Lütfi Baksi, TSK'daki Kürt subayın Mele Mustafa Barzani anısını anlattı
Erbil (Rûdaw) – Kürt siyasetçi ve aydın Lütfi Baksi, anılarının ilk bölümünde 1950’lerden 1970’lere kadarki dönemi, bu yıllarda yaşanalları ve pek bilinmeyen olayları anlattı.
Rûdaw TV’de yayınlanan “Pencemor” programında Kawa Emin’in konuğu olan Kürt siyasetçi, araştırmacı ve yazar Lütfi Baksi, programın ilk bölümünde aile geçmişi, doğduğu ve büyüdüğü ortam, hayatı ve dönemin önemli olayları, şahsiyetleri hakkında konuştu.
Bu bölümde kendisini tanıtan Baksi, Bitlisli Nakşibendi tarikatına tebi alim bir aileden geldiğini, dedelerinin kendi medreselerinde yetişip bu çerçevede hizmet verdiğini söyledi.
Nakşibendi tarikatının öncüsü Mevlana Halid’in hayatına değinen Baksi, Hindistan’dan döndükten sonra Şehrezor’a geldiğini, Kadiri tarikatı ile yaşanan çekişmelerden sonra Diyarbakır’a geçtiğini hatırlatarak şu detaya dikkat çekti:
“Enteresan olan şu ki, Mevlana Halid’in bölgede yetiştirdiği tüm halifeler isyanla katılmıştır. Bu nedenle Mevlana Halid’in ‘milli’ olduğu söylenir. Zaten bir mühründe Mevlana Halid el-Kurdi diye yazar.”
Baksi, Nakşibendiliğin Mevla Halid sayesinde Kafkaslara, Balkanlara ve Ortadoğu’ya yayıldığını belirterek, eski Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Nakşibendi tarikatından olduğunu, bugünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı tarikata inandığının söylentiler arasında dolaştığını belirtti.
Aslen Bitlis Hizanlı olduklarını, ancak büyük babasının I. Dünya Savaşı sırasında göç ederek Garzan bölgesine geldiğini, burada medrese açtığını anlatan Lütfi Baksi ile Kawa Emin arasındaki söyleşi özetle şöyle:
- Kürdistan’daki 7-9 vilaytetten insanlar gelip medresede okuyordu, bölgenin önemli alimleri bu medreselerde yetişti. Cumhuriyetkin kuruluşundan sonra Türkiye’de medreseler yasaklandı, bu nedenle gizlice derslere devam ediyorlardı.
- Gizlice mi medreselerde ders veriliyordu?
- Evet. Mesela bölgedeki casuslar bile dedeme duydukları saygıdan ötürü ve dindar oldukları için gidip bu gizli faaliyeti ihbar etmiyorlardı.
-Siz kendiniz medrese eğitimine nasıl başladınız?
Biz aile olarak başından beri devlet ile çelişkiliydik. Hiç bir zaman cumhuriyeti meşru kabul etmedik, medreselerimizden vaz geçmedik. Evimizde her şeyimiz Kürtçeydi. Medreselerde Arapçe ve Farsça da öğretiliyordu ama bu dersler Kürtçe’ye çevirilerek anlatılıyordu. Mesela Saadi Şirazi ve Firdevsi okuduğumuzda Farsça okuyorduk. Kur’an’ı hatim ettikten sonra Kürtçe mevlit okuyorduk, Ehmedê Xanî’nin Nubar’ını Kürtçe okuyorduk, diğer Kürtçe kitapları okuyorduk. Arapça öğrendikten sonra Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran gibi kürt şairlerini, Mem û Zîn’i okuyorduk.
-Yani din derslerinin yanı sıra edebiyat da okuyordunuz?
Evet. Dini derslerde iki yönetem uygulanırdı. Kısa olan eğitim ile imamlık ve bir de uzun süreli ilmi dersler vardı. Ben sekizinci, dokuzuncu derslerden sonra medrese eğimini tamamlamadım.
- Bölgede devlet okulları yok mudu?
Hayır, 1950’lere kadar da resmi devlet okulları yoktu. Ben 1951 yılında Arapça okumaya başladım, 1952 yılında başka köye medrese eğitimimi devam etmek için gittim. Medrese eğitimi sırasında çok şey öğrendim. Bu arada “bin xet” dediğimiz Rojava’a geçmek zorunda olan alim ve bilginlerle bu medreseler arasındaki ilişkiler hala vardı. Özellikle büyük Cegerxwin bizi çok etkiliyordu. Yazıları fakiler aracılığıyla bize ulaşıyordu. Fakiler sınır tanımıyordu, İran’da, Güney Kürdistan vey a Rojava, medrese nerede olursa oraya gidip okuyorlardı.
- Tarihte, Bediüzzaman Said Nursi’den bahsedilir, Saidi Kurdi olarak da geçiyor. Kendisi de sizin bölgeden. Elinizde zengin bir arşiv var. Saidi Nursi’nin milli ve ulusal yönü var mıydı?
Evet, köylerimiz bir birine 1 saat uzaklıkta. O Hizan’ın Nurs köyündendi. O süper bir zekaya sahip bir insandı. Kardeşinden aldığı eğitimden sonra Kürdistan’da medrese medrese dolaşmış. Dedem Mele Abdulkerim Müks’te Mir Hesenê Welî medresesinde müderris iken Said Nursi’ye iki ay ders vermis. Hemzeyê Miksî de kitabında bahsediyor. Medreselerde 13 ders okunur.
- Bu arada Osmanlı-Rus savaşına katılır…
1915-16’te Ruslar Bitlis’e girer. O süreçte Said Nursi Bitlis’te bir medrese de müderristir. Öğrencileri ile birlikte Ruslara karşı savaşır ve yaralanır. Yaralı halde derede saklanır ve orada Ruslara esir düşer. Rusların öncüleri Ermenilerdir. Ermeni öncü, ‘Bu büyük bir Kürt alimidir öldürün’ der. Rus asker daha vicdanlı davranır ve ‘hayır öldürmeyeceğiz’ der. Oradan Sibirya’ya sürgün edilir. Günün birinde Rus bir general hapishaneyi ziyaret eder, her kes ayağa kalkar ama o kalkmaz. General idam edilmesini ister, Saidi Nursi de hiç geri adım atmaz. Rus general cesaretinden etkilenerek ölüm emrini geri çeker.
-Daha sonra da Türk hapishanelerinde kalıyor, değil mi?
Sibirya’dan bir şekilde kaçıp Almanya’ya, oradan da İstanbul’a geçiyor. Burada Kürt Teali Cemyeti’ne katılıyor. Bu süreçteki makale ve yazılarının tümü Kürt ve Kürdistan üzerinedir. Her şeyiyle Kürtüt ve bir Kürt islam devleti kurulmasını savunur. Ölene kadar da Kürtlüğü savunur.
-Peki bu konudaki arşivi ve kitapları nerede?
Ruslar ve Ermeniler bölgeye geldiğinde medreselerdeki tüm kitapları parçalamışlar zaten. 1925’te Şeyh Said hereketi başladığında Saidi Nursi Van’da inzivadadır. Ancak tutup Anadolu’ya sürgün ederler. Kitaplarını kime verelim diye sorarlar o da Mele Mahmud’a verin der. Mele Mahmud da bizim dedemiz. Bir kitabın arkasında Kürtçe bir şiiri var. Muşlu Mele Adil diye bir imam varmış, o gelip kütüphaneden almış. Buradan bunu da belirtiyorum ki umarım duyar ve şiiri iade eder. Arşivimizde bir çok el yazısı vardı. Ben küçüklüğümden beri arşiv tutmayı severdim. Kitaplar içinde büyüdüğüm için ilk oyuncağım kitaplar oldu.
- 1950’lerde herhangi bir siyasi veya kültürel Kürt hareketi var mıydı?
Dersim isyanından sonra, 1937-1938, tam 20 yıl boyunca bir sessizlik oldu. Ta ki ölümsüz Barzani’nin 1958’de Sovyetlerden döndüğünün duyulmasına kadar ki süreçte hiç ses yoktu. Halkın yüreğinde büyük bir korku inşa edilmişti. İsnanlar Kürt’üm demeye korkuyordu, çocuklara da okulda Türk oldukları öğretilip asimile ediliyordu. Kürtlük aşağılık bir şeymiş gibi gösteriliyordu. Fakat 1958’den sonra Kuzey Kürdistan’da büyük bir uyanış yaşandı. Yani kara bir bulutun dağılması gibi Kürtler için de bir aydınlanma yaşandı.
-Yani Türk gazeteleri Irak’ta şah iktidarının yıkılmasından ve Mele Mustafa Barzani’nin döndüğünden bahsediyor muydu?
Evet. Bu bizi çok etikiliyordu. Kürtlere dair bir haber duyduğumuzda gizlice her tarafa yayıyorduk. Suriye Kürdistanı’ndan Kürtler daha uyanmış ve diri haldeydi. Ben kendim de 1956’da Suriye Kürdistanı’na gittim. Oradan Osman Sabri’nin Bahoz adlı divanını getirdim. Dayımlar ‘bu kitap evinizde yakalanırsa hepinizi kurşuna dizerler’ dediler ve kitabı benden alıp yaktılar. Kitap muazzam ajitasyon içeriyordu.
-1959-60’larda Kerkük’te yaşanan bir takım olaylar nedeniyle Türkiye’de intikam sesleri yükseliyor ve bu nedenle bazı Kürt aydınlar tutuklanıyor. 49’lar olayı olarak bilinen bu mesele hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz?
O dönem Türk gazeteleri Kürtlerin Kerkük’te Türkmenleri öldürüp direklere astığı ve intikam alınması gerektiği şeklinde haberler geçiyor. Yanılmıyorsam CHP milletvekili Asım Eren, mecliste ‘intikam almak için 1000 Kürdün yakalanıp asılması şeklinde öneride bulunuyor. Bu öneri üzerine o dönem bazı Kürt aydın ve öğrenciler, yine içinde Kürtlük duygusu olan tücarlar buna tepki gösteriyor. Tabi Mele Mustafa’nın dönüşü de büyük bir moral etkisi yaratmıştı. Barzani 1958’de son baharda Irak’a döndü. Ancak bahsettiğimiz grubun tepkisi 1959’da yaşandı. Ama kendi aralarında bir alış-veriş içerisinde oldukları da anlaşılıyor. Hatta Kürdistan İstikbal Partisi diye bir parti kurmak istedikleri belirtiliyor. Fakat aralarında bri kişinin ajanlık yapması sonucu 50 kişi tutuklanıyor. Bu kişiler çok zor şartlarda tutuluyorlar. Mesele aralarında Emin Batu vefat ediyor.
-Aralarında tanıdık şahsiyetler kimlerdi?
Dr. Şivan yani Sait Kızıltoprak ve rahmetli Sait Elçi, resimler var bende, ikisi mahkemede oturmuş. Ziya Şerefhanoğlu, Yaşar Kaya, Canip Yıldırım, Mustafa Ramanlı gibi isimler vardı. Bu dava nedeniyle Kürdistan’da büyük bir uyanış yaşandı. 11 Temmuz 1965 yılında Kürdistan Demokrat Partisi Türkiye kuruldu Diyarbakır’da.
-1963’te 23 kişi daha tutuklanıyor, aralarında Güney Kürdistanlılar da var…
Evet, esasen Kürtlerin uyanışını sağlayanlar, organize edenler onlardı. Çünkü o zaman Eylül Devrimi başlamıştı ve ismi tüm dünyaya yaılmıştı. Hatta bir anımı anlatayım, bir otelde arkadaşımızı ziyarete gitmiştik. Hintli biri oradaydı, arkadaşım İngilizce Kürt olduğumuzu söyledi o da ‘Barzani mi’ dedi. Yani Barzani ve Kürt ismi iç içe geçmişti. Kürt demek Barzani demekti, Barzani demek Kürt demekti.
-Yani Eylül Devrimi’nin etkisi vardı?
Elbette vardı. Halk günlük olarak Güney Kürdistan’da yaşanan devrimin haberlerini takip ediyordu. Kaçakçılar, insanlar gidip geliyor, peşmergenin kahramanlıklarından söz ediyorlardı.
-1960’ta Türkiye’de askeri darbe oldu, bu ortamı nasıl etkiledi?
Bu darbenin bir nedeninin de Kürt hareketi olduğuna inanıyorum. Çünkü Eylül Devrimi ile birlikte bölgede Kürtler arasında bir uyanış oldu. Tabi kendi aralarında da çelişkileri vardı. Darbeyi yapanlar Kemalistlerdi.
-1965 yılında ilk defa Diyarbakır’da siyasi bir Kürt partisi kuruluyor. Bu partinin kuruluşunda Kürdistan Demokrat Partisi’nin etkisi var mıydı?
Hemde çok. Parti kurulmadan önce gidip Güney Kürdistan’dan KDP programını getirip inceliyorlar. Yani KDP’nin bir şubesi gibidir zaten. Öte yandan 20-30 yıldır Kuzey Kürdistan’da bir sessizlik var ve kimse parti nasıl kurulur bilmiyor.
-Partinin öncüleri kimlerdi?
Rahmetli Sait Elçi, Şakir Epözdemir, Derviş Akgül, Ömer Turan ve Şerefettin Elçi. Parti kurulduktan sonra Sait Elçi parti başkanı oluyor. Fakat perde arkasında Liceli Fehmi Bilal var, Şeyh Said’in katibi, beyin odur. Parti için tanınan bir şahsiyetin başkan olması gerektiği belirtiliyor ve Faik Bucak’a gidiyorlar. Kendisi avukattı. Parti başklanı olmayı kabul ediyor ama maalesef 6 Temmuz 1966’da uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybetti ki partinin birinci yılını doldurmaya birkaç gün kalmıştı.
-Kim düzenledi suikasti?
Türk istihbaratı, yaptı. O süreçte ben Ankara’da öğretmenlikten mezun olmuştum.
-1977’de Kürt kentlerinde düzenlenen mitingler vardı, siz de katıldınız, biraz bize bahsedebilir misizni?
Türkiye’de o dönem Türkiye İşçi Partisi öncülüğünde düzenlenen mitingler vardı, Kürdistan’daki kenterde de düzenlemek istiyorlardı. Sait Elçi 1977’de bu mitinglere destek vermek konusunda bu anlaştı. Mitinglerde konuşmacılar belliydi. Doğrusu mitinglere beklediğimizden fazla katılım oldu. Talebimiz ekonomik durumun iyileştirilmesiydi. Bir de dilmizi ve kimliğimizin tanınmasını istiyorduk. Dersim’de, Batman’da, Silvan’daki mitingler etki de yarattı. Hatta yanımda rahmetli Sait Elçi’nin 1968’deki bir ses kaydı da var, mitingde konuşmuş.
-Peki mitinglerde Kürtçe hitap edildi mi?
Hayır, daha çok Türkçeydi. Mesela Sıraç Bilgin bir mitingde “Berxê nêr bo kêr” dediği için polisler tarafından tutuklandı. Sait Elçi de rahmetli Faik Bucak’ın Kürtçe şiirini okuduğu için tutuklandı.
- Peki başka Kürt örgütleri çıkt mı Türkiye’de işçi hareketi içerisinden?
Kürtler o dönemde biz kendi örgütümüze sahip olacağız dediler. DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) o dönemde çıktı. DDKO daha çok Dr. Şivan harekete geçtiğinde onlara yakındılar. DDKO’daki gençler de gerçekten çok iyi çalışma yürüttüler, köylere gittiler, halka tebligatta bulundular.
-Peki Erivan Radyosu gibi organların etkisi oluyor muydu?
İnan ki Erivan Radyosu’nun etkisi Bağdat Radyosu’nun etkisinden daha fazlaydı. Biz Ervian Radyosu’nun yayın saatinin başlamasını iple çekerdik. Radyo yayına başladığında herkes pür dikkat dinlemeya başardı. Halkı çok çok etkilerdi. Daha sonra Rızaye ve Kirmaşan radyoları başladı, Kahire Radyosu yayına başladı. Hatta Türk yetkililer bu kobuda Kahire’ye nota verdi.
-1970 yılında sürgün edildiniz, neden?
Çünkü artık Kürt olduğumuz deşifre olmuştu. Başkale’de öğretmenlik yaptığım dönemde Kürt ve Kürdistan propagandası yapıyordum. Yanımda Mele Mustafa Barzani’nin resimleri vardı, dergiler vardı, insanlara gösteriyordum. İlk defa Simko Şikak’ın resmini de orada gördüm. Oradaki öğretmenler hakkımda şikayette bulunuyor Kürtçe ders veriyorum diye. Bölgede Seyid Kemal vardı, zengin bri aileydi. Daha sonra öğrendim ki yakalanmamam için para veriyor. Yine Ertuşi aşiretinin büyüğü Mahmud Ağa da bana öyle sahip çıkıyor.
-Elinizde tarihi bri belge var. O dönem Türk ordusunda askerlik yapan Kürt bir subayın konuşmasını içeriyor. Mele Mustafa Barzani peşmergeleri ile birlikte Rusya’ya geçerken biro lay yaşanıyor. Bize bundan bahsedebilir misiniz?
Şevket Işık binbaşı, Ferda Turan’ın babası. Onu tanıdığım ve ondan çok şey öğrendim. Bana anılarından bahsediyordu. Bir anısında bana Barzani ve Peşmergelerin sınırdan geçişinden de bahsetti. Şemdinli’de görev yaptığı süreçte halk tarafından tanındığını anlattı. Bölgedeki aşiretler de onu iyi biliyormuş. Bir gün kendisine haber geliyor; bu gece Barzani peşmergeleri ile sınırı geçip gelecek, buradan İran’a geçip Rusya’ya gidecek diye. Ondan bu durumdan haberdar olması ve peşmergelere gözkulak isteniyor. O da o gece Kürt asker arkadaşlarını nöbetçi yapıyor, diğer Kürt subaylarla bir araya gelip, ‘ne olursa olsun onları korumalıyız, eğer biri onlara ateş açarsa vurur gider Barzani’nin ordusuna katılırız’ diyorlar. Sonra gidip telefon kablolarını kesiyorlar ve heyecanla beklemeye başlıyorlar. Sabaha doğru ölümsü Barzani ile peşmergelerinin üç koldan geldiğini görüyorlar. Bir kol vadiden, bir kol İran diğer kol da Türkiye tarafından birbirlerini koruyarak geçiyorlar. Tam Türkiye, İran ve Irak sınırındaki üçgende oluyor bu.
İkinci olay ise, Seyid Kemal ki ailesi katledilmiş ve Rojhılat tarafında Cafan köyüne geçmişler. Çocukları sürekli bu tarafa gelip giderdi, bize olanları anlatırlardı. Onlar da, Barzani ve Peşmergeleri geçtiğinde İran Kürdistan’ındaki sınır bölgelerinde yaşayan köylülerin peşmergeleri ağırlamamak için evlerini bırakıp kaçtıklarını anlattı. Neden, İran Şahı peşmergelere kapılarını açtıkları için onları cezalandırmasın diye. Cafan köyüne de geliyorlar, orada da herkes kaçıyor ama Seyid Kemal ‘babam da ölse ben kaçmayacağım, Barzani bana misafir olacak’ diyor. Barzani de onlara misafir oluyor. Daha sonra odadakilerin çıkmasını istiyorlar. Her kes çıkıyor, bunu anlatan Seyid’in oğlu içeride gizleniyor. Barzani de bırakın çocuktur kalsın diyor. Demek ki Barzani yaralıymış, doktor onu tedavi etsin diye herkesin çıkmasını istemiş. Yani peşmergelerin Barzani’nin yaralı olduğundan haberdar olsun istememişler, moralleri bozulmasın diye.
-Yani Mele Mustafa Barzani yaralanmış mı?
Evet, ben daha sonra Seyid Kemal’i de gördüm. Sanırım Kak Mesud (Barzani) bundan bahsediyor.
Lütfi Baksi kimdir?
Lütfi Baksi 12 Eylül’de tutuklandıktan sonra İsveç’e iltica etti. Orada 23 yıl Kürtçe öğretmenliği yaptı. Kürtlerle ilgili zengin bir arşivi olduğu bilinir.
1997 yılında Şerafettin Elçi’nin başkanlığında kurulan DKP’nin kurucularından oldu.
2006 yılında kurulan Katılımcı ve Demokrasi Partisi'nin (KADEP) de kurucuları arasında olan Lütfi Baksi, Şerafettin Elçi’nin vefatından sonra KADEP genel başkanı oldu.