HAK-PAR lideri: Atatürk 'Kürdistan' diyordu, ‘torunları’ bu kavramdan korkuyor
Haber Merkezi – Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanı Latif Epözdemir, son günlerde Türkiye’de yaşanan “Kürdistan” tartışmalarına ilişkin kaleme aldığı yazısında, “has Atatürkçü kesilen Türk siyasetçilern hala Kürdistan sözcüğünü telaffuz etmekten imtina ettiklerini” belirterek, Mustafa Kemal’in de “Kürdistan” dediğini hatırlattı.
HAK-PAR lideri Latif Epözdemir, Siirt’te esnaf Cemil Taşkesen’in İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e, “Burası Kürdistan’dır” demesi ile başlayan ve Elazığ Fırat Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü araştırma görevlisi Hifzullah Kutum’un sosyal medya üzerinden Eylül Devrimi’ne ilişkin paylaşımında, “Bijî Kurdistan” dediği için tutuklanması ile sonuçlanan “Kürdistan” tartışmalarına ilişkin bir yazı kaleme aldı.
“Türk siyaseti ve üniversitelerinin Kürdistan kabusu” başlıklı yazısında Epözdemir, “Türk siyasetinin Kürdistan tedirginliğine üniversiteler de eşlik etmeye başladı. Bilimsel bilgi üretiminin en önemli merkezi olan üniversitenin de siyaset kurumunu memnun eden ve onun elini güçlendiren Kürdistan yasağı ve yaptırımı endişe vericidir” dedi.
Sosyolog İsmail Beşikçi’nin Atatürk Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken “Kürdistan” terimininin tarihsel ve sosyolojik karekteri ve bilimsel izahını da yaparak bu kavramı siyasal bir jargon yada slogandan ziyade bilimsel bir coğrafi terim olarak dile getirdiği için görevinden alınarak yıllarca cezaevinde tutulduğunu belirten Epözdemir, İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Bekir Tank’ın da öğrencilerine verdiği bir ödevde “Kürdistan” sözcüğü yer aldığı için görevinden alındığını hatırlattı.
“Neden Kürdistan terimi beyinlerde tedirginlik yaratıyor?”
Dicle Üniversitesi’nde başka bir “skandalın” yaşandığını ve Kürtçe doktora tezinin kabul edilmediğini de anımsatan HAK-PAR lideri, yazısının devamı şöyle:
“En son Fırat Üniversitesi’nden de öğretim görevlisi Hıfzullah Kutum “Eylül devrimi tüm Kürtlere ve Kürdistana hayırlı olsun” paylaşımı nedeniyle görevinden alındı.
Kuşkusuz ki, Kürd ve Kürdistan sözcüklerini kullandıkları için geçmişten bugüne yüzlerce kişi ve kurum şimdiye dek soruşturmaya/ kovuşturmaya tabi tutularak cezalar almıştır. Hepsini tek tek saymak uzun zaman alır.
Gerçekte ise, Türklere ait geçmişteki bir çok siyasi, tarihi, edebi belgede yazıldığı halde bu gün hala Türk siyaseti, üniverisite ve yargı Kürdistan adını coğrafi terim olarak kullanmaktan ürküyor, yetmezmiş gibi de bu ifadeyi kullananları cezalandırıyor. Oysa ki, Türk dilbilimci Kaşgarlı Mahmut Divani Lugat-ül Türk’te, Türk ansiklopedi uzmanı Şemseddin Sami Kamusul Alem’de, Evliya Çelebi Seyahatname’de, dahası İslam Ansiklopedisi’nde de, adı geçen coğrafya tanımlanırken oraya Kürdistan denilmiştir.
Hal böyle iken Türk siyasal egemenlik sistemi neden acaba cedlerinin kabul edip yasaklamadıkları bir kavramı yasaklamaktadır? Neden acaba Kürdistan gibi coğrafi ve tarihsel bir terim hala beyinlerde tedirginlik yaratıyor, endişe veriyor ve itina ile bu sözcük yasaklanıyor, telaffuz edenler cezayi yaptırımlarla karşılaşıyor?
“Kürdistan diyen herkes PKK üyesi sayılıyor”
Daha da önemlisi Türk yargı sistemi neden bu konuda hukuk duvarını aşarak siyaset kurumunu rahatlatmak için Kürdistan kelimesine yasak getiriyor, bu kelimeyi telaffuz edenlere tahdit koyuyor, göz altına alıyor, Kürdistan diyen herkesi “terör örgütü propogandası” yapmak; daha da önemlisi kendisi Kürdistanı ısrarla reddettiği halde Kürdistan kelimesini kullanan herkesi PKK üyesi saymaktadır.
Tarihsel ve bilimsel gerçeklerle sabit olduğu üzere, bir zamanlar tek parça iken daha sonraları 1639 yılında Güney’den Kuzey’e iki parçaya ve 1923’te de Lozan ile birlikte dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan coğrafyasını tanımlarken ya da o coğrafyadan söz ederken Türk siyaseti, Kürdistan terimini kullanmamak için hala Kuzey parçasına Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Batı parçasına “Kuzey Suriye”, Güney parçasına “Kuzey Irak” demektedir.
Geçtiğimiz yıllarda bir gün Kürd sanatçı Mesture Kurdistani, İbrahim Halil sınır kapısından Zahoya giderken sınır karakolunda Türk askeri sorar:
-Adın ne?
Mesture Hanım:
-Mesture Kurdistani, deyince asker; “Kürdistan demeyeceksin, Kürdistan yasak, Kuzey Irak diyeceksin” diyerek sanatçıyı paylamıştı.
“Türk devleti de adeta Kürdistan kelimesinden korkuyor”
Bir zamanlar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bağlı “İstanbul Deniz Otobüsleri işletmeciliği İDO” tarafından, 6/20 Temmuz 2007 tarihleri arasında İstanbul’un tarih, kültür ve sanat değerlerine destek amacıyla Karaköy Vapur İskelesi’nde düzenlenen “Boğaziçi’nde Asırlık Seyahatin Öyküsü” adlı sergide KÜRDİSTAN adlı gemiye, adı nedeni ile sansür uygulandığı ortaya çıktı. Sultan Abdülhamit bu gemiyi Kürd illerinden, yani Kürdistan’dan (Bitlis, Elazığ, Erzurum, Diyarbakır, Van) topladığı yardım paraları ile yaptırdığı için adını da Kürdistan gemisi koymuştu ve Boğaz içinde sefer yapan gemi kayıtlara da bu adla geçmişti.
Hatırlanacağı gibi İran’dan Türkiye’ye gelen Kürdistan adlı uçağa da izin vermemişti Türk yetkililer. Oysa ki İran gibi diktatör bir rejim bile, Senendej ve yöresini kaplayan bölgeye Kürdistan Eyaleti demekte sakınca bulmuyor. Türk devleti de adeta Kürdistan kelimesinden korkuyor. Osmanlının devamı olduğu iddiasında olan TC, Osmanlının tersine Kürdistan kelimesini yasaklamış durumda.
“Atatürk Kürdistan diyordu, Atatürkçüler demiyor”
Bugünlerde herkesin birden “has” Atatürkçü kesildiği Türk siyaset adamları hala Kürdistan sözcüğünü telaffuz etmekten imtina ediyorlar. Oysa ki Atatürk Kürdistan demişti. Aşağıdaki iki belge inkar götürmez belgelerdir.
“El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Pasa Hazretlerine,
a-Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız.
b- Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtlerin bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerini kurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yasam istekleri yayınlanmalıdır. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nın görevidir.
c- Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir. TBMM Başkanı Mustafa Kemal.” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550)
Keza Mustafa Kemal Adana’dan, 24 Mart 1919 günü, Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği bu mektupla da, Kürdistan tabirini kullanmakta tereddüt etmemiştir.
“Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvanç duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur.” (Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980, Sayfa:139)
“Türk İslamcılar da boş durmadı”
Din ve diyanet mensupları da resmi ideolojiye ters düşmemek konusunda manipulasyon ve tahrifat kervanından geri kalmamaktadır. Kilisteki “Kürtler Camii, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1937 yılında ihaleyle satıldı. Kürtler Camii 1954, 1955 ve daha sonraki yıllarda güçlendirme ve onarım altına alındığı için bir ara ibadete kapatıldı. Cami ibadete açıldığında ise, bir çok yeri tamir edilip yenilendiği gibi adı da değiştirilerek “Türkler Camii” yapıldı. Mescid ve külliyesinin de olduğu bu cami ve Medresenin Sibat Mahallesinde olduğu bilinmektedir. Bu cami Sultan Abdulhamid’e ait resim albümlerinde bulunan bir resimde de minaresi ile birlikte görülmekte ve resim alt yazısında da Kürtler Camii olarak adlandırılmaktadır.
“Kilis’te bulunan Kürtler Camii, Hurufat defterlerinde no.113, s.77 bugünkü Bölük Mahallesinin Küçük Çarşı Sokağında yer almaktadır. Osmanlı Arşiv belgelerinden tesbit ettiğim 4 Rebiyülevvel 1173/26 Ekim 1759 tarihli bir vesikada “Kilis’te vaki Kürt Hüseyin Ağa bina eylediği Medrese ve Mescid-i Şerif ve Medrese-i Cedid Hüseyin Ağa Vakfı” (B.O.A. CM 3414 ) Kürt Hüseyin Ağa’nın yaptırdığı bu medresenin Müderrisi ise Şeyh Abdurrahman Efendi” şeklinde geçen bilgilerden, ayrıca yine Hurufat Defterindeki 1199/1784 ve 1231/1815 senesine ait iki kayıttan Kürtler Camii’nin Kürt Hüseyin Ağa tarafından yaptırıldığını öğrenmekteyiz.” (BEROJ/18.06.2008 )
Bilindiği gibi Fethullah Gülen’in kendisi bile Kürtler ve Kürdistan kavramlarını bilinçli olarak manüpüle etmiş ve bu kavramların yerine genellikle “Türk” ve “Azerbeycan” kelimelerini ikame etmişti. Kendisine bağlı Sözler Yayınevi’nce basılan Bediuzeman Seîdê Kurdiye ait Risaleyi Nur eserlerinde Kürdistan ve Kürt sözcükleri gizlenmiş, bu konu mahkemelere kadar taşınmıştı. Seîdê Kurdî’nin eser ve söylevlerinin tahrifatı yüzünden Nurcular ciddi kırılmalar da yaşamıştır.
Türk siyasetçilerin toz kondurmadığı ve methiyeler dizdiği Ataları Mustafa Kemal Kürdistan diyor, ama “torunları” hala bu kavramı kullanmaya korkuyor.
Türk İslamcıların başı ile yemin ettiği “Bediuzzeman (zamanın kıymetlisi, zamanın güzeli) dedikleri Saidê Nursî tüm söylevlerinde ve eserlerinde Kürdistan dediği halde “müritleri” bu kavramı kullanmaktan imtina ediyor.
Sözün özü şu ki, Kürdistan adı politik bir jargon değildir. O bir coğrafyadır. Yunanlılar Makedonya’ya “Makedonya” demiyorlar diye orası yok olmuyor, Makedonya kavramı tarihten silinmiyor. Kürdistan kavramı Osmanlıda meşru bir kavramdı. Kürdistan beylerbeyi ve Yavuz Sultan Selim arasında bağıtlanmış olan federasyon sözleşmesinde bu terim sınırları tarif edilmiş bir coğrafya olarak kabul edilmişti. Kanuni Sultan Süleyman tahttan ininceye dek babasının bu ilkelerine bağlı kaldı. Atatürk’te bu terimi zamanında sıkça kullandı. Bir çok yerli-yabancı tarihçi, sosyolog ve araştırmacı bu kavramı tespit etti, kabul etti. Tüm bu gerçeklere karşın Türk siyaset ve bilim çevrelerinin bu kavrama yasak koyması utanılacak bir durumdur. Hele de bilimsel bilgi üretim merkezi olan üniversitelerin “özerk” yapılarından ayrılarak siyasetin güdümüne girmiş olması saygınlıklarını tümden yok etmiştir.”