Erbil (Rûdaw) – Son dönemde başta Libya olmak üzere, bölgesel konular hakkında ABD-Türkiye paslaşması yeni bir yakınlaşmanın sinyallerini veriyor. Bu yakınlaşma doğal olarak karşıt taraflarla uzaklaşmayı getirecek.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 8 Haziran'da ABD Başkanı Donald Trump ile yaptığı görüşmenin ardından, "Libya'da ABD ile yeni bir dönem başlayabilir" açıklaması yapmıştı. Bu açıklama bir bakıma Türkiye’nin başta Libya’da olmak üzere, Suriye ve diğer bölgesel konuların tümünde ABD ile ortak hareket edilebileceğinin işaretlerini taşıyor.
Nitekim karşılıklı çıkarlar, son dönemde yaşanan gelişmelerle birlikte hesaplandığında sahada ibrenin Moskova’ya karşı Washington’a döndüğü görülüyor. Tabi ABD basını tafından sıkça işlenen Erdoğan ile Trump arasındaki ikili ilişkiler de bu yakınlaşmanın temelini güçlendiriyor.
Tüm bu planlar içerisinde Rojava ve Kürdistan Bölgesi’nde Kürtleri ilgilendiren boyutları da vardır muhakkak.
Ankara-Wahginton yakınlaşmasını birkaç başlık atında toparlamak mümkün.
Libya meselesinde ittifak ihtiyacı
Türkiye’nin Libya politikası bu ülkenin Akdeniz’deki planlarının bir parçasını kapsıyor. Plan, Akdenize kıyısı olan başta Mısır ve Yunanistan olmak üzere birçok devleti de rahatsız ediyor. Libya’daki denklem de bu plan üzerinden şekilleniyor.
Bu noktada Türkiye açısından savaşa açık taraf olduğu Libya’da ABD ile hareket etmek can alıcı meselelerin başında geliyor.
Zira Türkiye, Birleşmiş Milletlertarafından tanınan merkezi Trablus'ta bulunan Fayez al-Sarraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekliyor.
Buna karşın Tobruk merkezli General Hafter güçlerinin kontrolündeki Temsilciler Meclisi ise Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya'dan destek buluyor.
Son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’nin, yine Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el-Sisi’nin Libya konusunda Türkiye’ye gözdağı veren mesajları ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye’yi hedef alan açıklamalarına karşı Ankara’dan yapılan açıklamalar bölgedeki gerilimi daha da tırmandırır nitelikte.
Erdoğan Trump’ı ikna etti mi?
Erdoğan’ın 8 Haziran'da Trump ile yapılan görüşmede kendisine Libya konusunda uzun bir sunum yaptığı basında yazıldı çizildi. Hatta, Rojava operasyonu konusunda olduğu gibi Libya meselesinde de Trump’ı ikna ettiği iddia edildi.
Erdoğan’ın görüşmenin ardından, “Amerika ile Türkiye arasında süreçle ilgili (Libya) yeni bir dönem başlayabilir” ve “Hafter her an sürecin dışına atılabilir. Gelişmeler onu gösteriyor" şeklindeki açıklaması da buna yapılan bir vurguydu.
Erdoğan’ın aynı açıklama içerisnde Libya’da sahada yaşanan gelişmeleri anlatırken, “Bu durum Rusya'yı rahatsız ediyor. Hafter'in böyle bir derdi yok bütün gücü Rusya'dan geliyor” şeklindeki açıklaması da Moskova’yı Libya meselesinde ilk kez doğrudan ve açıkça eleştiren açıklama oldu.
Bu açıklamaların ardından 14 Haziran’da Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile Rusya Savunma Bakanı Şoygu ve Rus askeri ve güvenlik makamlarından oluşan heyetin Libya meselesini görüşmek üzere planladıkları Türkiye ziyareti iptal oldu.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, görüşmenin ertelenmesini buna bağlamasa da Libya meselesinde Rusya ile farklı görüşlere sahip olduklarını da gizlemedi.
Çavuşoğlu, Erdoğan-Trump arasında Libya konusunda olumlu bir yaklaşım olduğunu, ABD ile Libya'da ortak çalışma konusunda talimat aldıklarının altını çizdi.
Ardından 17 Haziran’da Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan oluşan üst düzey Türk heyeti Libya'ya giderek Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayez al Sarrac ile görüştü.
Libya hükümetinden yapılan açıklamada, ikili ilişkileri geliştirme yollarının ele alındığı; Türk kamu ve özel sektör şirketlerinin Libya'daki altyapı ve petrol konularındaki çalışmaları ve yatırımlarının görüşüldüğü belirtildi.
Akabinde 22 Haziran’da ABD'nin Trablus Büyükelçisi Richard Norland ve ABD Afrika Komutanlığı’ndan (AFRICOM) General Stephen Townsend ile beraberindeki askeri heyet, Trablus'a giderek Sarraj ile görüştü.
Tam da bu süreçte Rus paralı askerleri Wagner’in Libya’daki stratejik Şerare Petrol Sahasının kontrolünü sağladığı şeklinde haberler basına sızdı.
ABD'nin Libya Büyükelçiliği bu duruma tepki gösterekek, "(Rus) Wagner'in ve başka paralı yabancı savaşçıların, NOC'un Şerara tesisine yönelik utanç verici müdahalesi üzerine NOC'un duyduğu derin endişeyi paylaştıkları" açıklamasında bulunarak, bu müdahalenin, "Libya'nın egemenliği ve refahına doğrudan saldırı olduğunu" vurguladı.
Bu gelişmeler ABD’nin Libya meselesinde Türkiye ile hareket edeceğini kanıtlamış oldu.
Libya petrol ve önemi
Tabi Libya’daki çekişmenin temel nedeni ise bu ülkedeki enerji kaynaklarının geleceği ile bağlantılı. Mısır lideri Sisi’nin “Sirte ve Cufra kırmızı çizgidir” açıklamasının altında bu var.
Türkiye destekli hükümet güçleri, Hafter güçlerini Trablus ve Terhune vilayetinin tamamından çıkardıktan sonra sıradaki hedefi Trablus’un doğusunda yer alan Sirte ve güneydoğusundaki Cufra ile güneydeki petrol sahaları olarak belirledi.
Akdeniz sahil kenti Sirte Afrika ticaret yolunda önemli bir istasyon olarak kabul ediliyor. Cufra ise, Hafter güçlerinin kontrolündeki stratejik Askeri Hava Üssü'ne ev sahipliği yapıyor. Libya’nın coğrafi olarak tam ortasında yer alan bölge Hafter’e uluslarası müttefiklerinin gönderdiği hertürlü desteğin sağlandığı merkez durumunda.
Libya'nın güneyindeki Sahra Çölü petrol bölgesi oluyor. Burada bulunan Fizan bölgesi "kara altın madeni" Şerare Petrol Sahası, ülkenin tek başına en fazla ham petrol üretim kapasitesine sahip petrol kuyusu olarak öne çıkıyor. Şerare'nin yanı sıra El-Fil Petrol Sahası da bölgedeki önemli petrol yataklarından biri olarak tanınıyor. Bölgedeki iki petrol kuyusunun günlük toplam üretim kapasitesi 350 bin varile kadar çıkıyor.
Sarraj hükümetinin bu bölgedeki petrol yataklarına ulaşmasının sağlayacağı ekonomik getirinin yanı sıra bu bölgelerde kontrolü sağlamasının Sarraj hükümeti için kritik önem arz edeceği öngörülüyor.
Senatör Graham’ın açıklamaları, S-400 ve F-35’ler
ABD-Türkiye ihtilafının basilica konularından biri Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemlerinin kullanılması konusu geliyor. ABD, bununla birlikte Suriye’de İran ve Rusya’ya karşı Türkiye’ye birlikte hareket etme teklifinde bulunuyor. Bu noktadaki diğer ihtilaf ise ABD’nin Rojava ve Kuzey Suriye’de Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) verdiği destek.
24 Haziran’da Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) / Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK), dördüncü Transatlantic Talks seminerinde Trump’a yakınlığı ile bilinen ABD'li Senatör Lindsey Graham'ı konuk etti.
Organizasyonun "Müttefiklerin müttefik olma zamanı: Türk-Amerikan küresel tedarik zinciri" başlığı ile yapılması dikkat çekiciydi.
Graham burada yaptığı konuşmada, “Türkiye ile serbest ticaret anlaşmasının temellerini atmak istiyoruz; ama öncelikle bu sorunların çözüme kavuşması gerekiyor” dedi.
İki ülke arasında S-400, F-35 ve Suriye meselesinden kaynaklanan ihtilafların giderilmesi gerektiğini vurgulayn Graham, “Türkiye'nin Libya’da, Rusya tarafından desteklenen güçlerin varlığından duyduğu endişelerini biliyoruz; ben de bu konuda endişe duyuyorum. İki ülkenin ekonomisi kaynaştıktan sonra Afrika'da çok efektif işler yapabilir” şeklinde kritik bir açıklama yaptı.
Graham’ın S-400 ve F-35’lere dikkat çekmesinin ardından, ABD’li Cumhuriyetçi Senatör John Thune, Washington ile Ankara arasında yaşanan S-400 hava savunma sistemi krizini aşmak için "Türkiye’nin elindeki S-400’leri biz alalım" önerisinde bulundu.
John Thune bu teklifini Amerikan ordusunun füze ihtiyacının karşılanması için 2021 Ulusal Savunma Yetki Yasası tasarısında bir değişiklik önergesi sunarak ortaya koydu. Değişiklik önergesinin başlığı "Türkiye Cumhuriyeti’nden S-400 hava savunma füze sistemi satın alınması". Önerge S-400’lerin satın alınması için gerekli olabilecek meblağların ABD Ordusu'na tahsis edilmesine izin verilmesini öngörüyor. Gerekçe ise NATO ile uyumlu olmaması.
Ancak Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma'nın Dışişleri Komitesi Başkanı Leonid Slutskiy, 30 Haziran’da yaptığı açıklamada Thune'un sunduğu teklifin "ilkesizce" olduğunu ifade ederek, "Ancak sanıyorum ki böyle bir şey mümkün olmayacaktır ve bu teklif Türkiye tarafından değerlendirmeye de alınmayacaktır" dedi.
Aynı şekilde Rusya Federal Askeri ve Teknik İşbirliği Servisi yetkilisi Maria Vorobyeva, Türkiye’nin elindeki S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’nın onayı olmadan başka bir ülkeye satamayacağını savundu.
ABD ile Türkiye arasındaki F-35 krizi de pentagon’un son açıklaması ile kısmen aşılacak gibi görünüyor.
Türkiye, Rusya'dan S-400 teslim aldıktan sonra ABD geçen yıl temmuz ayında Ankara’nın F-35 programına ortaklığını askıya almıştı.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) sözcülerinden Jessica Maxwell, Müşterek Taarruz Uçağı F-35'in bazı parçaları için 2022'ye kadar Türk şirketleri ile çalışmaya devam edeceğini açıkladı
Türk şirketleri F-35 uçağı için parça üretiyordu. Türkiye toplam 100 adet F-35A tipi savaş uçağı satın almayı taahhüt etmiş ve 6'sının mülkiyetini devralmıştı.
Rusya’ya karşı NATO planına destek ve YPG şartı
Son olarak Türkiye’nin uzun süredir PYD ve YPG’nin “terör örgütü” olarak tanımnası şartıyla blokaj koyduğu NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’ya karşı savunma planına dün destek verdiği açıklandı.
Bu konuda Alman basınına açıklamayı yapan Litvanya Dışişleri Bakanı Linas Linkevicius, “Sorunun pratikte çözüldüğünü artık söyleyebiliriz. Karar verildi ve bu başarılı bir karar” dedi ancak ittifak içindeki anlaşmazlığın nasıl çözüldüğüne dair ayrıntı vermekten kaçındı.
Dolayısıyla Türkiye’nin daha önce öne sürdüğü PYD-YPG şartının NATO üyeleri tarafından kabul edildiğine dair herhangi bir emare de bulunmuyor.
NATO'nun Doğu Avrupa'yı savunma planları, İttifak'ın Rusya'ya karşı caydırıcılık politikasının temellerinden birini oluşturuyor. Bu planlar, özellikle kendilerini artan Rus tehdidi altında gören Polonya ve Baltık ülkeleri açısından önem taşıyor. Planlar, tehdit altındaki üye ülkelerin kriz ya da saldırı durumunda ne şekilde korunacağı, NATO'ya bağlı hızlı müdahale birliklerinin alarma geçirilmesi ve konuşlandırılması gibi konularda ayrıntılar içeriyor.
Doğalgazda Rusya ve İran’dan ithalat azaldı, ABD’den arttı
Son yıllarda Türkiye’nin doğagaz ihtiyacı konusunda Rusya ve İran’a bağımlılığını azaltma ve ABD ile bu sektörde ithalatı geliştirme amacıyla da belli bazı adımlar atıldığı görülüyor.
Türkiye doğalgazının tamamına yakınını ithal ediyor. Daha 5 yıl önceye kadar bu ithalatın yüzde 85’i 3 ülkeden (Rusya, İran ve Azerbaycan) uzun dönemli alım anlaşmalarıyla boru hatları vasıtasıyla gerçekleşiyordu.
O süreçte toplam doğalgaz ithalatı (49,2 milyar metreküp) içinde Rusya’nın payı yüzde 55’ti (27 milyar metreküp) ve Türkiye, Rusya ile yaptığı uzun süreli anlaşmalar gereğince en az 10 yıl boyunca ithalat seviyesini korumak zorundaydı.
Türkiye’ye gaz taşıyan 4 boru hattı var. Bunlar Rusya’nın kontrol ettiği Batı Hattı ve Mavi Akım ile Azerbaycan ve İran hatları. Ancak ABD’den alınan doğalgaz boru hattı ile değil taşımacılıkla ulaşıyor.
Eldeki verilere göre son 3 yılda Rusya’nın Türkiye’ye doğalgaz ithalatındaki payının yüzde 52’den yüzde 33’e düştü.
Sadece Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun 2020 Nisan ayına ilişkin "Doğal Gaz Piyasası Sektör Raporu"na baktığımıda bu durum daha net anlaşılır. Rapora göre, ithalatın yaklaşık 1 milyar 386 milyon metreküpü boru hatlarıyla, 1 milyar 247 milyon metreküpü de sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tesisleri aracılığıyla gerçekleştirildi.
Bu dönemde, boru hatlarıyla yapılan doğal gaz ithalatı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 51,5 azalırken, LNG ithalatı yüzde 81,2 artış gösterdi.
Bu dönemde en fazla doğal gaz alımı yapılan ülke, 916 milyon metreküple Azerbaycan oldu. (Daha önce Rusya’nın sürekli ilk ülke olduğunu hatırlamakta yarar var) Azerbaycan'ı 470 milyon metreküple Rusya izledi. Nisanda Azerbaycan'dan yapılan ithalat geçen yılın aynı ayına göre yüzde 26,4 artarken, Rusya'dan ithal edilen gaz miktarı yüzde 68,5 azaldı.
Spot LNG ithalatı yapılan ABD'den ise nisanda 288 milyon metreküp gaz alındı. Bu miktar, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 242,5 artışı gösteriyor.
Erdoğan-Putin ilişkileri ve Haftanin operasyonu
ABD ile Türkiye arasında son yıllarda birçok meselede anlaşmazlık ve gerilim yaşandı fakat Erdoğan ile Trump’ın arasındaki ilişkiler hiç bozulmadı.
Amerikan The New York Times gazetesi yazarı Carlotta Safra, 11 Haziran tarihli yazısında Erdoğan ile Trump arasında 10 ay önceye kadar da gergin olan ilişkilerin yerini “ılımlı” bir havaya bıraktığını, Rojava’da YPG’ye destek, Libya, Fetullah Gülen ve S-400 meselelerinde yaşanan çelişkilere rağmen iki liderin “birbirini sevdiği ve anladığı” için sürekli ortak paydada buluşabildiklerine dikkat çekti.
Carlotta Safra, “Erdoğan ve Trump, çıkarlar denkleştikçe yeni bir bağ kurdu” başlıklı yazısında, iki liderin de şu an için tekrar bir araya gelebilmek için ortak bir nedenler bulduklarına dikkat çekti.
Yazar, koronavirüs nedeniyle zor günler yaşayan Trump ile içeride “muhalefet baskısı altında” olan Edoğan’ın yurt dışında da pek dost bulamadıkları için “rahatlık ihtiyacı” hissettiğini belirterek, Trump ile görüşmede Erdoğan’ın şakalaştıklarını hatırlattı.
Safra yazısında, “Çıkarlar birbirinden uzaklaşsa bile, iki liderin birbirini sevmesi ve anlaması, güçlü bir siyaset sevgisini paylaşması, potansiyel olarak karşılıklı faydalı ticari anlaşmalarını beslemek için aile üyelerini bir araya getirmelerine yardımcı oluyor” ifadelerine yer verdi.
Yazıda, “Erdoğan’ın son günlerde ABD’nin Suriye’de Kürt güçlerine verdiği destekten neredeyse hiç bahsetmediğine” vurgu yapıldı.
Kasın 2019’da Trump-Erdoğan ilişkisini inceyen haftalık The Economist dergisi, iki liderin ilişkilerindeki “damatlar” veya “ekonomik” boyuta dikkat çekti.
Yazıda şu tespitlere yer verildi:
"Güçlü liderlere karşı olağan ilgisinin yanında, Trump belki de bu ifadesiyle, Erdoğan ile kendisi arasındaki benzerliklere atıf yaptı. İki popülist lider de, ülkelerindeki mufazakarları harekete geçirme konusunda yetenekliler. İkisi de faizlere ve derin devlete kafayı takmış durumda. İkisi de aile ve iş hayatlarını siyasetle karıştırmış durumda. İkisi de, kendi oğulları yerine, kızlarının eşlerini terfi ettirdi. (Erdoğan örneğinde bu Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak oluyor)"
İki lider arasında karşılıklı jestler de medyadan hiç eksik olmadı. ABD’li Rahip Andrew Craig Brunson’un serbest bırakılması böyle bir jest olarak hatırlandı. Son dönemde ise Halk Bankası soruşturmasını yürüten New York Güney Bölgesi Başsavcısı Berman’ın görevden alınması başka bir “jest” olarak öne çıktı.
Trump’ın Rojava ve Kuzey Suriye’den çekilme kararı başka bir jest oldu ki kararı Erdoğan’la yaptığı bir görüşmenin ardından aldığı ABD basınınca yazıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 9 Ekim 2019’da Fırat’ın doğusuna yönelik operasyonu bu kararın ardından gerçekleşti.
Türkiye ve ABD’nin bu Ortadoğu ve Akdeniz’deki yeni yakınlaşmasının Rojava’ya nasıl yansıyacağı önümüzdeki günlerde daha da netleşecek.
Bu arada TSK’nın Kürdistan Bölgesi toprakları içerisindeki Haftanin bölgesinde yürüttüğü “Pençe Kalkan” operasyona Irak hükümetinden tepki gelmesine rağmen buna lişkin Washington’dan herhangi bir açıklama yapılmaması dikkat çekti.
Bölgeyi ve Irak’ı iyi bilen uzmanlara göre, Irak’ın hava sahasını denetiminde bulunduran, güvenliği ile yakından ilgilenen ABD’nin bu operasyona olumlu veya olumsuz ses çıkarmaması da tüm bu çerçevesi çizilen yeni yakınlaşmayla bağlantılı.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın