Sancar, Sri Lanka modeline işaret etti: ‘Çözüm müzakere ve diyalogta’

Haber Merkezi – HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Çatışma sorununu veya çözümünü güvenlikçi askeri yöntemlerle ele alan yaklaşımların başarı oranı düşük olmuştur. Sonuçları da o toplumlar için ağır tahribatlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Tipik örneği Sri Lanka’dır” ifadelerini kullandı.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar İHD, ÖHD ve TOHAV tarafından organize edilen Tecride Karşı Barış Konferansı'nın açılışında konuştu.

İstanbul’da gerçekleşen konferansa Kürt siyasetçi Ahmet Türk, HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin, Öztürk Türkdoğan, ÖHD Eş Genel Başkanı İlknur Alcan, Asrın Hukuk Bürosu avukatları, Sinn Fein Temsilcisi ve çok sayıda kişi katıldı.

Sancar burada yaptığı konuşmada, şunları söyledi:

“Kürt sorununun en az 100 yıllık bir tarihi ve çatışmanın neredeyse 40 yıllık bir geçmişi var. İç içe geçmiş bu iki boyuta bir arada yaklaşmadan Kürt sorununa çözüm yolları bulmanın mümkün olmadığını söylememiz gerekiyor. Bu sorun sadece bizde yaşanmıyor, ilk defa da burada ortaya çıkmıyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde benzer sorunlar çeşitli dönemlerde yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Soruna yaklaşım pek çok boyutta çok önemli sonuçlar doğurur. Türkiye’de bu yaklaşımın tarihine baktığımızda Kürtlerin varlığının inkarıyla başlayan ve uzun süre devam eden bir politik anlayış göze çarpar. İnkarın açıkça artık sürdürülemez hale geldiği dönemde ise Kürt sorununun inkarı politikaları devreye sokulmuştur. Sorunun inkarının da imkansızlaşmasıyla artık çözümün reddi anlayışı hakim kılınmıştır.

Dünyada toplumsal sorunlar yüzde 60 oranında müzakere ve diyalogla çözülüyor

Dünyaya baktığınızda bu tür çatışma içeren etnik kimlik sorunların barışçıl yollarla, müzakere ve diyalogla çözümü konusundaki başarı sicili hiç de düşük veya umutsuzluk verecek düzeylerde değildir. Tam tersine Soğuk Savaş döneminde bile bu tür çatışmaların müzakereyle ve barış süreçleri içinde çözülmesi oranı yüzde 60’ın üzerindedir. Yani bu tür çatışmalı sorunların müzakere, diyalog ve siyaset yoluyla çözümü girişimlerinin yüzde 60’tan fazla sonuç verdiği örnekler dünyada yaşanmıştır. Son 25 yılda bu oran daha da artmıştır.

Sorunu çözmek için diyalog, müzakere ve siyasetin esas alınması sonuç alabiliyor. Tersi yöntemi deneyen ülkeler de oldu ve olmaya devam ediyor. Bunların çeşitli örnekleri ve bu örneklerin yarattığı çeşitli sorunlar var. Bunların sadece birine değineceğim. Diyalog ve müzakere yöntemi dışında kalan esas yaklaşım güvenlikçi anlayış ve askeri politikalardır. Bastırma, imha, tasfiye gibi boyutları olan bu siyasetin toplumlarda ne gibi sonuçlar doğurduğu, bir başarı elde edip edemediği de ayrıca tartışılması gereken önemli bir konudur.

Sri Lanka’da askeri yöntemler toplumlarda ağır tahribatlara neden oldu

Çatışma sorununu veya çözümünü güvenlikçi askeri yöntemlerle ele alan yaklaşımların başarı oranı düşük olmuştur. Sonuçları da o toplumlar için ağır tahribatlar şeklinde ortaya çıkmıştır. Tipik örneği Sri Lanka’dır. Biliyorsunuz Sri Lanka güvenlikçi anlayışın en başarılı örneği olarak sunulmaktadır. İmha politikalarını ve uygulamalarını acımasızca ve yaygın bir şekilde hayata geçirmenin sonuç alabileceğine dair bir örnek olarak gösterilmektedir. 2009 yılında çok büyük bir askeri operasyonla on binlerce insanın katledildiği, 60 bine yakın insanın akıbetinin belirsiz kaldığı bir dönem yaşandı. 25 yılı aşkın çatışma ve soruna yaklaşım böyle kapsamlı, sınırsız, insafsız bir askeri yaklaşımla ele alınınca o toplumda neler ortaya çıktı, hangi sonuçlar doğdu bunları kısaca hatırlatmak isterim. Sonra Türkiye’ye tekrar dönelim.

İmhanın başarılı örneği olarak sunulan Sri Lanka modeli ağır tahribatlar yarattı

Silahlı bastırma ve güvenlikçi anlayışa parlak bir örnek olarak gösterilen Sri Lanka 2009’dan sonra kısa bir "sakin dönem" geçirmiş olsa bile o politikaların etkileri çok derine işlemiştir. Toplumsal, siyasal ve ekonomik boyutlarda büyük tahribatlar yaşanmıştır. Sistem otoriterleşmiş, toplum tekçi anlayışla biçimlendirilmek üzere müdahaleye maruz kalmış, ekonomi bir talan-rant döngüsüne mahkum edilmiştir. Sonuç itibariyle bugün sadece Tamillere değil çoğunluğun dışında kalan diğer gruplara, Müslüman ve Hristiyanlara da aynı asimilasyoncu ve tasfiyeci politikalar uygulanmaktadır. Buna literatürde çatışma tuzağı diyoruz. Yani çatışmanın askeri yöntemle, sorunun güvenlikçi anlayışla çözülebileceğine yönelik inancın yarattığı tuzak kastedilmektedir.

Önce Kürtlerin inkarı, sonra sorunun inkarı, en son da çözümün reddi

Türkiye’de de çok uzun süre aynı anlayış hep masalarında olmuştur iktidarların. Sanki imha politikaları sonuç alabilirmiş ve Kürt sorunu bu şekilde yok edilirmiş gibi. Bu politikaların temelinde çözüm değil sorunu yok sayma ve görünür, tartışılır olmaktan çıkarma hedefi yatmaktadır. Uzun zaman Kürtlerin halk olarak inkarı, ardından sorunun inkarı, daha sonra da çözümün reddi anlayışı hep gündemde belirleyici yer tutmuştur. Belki de devlet politikalarının en iyi tarif edileceği formül aslında bu şekilde sorunu yok etmek değil sorunu, itirazları, talepleri ve direnişleri imhayla susturalım sonra bakarız anlayışıdır.

İktidar sınır ötesi operasyonlarla kendi varlığını sürdürmeye çalışıyor

İktidar özellikle sınır ötesi operasyonlar yoluyla yeniden bu söylediğim alanlarda kendi varlığını sürdürecek bir zemin yaratmayı hedeflemektedir, bunu görmek lazım. Hangi sonuçlar doğuracaktır, bu yöntem hangi hesaplara dayanmaktadır? Bu operasyon politikası açıktır. Bir defa Kürt siyasetinde tasfiye ve askeri anlayış dışında bir yöntem olmadığı algısı ve duygusunu yerleştirmeye çalışacaktır. Bunun üzerine toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecek ve siyasal muhalefeti de ayrıştıracaktır. Hesap bu."