Mezar yerleri hâlâ bilinmiyor: Şeyh Said ve dava arkadaşları 99 yıl önce bugün idam edildi
Haber Merkezi – Şeyh Said ve 47 dava arkadaşı 98 yıl önce bugün (29 Haziran 1925), Türk Şark İstiklal Mahkemesi tarafından şekli bir mahkemede yargılanıp Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda idam edildi.
Şeyh Said ve dava arkadaşlarının idamının üzerinden 99 yıl geçtiği halde mezar yerleri hala bilinmiyor.
Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması için Diyarbakır Barosu tarafından açılan dava son olarak reddedilmişti.
Ankara 5’inci İdare Mahkemesi geçtiğimiz günlerde Türkiye İçişleri Bakanlığı'nın Şeyh Said ve 46 dava arkadaşına dair “mezar yerlerine ait arşiv kaydının bulunmadığı" yönünde verdiği beyanlar üzerine davanın reddine karar vermişti.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kürtlere yönelik baskı ve yok sayma uygulamalarına karşı 13 Şubat 1925’te Diyarbakır Piran’da (Dicle ilçesi) başkaldıran Şeyh Said ve 47 arkadaşı 29 Haziran 1925’te idam cezasına çarptırıldı.
Şeyh Said ayaklanması nasıl başladı?
1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesinin Kolhisar köyünde dünyaya gelen Şeyh Said, Nakşibendi Tarikatı’nın önemli şeyhlerindendi. Dini eğitimini Hınıs’ta tamamladı.
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtlere verilen sözlerin tutulmaması, yeni devletin Kürt inkarı üzerine bina edilmeye çalışılmasına karşı duran Şeyh Said 1923’te Albay Cibranlı Xalid Beg yönetimindeki “Kürt İstiklal (Azadi) Cemiyeti” ile ilişki kurdu.
1923 yazının sonunda Yusuf Ziya Hınıs'a Şeyh Said'in yanına gitti. Yapılan görüşmede, ayaklanmanın örgütlenmesi yolunda anlaşmaya varıldı. 1923-1924 kışında Kürt önderleri, Palu’da yaptıkları toplantıda, Kürt hareketinin gizli çalışmalarının güçlendirilmesini kararlaştı.
Bu haberin Ankara’ya ulaşmasının ardından bizzat Mustafa Kemal'in emriyle, Yusuf Ziya ile Cibranlı Xalid Beg yakalanarak askeri mahkemede yargılanmak üzere Bitlis'e gönderince, Şeyh Said Kürt İstiklal Cemiyeti başkanlığına seçildi.
Asıl amaçları, ayaklanmat-yı 21 Mart 1925’te (Newroz da) başlatmaktı. 5 Şubat 1925’te Şeyh Said, yüz silahlı ve bir grup ileri gelenle birlikte Hani'den yola çıktı. Piran'a (Dicle) gelerek kardeşi Abdurrahim'in misafiri oldu.
Aynı gece Abdurrahim’in evine gelen jandarmalar Şeyh Said'ten, evde bulunan 10 Kürd'ün kendilerine teslim edilmesini istedi. Bunun üzerine Şeyh Said, “buraya beraber geldik ve onlar arkadaşımızdırlar. Sizden ricam, ben burada olduğum sürece onlara herhangi bir kötülük etmemenizdir. Ben buradan çıktıktan sonra istediğinizi yapmakta serbestsiniz” diye cevap verdi.
Askerlerin söz konusu kişileri almakta ısrar etmesi üzerine halkla askeri birlik arasında çatışma çıktı. Askerlerden bazıları öldürüldü, diğerleri de esir edildiler. Şeyh Said, Kürtlerin genel bir ayaklanmaya hazır olmadıklarını biliyordu. Bu nedenle Piran’da meydana gelen olayı sınırlı tutmak için Genç'e gitti.
Fakat kardeşi Şeyh Tahir’in 10 Şubat'ta Lice postanesine el koyarak iki yüz adamla beraber Genç'e gelip el koyduğu bütün para ve belgeleri Şeyh Said'e teslim etmesi ayaklanmanın fiilen vaktinden önce başlamasına yol açtı.
14 Şubat'ta Şeyh Said, sayıları on bine varan beraberindekilerle Genç'e el koydu. Ayaklanma kısa sürede dört vilayeti kapsayan geniş bir alana yayıldı.
20 Şubat 1925’te Hanili Salih Bey kuvvetleri kendisine katılarak Lice ve Hani'ye el koydu. 28 Şubat’ta Şeyh Şemsettin'e bağlı kuvvetlerden büyük bir bölümü Diyarbakır yakınlarında kendisine katıldı.
Öte yandan Şeyh Said'in kardeşi Abdurrahim, 29 Şubat’ta Maden nahiyesinde (Elazığ'ın ilçesi) ayaklandı. Şeyh Eyüp de beş yüz savaşçı ile Çermik'te Şeyh Abdurrahim'e katıldı ve ikisi birlikte Ergani'ye yöneldiler.
28 Şubat'ta Palu Şeyh Said'in ve o zaman yirmi bin savaşçıya ulaşan Kürt ordusunun karargahı oldu. Burada, Mardin, Ergani ve Maden’de bulunan Kürt kuvvetlerinden haber alıyorlardı.
Kürt kuvvetleri Diyarbakır'ı ele geçirmek için 11 Mart gecesinde savaşçılardan seçilmiş bir kuvvet Mardin Kapı’dan şehre girmeyi başararak şeyhin destekçileri arasına katıldılar.
Aynı gece yüz elli Kürt çatışmalarda yaşamını yitirdi. Şeyh Said, askerlerine geri dön emrini verdi. Şeyh Said, diğer şeyh ve aşiret reisleriyle Dara Hêni'yi terk ederek, 27 Mart'ta Çapakçur'a gitti. 6 Nisan'da Türk hükümeti kuvvetleri Çapakçur'a girince, Şeyh Said beraberindekilerle (300 atlı) Solhan'a çekilmek zorunda kaldı.
Sıkıyönetimin ilanı ve İstiklal Mahkemeleri
Ayaklanma başladığında 23 Şubat günü Türkiye bakanlar kurulu acil bir toplantı yaparak, olağanüstü durum ilan edip, ayaklanma bölgesinde bir ay süreyle sıkıyönetim kararı aldı. Meclis de bu kararı onayladı.
Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkari illeriyle Erzurum'un Hınıs ve Bingöl'ün Kığı ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi.
Meclis’te 4 Mart tarihinde 58 nolu Takriri Sükun Kanunu çıkarıldı ve hükümete geniş selahiyetler verildi.
Bu kanun yürürlüğe girer girmez dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün önerisi ile İstiklal mahkemeleri kurulmasına karar verildi.
Birincisi Ankara da kuruldu. Yetkileri sınırlı ve bütün Türkiye içindi. İdam kararlarını TBMM'nin onaylanması gerekiyordu. İkincisi ise, Vilayeti Şarkıyye’ye (Kürt kenleri) bakan sınırsız yetkili mahkemeydi.
Şeyh Said’in başına ödül konuldu
General Kemalettin Sami Paşa, Kürt meselesiyle ilgili hükümetin önünde üç temel görev bulunduğunu; birinci olarak ayaklanmaya karşı acımasız ve kanlı bir bastırma gerektiğini, ikincisi olarak, ayaklanmaya katılsın, ya da katılmasın; bütün Kürtlerin silahsızlandırılacağını, üçüncüsü de; Kürtlerin ülkenin diğer yörelerine çoğunluğu oluşturmayacak bir biçimde dağıtılması ve Türklerin Kürt yörelerine yerleştirilmesi gerektiğini açıkladı.
Hükümet, Kürtlere karşı siyasetinde genel olarak bu üç noktayı yerine getirdi.
Nisan başında askeri komutanlık, yaptığı açıklamada 'Şeyh Said'i sağ yakalayanın bin altın lirayla, (8 bin kağıt lira) ölü getirenin yedi yüz altın lirayla ödüllendirileceğini; “onunla birlikte olan ya da yönetimi altında çalışanlardan kim ki onu sağ ya da ölü teslim ederse affedileceğini ve ödüllendirileceğini” belirtti.
Nisan ortalarında Cibranlı Kasım'ın ihanetiyle Genç Ovası'nda ayaklanmanın esas kuvvetlerinin etrafı sarıldı. Şeyh Said ve ayaklanmanın diğer önderleri, Murat Çayı üzerindeki köprüde yakalandılar. Şeyh Said ile beraber yakalananlar arasında Şeyh Abdullah, Şeyh Ali, Şeyh Galip, Reşit Ağa, Temur Ağa ve 26 Kürt direnişçisi vardı.
Meclis, Diyarbakır ve Ankara’daki İstiklal Mahkemeleri’nin görev sürelerini altı ay daha uzattı ve idam kararını yerine getirme yetkisini bu mahkemelere verdi.
Şeyh Said: Yeter ki torunlarımız mahçup düşmesin
Diyarbakır İstiklal Mahkemesi'nin sonuçlanmasından sonra 27 Mayıs 1925'de Kemal Fevzi, Hacı Ahti, Seyid Abdulkadir'in oğlu Seyid Mehmet, Kör Abdullah Saadi ve Hacı Askeri, Diyarbakır'da idam edildiler...
Diyarbakır İstiklal Mahkemesi, 29 Haziran’da da Şeyh Said'in önderliğinde ayaklanmaya katılan 47 kişi hakkında idam kararı verdi. Karar ertesi gün infaz edildi.
Şeyh Said idam sehpası önünde şunları söyledi:
“Dünya yaşantımın sonu geldi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İlerde torunlarımızın bizden dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için yeterlidir.”
Şeyh Said boynuna ip geçirilmeden mahkeme üyelerinden Saib Bey ve Diyarbakır Valisi Mürsel Bey’e dönerek “Mahşerde hesaplaşacağız” dedi ve ayağının altından tabure çekilerek idam edildi.
Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarı nerede?
Şeyh Said ve arkadaşlarının mezar yerlerinin nerede olduğu hala bilinmiyor. Hatta kişisel eşyaları dahi ailesine teslim edilmemiş. Dönemin İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya 25 Temmuz 1957’de Dünya gazetesine verdiği mülakatta vasiyetinin, kişisel eşyalarının ve bir miktar parasını kendisine teslim ettiğini, kendisinin de İçişleri Bakanlığına ilettiğini yazıyor.
Fakat ne emniyet kayıtlarında ne de Jandarma’nın arşivinde Şeyh Said’in kişisel eşyalarına ait bir belgenin olmadığı, mirasçılarına yetkililer tarafından 2009’da belirtilmiş.
Şeyh Said’in mezarının nerede olduğuna dair henüz resmi bir açıklama da yapılmış değil. Şeyh Said’in torunlarından Diyadin Fırat, Şeyh Said ve arkadaşlarının naaşının Diyarbakır Dağkapı’da Yenişehir Sineması ve Askeri Gazino arasında bir mevkide defnedilmiş olabileceğini söylüyor.
Daha sonraki yıllarda bu mevkiiye askeri lojmanların yapılmış olması mezar yerlerinin belirlenmesini de zorlaştırıyor.
Şeyh Said ve Dava Arkadaşları Derneği’nden açıklama
Şeyh Said ve Dava Arkadaşları Derneği de yaptığı açıklamada konuya dair açıklama yaptı.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Bugün 29 Haziran 2024 halkımızın inanç ve özgürlüğü için hayatlarını feda eden Kürdistan şehidi Şeyh Said ve Dava Arkadaşlarının şehadetinin 99. Yıl dönümüdür. Yüzüncü yılına bir yıl kala bu kutsal mücadelenin 2025 yılının Şeyh Said ve Dava Arkadaşlarının yüzyılı olmasını temenni ediyoruz şehitlerimizin aziz hatırasını saygıyla anarken, onların mücadelesinin ve fedakârlıklarının önemini bir kez daha hatırlatmak isteriz.
Kürt halkının imha ve inkârı üzerine kurulmuş olan cumhuriyete karşı ailelerini mallarını canlarını ve halkın bütün katmanlarını da katarak hak adalet ve özgürlük mücadelesini vermişlerdir.
Şeyh Said ve Dava Arkadaşları, Kürt halkının hakları, özgürlüğü ve onuru için büyük bir cesaretle büyük bedel ödeyerek emek ve mücadele vermişlerdir. Onların mücadelesi, zulme ve adaletsizliğe karşı bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Canlarını bu kutsal dava uğruna feda etmekten çekinmeyen bu kahramanlar, halkımızın gönlünde ebediyen yaşayacaktır.
Şeyh Said ve Dava Arkadaşlarının anısı, sadece Kürt halkı için değil, ülkede yaşayan tüm halklar için bir ibret vesikasıdır. Tarihin acı sayfalarından ders çıkararak, benzer acıların tekrar yaşanmaması için demokrasi ve insan hakları mücadelesini kararlılıkla sürdürmek zorundayız. Aynı zamanda hafızasız bırakılmak istenilen toplumun tüm bileşenlerini de duyarlı ve kararlı olmaya davet ediyoruz.
Bu vesileyle, Şeyh Said ve Dava Arkadaşlarının aziz hatıralarını yâd ederken, onların mirasını yaşatmak ve mücadelelerini devam ettirmek için kararlılığımızı bir kez daha vurguluyoruz. Halkımızın birlik ve beraberliğini koruyarak, özgürlük ve adalet için verdikleri mücadeleyi geleceğe taşımak en büyük görevimizdir.”