik- milli savaşlarla yokoluşa adım adım yaklaşılırken; kavga- döğüş de olsa, yüzyıllardır bir arada yaşamayı başarmış halkların dili ve kültürü üzerinden etnik- hınç ve öfkeyi kışkırtmak, bu yolla ulusal psikolojileri keskin ve kırılgan birer fay hattı haline getirmek, Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüklerin başında gelir.

Kötülere teslim olamayız, olmamalıyız.

Türkçe ve Kürtçe’nin statüsü, değeri, kullanımıyla ilgili farklı görüşlere sahip olabiliriz.

Ama her iki dile de saygı esas olmalıdır.

Dünya yanıyor biz neyle uğraşıyoruz, inanın çok kısa bir zaman sonra hatırlamak bile istemeyeceğiz bu absürtlüğü!

Bu yüzden de kimse kızmasın lütfen kendi adıma HÊDÎ YABO HÊDÎ-diyorum!

Yavaş babam yavaş!”