Sivas Katliamı davası: Aileler adalet istiyor

Ankara (Rûdaw) - 28 yıl önce bugün Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılmak için Sivas'a giden çoğunluğu Alevi aydın ve ozanlardan oluşan 33 kişi, Madımak Oteli’nin ateşe verilmesi sonucu hayatını kaybetti. Katliamda yakınlarını kaybeden Nilgün Karababa, avukatların Sivas Katliamı davasını “devlete sattıklarını” iddia ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu nedenle başvurmadıklarını savundu. Ancak suçlamanın odağındaki avukat Şenal Sarıhan, davanın takipçileri olarak üzerlerine düşeni yaptıklarını söyledi.

2 Temmuz 1993'te Sivas'ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne birçok sanatçı ve fikir insanı için davet edildi. Şenliklerin gerçekleştiği Madımak Oteli, kentte toplanan kalabalık bir grup tarafından ateşe verildi.

Otelde 33 kişi kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi, 51 kişi katliam yaralı kurtuldu.

Nilgün Karababa, katliamda 20 yaşındaki ablası Gülsüm ile 21 yaşındaki kuzeni Handan ve çok sayıda arkadaşını kaybetti. Diğer aileler gibi Karababa ailesi de adalet talep ediyor.

“Devletle avukatlar masaya oturup davayı sattıklarını düşünüyorum”

Rûdaw’a konuşan Nilgün Karababa, “Davanın neresinden bakarsanız bir tutarsızlık var” diyerek şu ifadeleri kullandı:

“Böyle büyük bir katliam davasının Anayasa Mahkemesi’nde değil de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülmesi gerekiyordu. Şenal Sarıhan yıllardır bu davayı takip eden avukattır. Bu davayı devletle oturup Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeyelim diyen de Şenal Sarıhan’dır. Bizim bununla ilgili zaten bir çatışmamız var. Biz sadece dışarıdan hukuksal bir şeye uğramadık kendi içimizde de hukuksal bir yozlaşmaya ve satışa maruz kaldık. Bu (sadece) bir ihmal değil… Çok büyük bir dava var ortada ve ihmal olamaz bu. Çünkü ben Adalet Bakanlığı'ndan emekliyim. Dava ilk bittiği zaman ben bütün avukatların kapısını çaldım. Şenal Sarıhan da dahil, buna avukat Necati Yılmaz da dahil. O dönemde Pir Sultan Abdal Derneği'nin başkanı da avukattı. ‘Bu davanın 6 ayı bitiyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürelim’ dediğimizde hepsi kayıtsız kaldı. Kayıtsız kalmaları tabii bizde şey uyandırdı. ‘Neden bu davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konusunda kayıtsız kalınıyor’ diye sorduk.

Metin Feyzioğlu daha sonra ‘Nasıl olur da böyle büyük bir dava hemen gitmez’ diye bir toplantı yaptı. Oradan da bir şey çıkmadı. Şenal Sarıhan’ın böyle bir davayı neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmediği yönünde bize bir açıklama yapması gerekiyor. Ben bunu hep platformada söylüyorum. Kendisine de söyledim. Bize bir açıklama yapmak zorunda. Hem ben kendisiyle özel olarak konuştuğumda ‘Biz avukat arkadaşlarla oturup konuştuk, götürmemeye karar verdik’ dedi. Bu bir skandaldır aslında. Şimdi ‘bir basın açıklaması falan yapacağım’ diyor. Yani neyin kimin adına bizi oyalıyor? Bizim avukatımız falan değil Şenal Sarıhan. Biz avukatlıktan reddediyoruz. Hiçbir yerde bizi, kız kardeşimi temsil etmiyor. Şimdi de ‘yeniden yargılanma falan istiyoruz’ diyecek. Bir 30 yıl daha iç hukuk yollarının tükenmesini mi bekleyeceğiz? Bu iş çocuk oyuncağı değil. Ben burada devletle avukatların masaya oturup anlaştıklarını ve davayı sattıklarını düşünüyorum.”

“Tüm insanlığın gözü önünde bir katliam yaşandı”

Demokratik Alevi Dernekleri Ankara Şubesi Eş Başkanı Mustafa Karabudak da, “Bu katliam gündemde kalmalı, kamuoyu yaratılmalı. Madımak Katliamı tüp toplumun kanayan yarasıdır” dedi.

2 Temmuz 1993’te şehrin göbeğinde, tüm insanlığın gözü önünde bir katliam yaşandığını belirten Karabudak, “Her yıl yapılan anmalar etkinlikler, acıları tazelemek değil, hafızayı canlı tutmaktır. Biz de bu bağlamda şube ve genel merkezimizle çalışmalar yapıyoruz. Ankara’daki demokratik güçlerle bir basın açıklamamız olacak. 26 yıldır Ankara’da miting yapılırdı, son iki yıldır pandemi bahane edilerek mitingin engellenmesi davanın üstünü örtmektir” ifadelerini kullandı.

‘Devleti yüzleşmeye davet ediyoruz’

Mustafa Karabudak şöyle konuştu:

“Gelinen süreçte Anayasa Mahkemesi yeniden değerlendirecek ama şöyle bir gerçeklik var: 2012 yılında Madımak ana davası kapatıldı. Zaman aşımına uğratıldı. Almanya’da yaşayan 3 tane firari katil var. Onların dosyası ayrılarak dava devam ediyor. 3 katil üzerinden devam eden bir dava var. Türkiye hükümeti katiller hakkında ‘kırmızı bülten’ çıkarmadığı için yerleri ve adları bilinen bu kişiler adalete teslim edilmiyor. Madımak aileleri bundan dolayı ayrı bir dava olarak takip ediyoruz. Hollanda hükümeti sürece dahil oldu. Katliamda hayatını kaybeden Karine Kuana Hollanda vatandaşı vardı. Olaydan bir gün sonra cenazelerini alıp gittiler. Ailesi ve Hollanda hükümeti sahip çıkmadı. Aile müşteki olmadı. Diğer ailelerin ısrarı ve baskısıyla 20 Ocak 2021’deki davaya elçilikten iki kişi gözlemci olarak katıldı. Bundan sonraki davalara da katılacaklarını söylediler. Bu çok önemli, diplomasi oluşturulmalı. Hollanda hükümeti, Almanya’ya ‘bizim vatandaşımızı katleden katiller sizin ülkenizde, ya bize verin yargılayalım ya da Türkiye’ye verin’ demeli. Tek derdimiz katliamların üstü kapanmasın, örtülmesin. Bu dava insanlık davasıdır. Devleti yüzleşmeye davet ediyoruz, zorluyoruz. Hakikatin ortaya çıkması için yüzleşme şarttır. Unutulmamalıdır, unutulunca yeni bir katliamla yaşıyoruz. 17 Haziran’da İzmir’de Deniz Poyraz’ın katledilmesi bir Madımak’tır.”

“Davanın takipçileri olarak üzerimize düşeni yaptık”

Sivas Katliamı Davası avukatı Şenal Sarıhan ise “Dava katliamdan 20 gün sonra açıldı. 3 ayrı dava biçiminde açıldı. Davalardan biri toplantı ve gösteri yürüyüşü yasasına aykırılık, birisi örgüt üyeliği iddiası, birisi de adam öldürme davası olarak açıldı” dedi.

Davanın 20 günde açılmasının aslında eksik soruşturmayla açılmış olduğunun işareti olduğunu dile getiren Sarıhan, “Davanın takipçileri olarak üzerimize düşeni yaptık” dedi.

Sarıhan dava sürecini ise şöyle anlattı:

“Mahkeme, toplantı ve gösteri yürüyüşü yasağı ve adam öldürmeden ceza verdi. Örgüt üyeliğinden de ceza vermedi. Biz de kararı temyize götürdük. Her türlü kararı örgütler ve avukatlarla birlikte aldık. Temyizde karar bizim istediğimiz gibi bozuldu ve geri döndü. Dönüşten sonra da bu yolda karar verildi. Fakat davada yakalanan insan sayısı çok azdı, yakalandıktan sonra tahliye edilen insan sayısı çoktu. Tahliye edilenlerden bir bölümü hakkında idam cezası istendi ve idam cezası verildi bazıları hakkında. Bazıları hakkında bozuldu, bizim iç hukukumuza göre birisi aleyhine bir ceza bozulmuşsa mahkemenin muhakkak ona ‘ne diyorsun diye’ sorması gerekiyor.

Şimdi halen devam eden davalar bu grubun davası. Yani soru sorulmayan insanların davaları. Sonuçta 2001 ve 2002 iki ayrı yıl var. Kararlar kesinleşti. O tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma noktasında birincisi: biz müdahil tarafıyız, sanık tarafı değiliz, ikincisi: bizim istediğimiz gibi bitti dava. Yani yakalanmış olan sanıklarla ilgili olarak dava bizim istediğimiz gibi bitti. Diğerleri ayrıldı ve yargılanabilmeleri için aramalar devam ediyor iç hukuk yolunun diğer sanıklar yönünden tüketilmesi için. Biz bu davada ben dahil bir kaç arkadaş olarak yine de AİHM’e gitme önerisinde bulunduk. Ama ailelerin de olduğu kurul AİHM’e başvuru yapılmamasına karar verdi. Fakat aranmakta olan sanıklarla ilgili 2011 yılında dava yeniden yürümeye başladı. 7 sanık yakalandı.

Bu arada 2005 yılında insanlığa karşı suç bizim Türk Ceza Yasası’na girmiş oldu. Biz de dosyada buna yoğunlaştık. Sakın bunları ‘zaman aşımı’ndan düşürmeyin dedik. Çünkü yıl 2011, olay 1993’te olmuş. Yakalananlar 146/3’ten yargılanıyordu ve çok az ceza alacaklardı. İdam cezası almayacaklardı. Bu arada aranmakta olanların yakalanması için sürekli başvurularımız oldu. Kırmızı bülten ve ev aramaları taleplerimiz oldu. Fiilen davalar yürümeye başlayınca arada bir af yasası çıkma ihtimali vardı, bu değişiklikten hepsi yararlanmak istedi. O yasanın özgün yanı ‘örgütlü suçlar’ içindi. Bunlar örgütlü suçtan ceza almamışlardı. Ben de ilk aşamadan itibaren karşı çıktım. ‘Bunu nasıl uyguladınız’ bizim bilgimiz dışında, bir de tahliye ettiler onları. Bana önce itiraz ederek ‘taraf olmadığımızı’ söylediler. Bunlara itiraz edemezsiniz, bunlar hükümlü dediler. Fakat yanlış yapıldı diye savcılık itiraz etti. Bunlar için tutuklama çıktı ama bunlarda uçup gittiler.

“Benim temennim adil bir karar çıksın”

Avukat Şenal Sarıhan, Cafer Erçakmak dosyasında da ilginç şeyler olduğunu belriterek, “Erçakmak’ı Fransa’da ararken, Fransa adresi elimizdeyken, Türkiye’de evinden cenazesi çıktı ve mezara götürüldü. O süreçte insanlığa karşı suç savımız oldu. Çok iyi bir kamuoyu desteği vardı. Duruşma günü bütün adliye içi dışı doluydu. Mahkeme şöyle bir karar verdi: ‘Erçakmak yaşasaydı insanlığa karşı suç cezası verilebilirdi. Ama şu anda yaşamıyor, niye verilebilirdi çünkü o devlet memuru ve devlet memuru olduğu için insanlığa karşı suç işlemiş olurdu.’ Halbuki bu insanlığa karşı suçu şekli işkence suçları için söz konusu. İşkence görenlerle ilgili” dedi.

Sarıhan şöyle devam etti:

“Davada ilginç şeyler oldu, adamlar aranırken evlenmişler, çocukları olmuş, nüfusa gitmişler kayıt yapmışlar, askere gitmişler, ehliyet almışlar ve ellerini kollarını sallayarak dolaşmışlar. Böyle bir süreç yaşandı. Bu dava bitince iç hukukumuzda Anayasa Mahkemesi gündeme geldiği için hem uzayan yargılama hem soruşturmanın etkin yürütülmemesi hem yaşama hakkı ihlali gibi gerekçelerle müdahil taraf olarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Ama Anayasa Mahkemesi ancak 7 yıl sonra ele alabiliyor. Şimdi nasıl bir karar çıkacak bunu doğal olarak bilemiyorum. Benim temennim adil bir karar çıksın, bu tür kararlar katliamları önlesin ama ne yazık ki ülkemizde katliamlar devam etti, ediyor. Bunları engellemenin en önemli araçlarından biri elbette siyasi iradedir ama siyasi irade kadar bağımsız bir yargının gücü ve etkisi vardır. Böyle bir kararı bugün şu anda umut ettiğimi ifade etmek isterim.”