Kürt romancı Bavê Nazê nasıl Olof Palme cinayetinin faili olarak suçlandığını anlattı
Erbil (Rûdaw) – Yaklaşık yarım asırdır edebiyatla uğraşan Kürt yazar Bavê Nazê, bugüne kadar neden sessiz kaldığı sorusunu yanıtladı. 1986’da öldürülen İsveç Başbakanı Olof Palme cinayetinin faili olarak soruşturulduğunu ve bu konunun bugüne kadar da Kürt basının dikkatini çekmediğini dile getiren Bavê Nazê, 1915 olaylarından sağ kurtulan annesinin hiç bilinmeyen hikayesini de anlattı.
Kürt edebiyatçı ve roman yazarı Bavê Nazê 1946'da Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Kucuka köyünde dünyaya geldi. Ailesi 1953’te Rojava’ya göç ettikten sonra Amude’de ve daha sonra Heseke’de kaldı, ilk öğrenimini bu iki kentte tamamladı.
Ardından 1969’da yüksek lisans için Sovyetler Birliği'ne giden Bavê Nazê, 1980’de Moskova Üniversitesi’nde dünya edebiyatı üzerine doktorasını tamamladı.
Daha sonra Avrupa’ya geçen yazar İsveç’e yerleşti ve edebiyat ile Kürt dili üzerindeki çalışmalarına burada devam etti. İsveç'te kaldığı dönem Bavê Nazê'nin hayatında bir dönüm noktası oldu. Burada bir devlet liderinin öldürülmesi ile suçlandı, 8 ay takip edildi ve nihayetinde aklandı.
Daha sonra Rusya’ya geri dönen Bavê Nazê, 2000'li yıllardan sonra bir süre Duhok Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı.
Bugüne kadar 9 roman ve üç kısa öykü kaleme alan ve bir çok yabancı eseri de Kürtçeye kazandıran Bavê Nazê, Rûdaw TV’de yayınlanan özel söyleşide Dilbixwin Dara’nın sorularını yanıtladı.
“46 yıl boyunca edebiyat etkinliklerine davet edilmedim”
Uzun edebiyat hayatını ve bir birinden ilginç olaylarla dolu hayatını anlatan Kürt yazar, bugüne kadar neden "kayıp olduğu ve göz önünde olmadığı” sorusuna açıklık getirdi.
Bavê Nazê, “1978’de ilk romanım yayınlandıktan bugüne kadar sadece bir kez, o da Batman’da onur konuğu olarak bir edebiyat etkinliğine katıldım. 46 yıldır edebiyat hakkında hiç kimse beni bir etkinliğe davet etmedi. Bu yüzden de yalnızım. Yalnızlığım da beni bir çok farklı soru ve sorunla yüzleştiriyor. Bazılarına yanıt veremiyorum, bazıları beni hayattan uzaklaştırıyor, bazıları yakınlaştırıyor. Bu özel bir mesele ve bu konuyu anlatmak istemiyorum. Ama benim için en önemli mesele Kürt dili yani ana dilimizdir” dedi.
Kürt basınına eleştiri
Bu konuda Kürt medyasına da sitemde bulunan yazar, 36 yıl önce eski İsveç başbakanı Olof Palme'nin öldürülmesinden sonra İsveç medyasının kendisi hakkında belgesel yapmak istediğini ancak bugüne kadar tek bir Kürt gazetecinin veya bir medya organının gelip bu olayı onun ağzından dinlemediğini söyledi.
Bavê Nazê, “Bugüne kadar ne bir Kürt gazeteci, ne televizyonu gelip bana bu olayla nasıl ilişkilendirildiğimi, neden suçlandığımı, neler yaşandığını sormadı. Bu şeyler beni üzüyor. Mesela 1983’te yazmaya başladığım ve 2016’da bitirdiğim bir romanım var. Ben bir yazar olarak geçmişimi, yaşadığım zorlukları anlatmaya çalıştım ama bir güne bir gün hiç bir gazeteci bana gelip sormadı. İşte bunlar beni incitiyor” eleştirisinde bulundu.
Kürt edebiyatının karşılaştığı en büyük problem ne?
Bavê Nazê, Kürtçenin uluslararası alanda edebiyat dili olabilmesi için gerekli olan şartları da sıraladı.
“Dilimiz açısından en büyük problem edebi bir dil oluşturmayı gerektiren unsurların henüz tamamlanmamış olmasıdır" diyen yazar, "Bir yapıyı inşa edebilmek için dört duvara ihtiyacınız var. Edebiyat dilinin de dört sütunu vardır. Bu dört sütun dilimiz açısından henüz oturmuş değil. Nedir bu sütunlar; Birincisi birleşik bir alfabedir. Buna bağlı olarak ortak bir gramer ve sözlük, yaratıcılık ve çeviri. Tüm dünya edebiyatında standartlaşma çeviri ile başlamış. Bizim birleşik bir alfabemiz, ortak bir gramerimiz, sözlüğümüz ve sistemli bir çevirimiz de yok” diyerek Kürt dili edebiyatı hakkındaki düşüncelerini dile getirdi.
Bavê Nazê, 1983'te ikinci romanını yazmaya başladığında kendisi açısından çok önemli bir karar aldığını söyledi. Yazar o anısını ise şöyle anlattı:
“Bu romanın kahramanı Kürt bir kadındı. Ağlarken ‘pepûkê rebenê” diyor. Bunu Arapça yazmak istedim ama bir türlü oturmuyordu. Durdum, düşündüm ve ‘artık bugünden itibaren Arapça yazmayacağım’ dedim. O gün başladım, Kürtçe okuma yazmayı öğrendim ve Kürtçe yazmaya başladım. İlk romanım ‘Çiyayê bi Xwînê Avdayî"yi 1978’de Arapça yazdım. 1981’de Rusçaya ve 1988’de de Kürtçeye çevirildi. Romanımın kahramanları Çeto ile Gulê’den özür diliyorum; önce Arapça konuştular, sonra Rusça ve son olarak ana dilleri olan Kürtçeyi.
Romanımı Kürtçeye çevirip İsveç’e gönderdim ve dostum Sait’e ‘oku bakalım nasıl olmuş’ diye sordum. Okudu ve çok sayıda gramer hatası olduğunu söyledi. Ama ben bilmediğim için kabul etmedim, kendimi haklı sandım. Altı ay sonra İsveç’e gittiğimde bir kez daha okudum. Gerçekten de tek doğru bir cümle yoktu, yazdıklarım gramer açısından hatalıydı. Bilgisiz insan bilmediğini anlamaz. Kürtçe edebiyatın temelleri için çeviri de çok önemli. 150 kişi, 25 yıl boyunca İngilizce, Almanca, Fransızca, Türkçe, Farsça, Rusça ve diğer dillerden çeviri yaparsa biz zirveye ulaşırız.”
Olof Palme suikastı
28 Şubat 1986 tarihinde İsveç'in başkenti Stockholm'de dönemin başbakanı Başkan Olof Palme bir suikastla öldürüldü. İsveç basını herhangi bir kanıt olmadan cinayetten Kürtleri sorumlu tuttu. Olayın ardından şüpheli sıfatıyla soruşturulanlardan biri de yazar Bavê Nazê'ydi. Henüz ülkeye yeni giden yazar, o dönem başından geçenleri ve neler yaşandığını şöyle anlattı:
“Suikasttan üç ay önce İsveç basını Kürtlerin Olof Palme’yi öldüreceğine dair spekülasyon yapmaya başladı. O dönemde PKK İsveç’te kendi arkadaşlarını öldürmüştü ve İsveç tarafından terörist olarak tanınıyordu. Bu kararın ardından İsveç’e yönelik tehditlerle böyle bir gündem yaratıldı. Hatta Palme’ye, ‘Kürtler seni öldürmek istiyor, tedbir alacak mısın diye sorduklarında ‘hayır’ demişti. Ha bire Kürtler suçlanıyordu. Biz İsveç’teki basın kuruluşlarına heyetler gönderip neden Kürtler hakkında böyle bir anti propaganda yapıldığını sorduk. ‘Demokratik bir ülkeyiz, istediğimizi yazıp çizebiliriz’ diye yanıt verdiler. Palme öldürüldüğünde sorgusuz sualsiz Kürtleri suçladılar.
Cinayetin ardından görgü tanıklarına failin eşkâli soruluyor. Her şeyi ile bir Kürde benzeyen robot resimleri çiziliyor. Televizyonda gösterilen robot resim de tıpkı bana benziyordu. Ev sahibim olan komşum televizyonda resmi gördükten sonra polisi arayıp beni ihbar ediyor. Palme’nin öldürüldüğü gün zaten o evden çıkma kararı almıştım. Ev sahibim de çok kötü biriydi. Taşınacağımı söyledim ve eşyalarımı almaya geldiğimde kendini yerlere atıp ‘beni öldürme, polis seni arıyor’ diye feryat figan bağırmaya başladı. Eve gelen polis eşyalarımı ve yazılarımı almıştı. Elle yazdığım romanımı benim için daktiloya geçiren şahsın telefonu da masa üzerindeydi. Polis beni sorguya aldı ve masadaki telefon numarasını sordu. Gözlerinin önünde aradım ve ‘ben kitabını daktiloya çekeceğin kişiyim’ dedim. Beni tanıdığını söyledi. Fakat daha sonra polis onun evine gidiyor ve beni tanıdığını inkar ediyor. Bir kaç gün sonra gelip benden özür diledi. ‘Polis bana seni sordu, ben de tanımıyorum diye yanıt verdim’ dedi. İşte o yüzden polis benden daha çok şüphelendi fail olacağıma kanaat getirdi.
Başka bir ayrıntıyı da daha sonra İsveçli gazetecilerden öğrendim. Cinayetin işlendiği gece nerede olduğum sorulmuştu, ben de bulunduğum evi ve o gün orada bulunanların isimlerini vermiş, ne yaptığımızı anlatmıştım. Soruşturmada o gün evde olan herkes de benim ifadelerini doğrulamışlardı. Sekiz ay boyunca takip edildim, soruşturuldum. Bir gün Kürt Derneğinde oturmuştuk ve oradakilere kalp hastası olduğumu, tarif edilen katil kadar çevik olamayacağımı anlattım. Bana kalp rahatsızlığım olduğu yönündeki raporumu polise verip vermediğimi sordular. Vermemiştim. Sonra polisi arayıp sağlık raporumu verim ve katilin yaptığı şeyleri yapamayacağım anlaşıldı. Böylece soruşturmadan kurtuldum ve pasaportum bana iade edildi.”
Bavê Nazê, 3 Mart’ta hakkında soruşturma başlatıldığını, 8 Mart’ta “Stockholm'de ne gördün” adlı romanına başladığını söyledi. Roman yazarın Stockholm’de kaldığı dönemde başından geçenleri anlatıyor. Bu yüzden Bavê Nazê, “Her roman zaten yazarın hayatının bir parçasıdır” dedi.
Annesi Ermeni katliamından kurtulmuş
Bavê Nazê annesinin akıllara durgunluk veren hikayesini de ilk kez Rûdaw ekranlarında anlattı.
Aslen Ermeni bir ailenin kızı olan annesinin 1915’te Ermenilere uygulanan kıyımdan tek başına kurtulduğunu ve sonra Müslüman olan dedesinin yanına evlatlık verildiğini anlatan yazar, şunları dile getirdi:
“Anneannem kıyım başladığında tüm yakınlarını kaybediyor. O zamanlar henüz 6 yaşında olan kızının canını kurtarmak için hiç tanımadığı bir kadına ‘alın bu kızı götürün, annesinin nasıl öldüğünü görmesin’ diye veriyor. Annem o acı günleri bize anlatır dururdu. Dilini bilmediği bir kadın alıp onu götürmüş ve yedi gün bir tavuk kümesinde saklamışlar. Sadece ekmek ve su verilmiş. Sonra annemi bir köyde bulunan şeyhe evlatlık vermişler o büyütmüş. 16’sında şeyhin oğlu ile evlendirilmiş ve bir oğlu olmuş. Şeyh Said isyanında Kürt savaşlılar köye sığınınca Türk ordusu köye girmiş ve isyancı 87 kişiyi idam etmiş. Bunlardan biri de annemin ilk eşi olan benim amcammış. Annem 6 yaşında öksüz, 17 yaşında ise dul kaldığını anlatırdı. Sonra da geleneklere göre amcamın en küçük kardeşine, yani babama vermişler. Annem bize bunları anlatınken bile şu nasihati verirdi; korkmayın, iyiler her zaman kötülerden daha çoktur, iyilik her zaman kötülükten üstündür. Ben de İsveç’te yazdığım ‘Stockholm'de ne gördün’ romanında şunu söylüyorum; Bu kadar zulüm gördüğü halde çocuklarına böyle öğütler veren merhametli bir annenin evladı nasıl bir insanın canına kıyabilir?”
Neden yazar oldu?
Bavê Nazê, nasıl yazar olmaya karar verdiğine dair hikayesini ise, “Annem bana hep, ‘oğlum ne zaman doktor olup beni iyileştireceksin’ diye sorardı. Ben de ona, ‘doktor değil yazar olacağım ve senin hayatını yazacağım’ derdim. Bu şekilde yazar oldum, onun hayatını yazdım ve ilk kitabımı da ona adadım” sözleri ile anlattı.
Bavê Nazê, ilk Kürtçe roman “Şivanê Kurmanca”nın yazarı ve çağdaş Kürt edebiyatının önemli yazarlarından Erebê Şemo ile anısını da paylaştı.
Maksim Gorki’nin “Kürt halkı Erebê Şamilov'un diliyle konuşuyor” dediği bu önemli isimle 1971’de Leningrad’da görüştüğünü anlatan Bavê Nazê, “Öğrenciydik, ben gazeteci değildim ama onunla röportaj yapmak istedim. Sorularımı yazdım ve ona sordum. Son sorum şuydu; ‘biz gençlere tavsiyen nedir?’ Bana ‘evladım okuyun’ diye yanıt verdim. İkinci ve üçüncü tavsiyesini sordum; ‘okuyun ve okuyun’ dedi” diye anlattı.
Bavê Nazê, genç Kürt yazarlara da Erebê Şemo’nun tavsiyelerini yineledi. Yazar olmak için üç şart gerektiğini belirten yazar, bunlardan birinin doğal yetenek, ikincisi hayatı ve yaşadıkları ve üçüncüsü de sürekli okuma ve yazma olarak sıraladı.