78 isimden ‘Barışa Çağrı’ deklarasyonu: 'En kötü barış, en haklı savaştan iyidir'

28-10-2023
Etiketler Barışa Çağrı Deklarasyon Ahmet Türk
A+ A-

Haber Merkezi – Aralarında siyasetçi, gazeteci, aydın ve sanatçıların bulunduğu 78 isim, Kürt sorununun çözümü için “Barışa Çağrı” başlıklı deklarasyonu kamuoyuna duyurdu.

Aralarında siyasetçi, gazeteci, aydın ve sanatçıların bulunduğu 78 isim, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümü için bir araya geldi.

Ahmet Türk, Eren Keskin, Fikret Başkaya, Hasan Cemal’in de arasında olduğu 78 isim, imzacısı oldukları “Barışa Çağrı” başlıklı deklarasyonu kamuoyuna duyurmak üzere İstanbul-Taksim’deki bir otelde buluştu.  

Toplantıya imzacılar dışında aralarında STK temsilcileri, akademisyen, siyasetçi, yazar ve sanatçıların da olduğu çok sayıda kişi katıldı.

Toplantının açılış konuşmasını imzacılar arasında yer alan İnsan Hakları Derneği (İHD) Onursal Başkanı Akın Birdal yaptı.

Deklarasyon ise, yine imzacılar arasında yer alan insan hakları aktivisti Nimet Tanrıkulu tarafından okundu.

Deklarasyonda şu ifadelere yer verildi:

“Türkiye, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü için 1993 yılından itibaren belirli girişimlerle devam eden süreçlerin sonuncusunu 2013-2015 yılları arasında yaşadı. Ancak bu son girişim de maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Bahsi geçen ‘çözüm sürecinde’ önemli gelişmeler de yaşandı. Bu süreçte Türkiye’de ilk defa çatışmasızlık ortamı ve ciddi bir toplumsal huzur ve barış iklimi sağlandı.  

İmralı’da Hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleştirilen görüşmeler, bu iklimi sağlayan en hayati faktörlerden birisi oldu. Toplumun geleceği için son derece belirleyici olan bu diyalog süreciyle ilgili özel bir kanun bile çıkarıldı. Ayrıca Hükümet tarafından Akil İnsanlar Heyeti oluşturuldu ve tüm Türkiye’de Barış ve Çözüm Süreci tartışılarak önemli raporlar oluşturuldu. Akil İnsanlar Heyetinin Türkiye’nin yedi bölgesinde yaptığı çalışmalar ışığında hazırladığı raporların ortak önermesi, Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümünün mümkün olduğu ve halkın buna desteğinin de tam olduğu yönündeydi. Tarihsel önemde gelişmelerin yaşandığı bu sürecin en temel özelliği hükümetin ve devletin birinci muhatap olarak görüştükleri kişinin, Kürt tarafının da işaret ettiği gibi Abdullah Öcalan olmasıydı.

 “Türkiye çoklu kriz sarmalına girdi”

2015 yılında Barış ve Çözüm Süreci akamete uğramış ve Türkiye hızla bir çatışma ve buna bağlı olarak gelişen ekonomik kriz başta olmak üzere çoklu kriz sarmalına girmiştir. 24 Temmuz 2015’ten beri kesintisiz ve derinleşerek Türkiye, Irak ve Suriye topraklarında devam ede gelen bu süreç, gelinen aşamada ülkeyi siyasi, hukuki, ekonomik, ahlaki, kültürel vb. birçok alanda güçten düşüren, yozlaştıran ve çürüten bir noktaya sürüklemiştir.

Bu dönemde Türkiye’nin rejimi, tamamen otoriter bir rejime dönüşmüştür. Öte yandan Türkiye’deki siyasi ve toplumsal muhalefet, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen bu dönüşümün önüne geçememiştir.

Otoriter yönetim, etkisini yoğun bir biçimde siyasi muhalifleri üzerinde göstermiş; yargı daha fazla siyasallaşmış, hapsetme politikası temel bir baskı aracı haline gelmiştir. Rejimin siyasi hedefleri doğrultusunda şekillenen bu dönem öyle bir aşamaya gelmiştir ki mevcut yasalar bile İmralı Ada Hapishanesi örneğinde olduğu gibi uygulanamaz hale gelmiştir. Ulusal ve uluslararası mevzuat, içtihat ve hukuk değerlerinden ciddi anlamda bir sapma ve içe kapanma süreci yaşanmıştır.

 Sorumluluk siyasi partiler ve TBMM’de

Tüm bu gerçekler karşısında toplumsal barışın inşası, her şeyden önce demokratik bir sistemin de en temel zeminidir. Barış konusunda kurucu görev ise çoğulcu, kapsayıcı ve dinamik yapısıyla toplumsal hareketlere ve TBMM’de grubu bulunan siyasi partilere düşmektedir. Toplumsal muhalefetin ve Parlamentonun savaş politikalarına karşı çıkarak, demokratik çözüm ve barış sürecini zorlaması, her iki zemini karşılıklı besleyecek, güçlendirecektir.

Barış sürecinin inşası, adeta bir yangın yerine dönüşen Ortadoğu gerçekliği düşünüldüğünde bugünün en acil insanlık görevidir. Barışın tarafında savaşın karşısında olmak ilkesel bir meseledir. Filistin’de, Kuzey ve Doğu Suriye’de, Irak’ta, Karabağ’da, Ukrayna’da insancıl hukuka aykırı uygulamaların her birinin karşısındayız, eleştiriyoruz. Ölümler ve zorunlu yerinden edilmeyle sonuçlanan bu politikalara ses çıkarılmaması, özellikle barış siyasetinin eksikliğinden ya da güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. ‘Yurtta barış dünyada barış’ ilkesinin ‘Türkiye’de barış Ortadoğu’da barış’ biçiminde ikirciksiz bir şekilde savunulması gerekmektedir.  

“Barışın kaybedeni olmaz”

Toplumsal sorunlar, diyalog-uzlaşı kültürüyle; eşitlik, adalet ve özgürlük değerleri referans alınarak çözülebilir. Bunun yolu ise amasız-fakatsız, içeride-dışarıda halkların eşitlik temelinde bir arada yaşamını savunmaktan geçmektedir. Çabamız, barışı aramak üzerinedir ve barış yolcusu olabilme cesaretine dairdir. Meşakkatli ama bir o kadar da onurlu bu yolun sonunda sağlanacak olan barış hali, toplumsal sağlığımızın inşasını da var edecektir. Toplumsal sağlığın inşası, sadece birey ve toplum olarak bizleri değil bir bütün olarak sistemin kendisini de güçlü ve sağlıklı hale getirecektir. Tam da bu nedenle ve bir kez daha ‘savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz’ diyoruz.  

Deklarasyonda Öcalan için çağrı

Barışın savunulması ve inşasında 1993-2015 tarihleri arasındaki girişimlerde görüldüğü üzere inisiyatif alıp çözüm üretebilecek muhatapların başında Abdullah Öcalan gelmektedir. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde kritik önemde rolü olan Öcalan, 32 aydır her türlü Anayasal ve yasal hakkından mahrum bırakılmıştır; kendisinden ailesi ve avukatları haber alamamaktadır. Bizler bu hukuksuzluğun bir an önce kaldırılarak Öcalan’ın haklarına saygı duyulması gerektiğini vurguluyoruz.

İnşasının Türkiye adına tarihsel önemde olduğuna inandığımız barışın toplumsallaşmasında Öcalan’ın çok önemli katkılar sunacağını düşünüyoruz. Buradan hareketle Hükümeti, hukuksuz tecrit uygulamalarına son vermeye çağırıyoruz. Siyasi ve toplumsal muhalefeti ise barış siyasetini güçlendirmeye davet ediyoruz. Son günlerde yaşanan gelişmelerin tekrardan gösterdiği üzere: ‘En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir’.”

Deklarasyonun imzacıları:  

Abdulhakim Daş, Ahmet Asena, Ahmet Faruk Ünsal, Ahmet Türk, Ahmet Uçar, Akın Birdal, Ali Duran Topuz, Ali Kenanoğlu, Atilla Yüceak, Ayşegül Devecioğlu, Azad Barış, Bahadır Altan, Birgül Asena Güven, Canan Kaplan, Canan Yüce, Cavit Uğur, Celal Fırat, Cengiz Çiçek, Cevdet Bağca, Dilek Gökçin, Doğan Özgüden, Ekin Yeter Moray, Elif Torun Öneren, Ender Öndeş, Erdal Doğan, Erdoğan Yalgın, Eren Keskin, Erol Katırcıoğlu, Ertuğrul Barka, Ertuğrul Mavioğlu, Ercan Altuntaş, Esengül Demir, Fatma Gök, Ferda Koç, Feryal Öney, Fikret Başkaya, Filiz Kerestecioğlu, Gamze Taşçı, Gülsüm Ağaoğlu, Hakan Öztürk, Hakan Tahmaz, Hasan Cemal, Hayrettin Belli, Hüseyin Aykol, Hüseyin Ayrılmaz, Hüsnü Öndül, İnci Hekimoğlu, İnci Tuğsavul, İrfan Aktan, Jülide Kural, Kadriye Doğan, Kanber Saygılı, Kezban Konukçu, Mert Büyükkarabacak, Mukaddes Erdoğdu Çelik, Musa Kulu, Müslüm Yücel, Namık Koyuncu ,Nejat Taştan, Nesimi Aday, Nimet Tanrıkulu, Orhan Alkaya, Oya Ersoy, Oya Öznur, Özgür Karabulut, Özgür Müftüoğlu, Pakrat Estukyan, Perihan Koca, Pınar Aydınlar, Rıdvan Turan, Seda Berzeg, Serhat Çakmak, Sinan Gökçe, Suna Aras, Şanar Yurdatapan, Yaşar Güven, Zeki Gül, Ziya Halis.

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli