Ünlü Kürt şairi Şêrko Bêkes’le yapılan son röportaj

19-08-2014
KAWA EMÎN
Etiketler Şêrko Bêkes
A+ A-
Kürt şairi Şêrko Bêkes, 4 Ağustos 2013’te hayata veda ederken, ardında bir şiir deryasını miras bıraktı. Kürt Edebiyat’nda adından hep söz ettirecek Bêkes’le, son röportajı Rûdaw yaptı. 

Şêrko Bêkes, Kürdistan’daki savaşın, dramın, şiirine nasıl işlediğini anlattı.

Hocam, dilerseniz çocukluğunuzdan ve babanız merhum Faik Bêkes’le olan yıllarınızdan başlayalım.

1940’te Süleymaniye’de doğdum. Babam öğretmendi. Bu yüzden de her sene Kürdistan’ın farklı bir kentinde bulunuyorduk. Süleymaniye’de çok az kaldık. Başlarda Qeredax’daydık sonra Surdaş, ardından da Helepçe’ye gittik. Babam, 1948’de burada hayata veda etti. Çocukluğum muma benziyor, çabuk söndürüldü. Babamın sevgisini yaşayamadım. Onunla konuşup, duygularını anlayacak, hayat tecrübesinden yararlanacak yaşta değildim. Bildiğiniz gibi, çocukluk hayattaki her yeteneğin kaynağıdır. Bêkes, bir insan bir baba gibi bu yeteneğimin hep arkasındaki kişiydi. Sonra da annem... Annemin de çocukluğumdaki rolü büyük. Onun sayesinde o Kürtçe öyküleri dinledim ve Kürtçe’yi daha çok sevmeye başladım. Babam vefat ettiğinde 7 yaşındaydım. Onun ölümünden sonra annemin yalnızlığı ve zorlu bir yaşam başlıyor.

Faik Bêkes hocanın milli hisleri ve şiirleri üzerine neler söyleyeceksiniz?

Haci Kadiri Koyi’nin Kürt şiirinde yaktığı çıra, ki o da Ehmedê Xanî’den almıştı, bence kendi döneminde de Bêkes’in eline ulaşmıştı. O, çok önceden Kürdistani milli his ve inançlarla eğitilmişti. Kendi kendini inşa eden kişilerdendi. Söz ve eylemi birbirinden ayırmayan bir kişiliği vardı. Bu duruşunun bedelini ağır ödedi. Birçok kez yakalandı ve Irak’ın güneyine sürgün edildi. Onun duruşu milletimizin hafızasında yer etti ve asla unutulmayacak. Kürt düşmanlarına karşı kavgası, İngiliz danışman Edmonz’a Newroz günü Mameyare’de karşı çıkışı halen halk arasında konuşulur. Bêkes ve milli şuur birbirinden ayrılamaz iki parçadır. Bêkes ve Kürdi duruş, Bêkes ve vatanseverlik... Bêkes’ten bahsederken, sadece kendi babamdan söz etmiyorum. O, Kürt milletinin babası olmuştur. Şiirleri, milletimizin aynasındadır. Bêkes, sırf şiir olsun diye şiir yazmıyordu. O şiirlerini Kürt milletin yaşamı, insanı ve toprağı için yazıyordu. Dolayısıyla, Kürt milletinin isyanlarına ruhuyla katıldı. “Berderki Seraye” isyanına katıldı, yaralandı ve tutukladnı. Ardından da sürgün edildi. Bêkes, az yaşadı, erken öldü. 1941’de Halepçe’de vefat ettiği günü çok iyi hatırlıyorum. Bir kış günüydü...

11 Mart 1970’teki olay Kürt Edebiyatı’na nasıl bir hareket getirdi? Özellikle de Kürt şiirine...

1960’tan beri şairlerin yüreğinde hapsolan duygular, 11 Mart’ta bir çıkış yolu buldu diyebilirim. Özgürlük havasının şair ve sanatçılar için ilk faktör olduğu bir gerçektir. Özgürlük olmayınca yetenek de ölüyor. Dolayısıyla, 11 Mart 1970’teki çıkış, Kürt kültürü ve şiirinin dirilişi için yapı taşı oldu. Aynı zamanda öykü, tiyatro, müzik alanlarında da yankı buldu. 1970’in başlarında, ilk kez “Edebi Bakış Bildirisi”ni yayınladık. Bu da özgürlük atmosferinin sonucuydu.



Yurtdışına çıkmadan önce dağdaydınız. Şiirin dağdaki deneyimi ile mülteci olarak Kürdistan’dan uzaklığı nasıl görüyorsunuz?

Hayatım boyunca 3 defa Kürt kurtuluş hareketine katıldım. İlk defa 25 yaşındayken Eylül Devrimi’ne katıldım. İkinci defa 1947’de, birçok aydın, sanatçı ve beraberimizdeki halkla katıldık. Son olarak da 1984-86 yılları arasında mücadelede yer aldım. Kendi halkımızın, peşmergemizin, temiz dilimizin yanındaydım. Hepsi de şiiri deneyimimin oluşmasında katkıda bulundu. Kürdistan halkının, özellikle de bozkır gülü gibi tertemiz insanların diline ve ahlakına yakındım. Hepsi de benim için yeni yol ve deneyimdiler. Bir deneyim içinde yaşıyordum; dağ deneyimi... Özeldi, şehir deneyimerinden farklıydı. Peşmergeyle, kanla, şehadetle, uçaklarla, bombalarla içi içe olduğum deneyim, şehir deneyimi değildi. “Keşkola Peşmerge” isimli divanımda bu dönemde yazdığım bazı şiirlere yer verdim. 

Siz dağdayken de özgürdünüz, İsveç’teyken de özgürdünüz. Bu iki özgürlüğü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçek şair, prangalanmaktan daha büyük olan şairdir. Gerçek şairin siyasi fikirlerinin olması lazım. O da herkes gibi özgürdür. Fakat şair, sanatçı gibi kimseye boyun eğmez. Hiçbir yer onun duygularını budayamaz. Şiir, şairin yüreğinden ve fikriyatından gelmiyorsa, parti emirleriyle gelmez. Yani, bir kişinin sesini zorla güzelleştiremezsin. Bir kimseyi zorla şair veya müzisyen yapamazsın. Şair de her Kürt yurttaş gibi bir siyasi duruşa sahiptir. Dünya edebiyatında da bunun çok örneği var. Pablo Neruda’dan tut, Mayakovski’ye, Andre Malraux’ya kadar, hepsinde bu vardı. Ben birçok partiden önce vardım. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) de dahil. KYB 1976’da kurulduğunda  benim 3 divanım vardı. Zira ben halkımın, davamın şairiyim. Bu yolda şehid düşen birçok arkadaşım var, onların anısına yürekten bağlıyım. Bu benim için ahlaki bir görevdir.

“Kırmızı Kartalın Destanı”nı yazdınız. Son olarak da “Haç ile Yılan ve Bir Şairin Günsayımı”nı yazdınız. İki eser arasında bir bağlantı var mı?

Şüphesiz, özgürlük mesajı ve toprak sorunu arasında ortak bir bağ olabilir. Birçok eserimde de bu olabilir. Doğrusu bu iki farklı eser. Haç ve Yılan’da sanatsal açıdan daha çok şiirsel öykü, şiirsel roman kıvamındadır. Kırmızı Kartalın Destanı’ysa uzun bir şiirdir.  Benim şiirlerimde üç ana tema var: Toprağa bağlılık, Kürdistan’ın doğasına bağlılık ve Kürdistan’ın özgürlüğüne bağlılık. Bütün şiirlerimde görebilirsiniz bunları; ancak her seferinde yeni bir tarz ve yeni bir sanat biçemiye.

Haç ile Yılan’da Kürdistan’daki o kötü durumdan bahsediyorsunuz. Hatta bir şiirinizde “Utanıyorum, utanıyorum ona Kürdüm demeye” diyorsunuz. Bu kendi sesiniz mi, milyonlarca Kürt’ün sesi mi?

Savaş tüccarları hariç, her kürdün sesidir. Her zaman bazı savaş tüccarlarının olduğunu unutmamak lazım. O tüccarlar nerde bulunuyorsa, orda savaş olur. Bu ses, onlar hariç hepimizin sesidir. İç savaştaki, intihar savaşındaki, kardeş kavgasındaki her Kürt’ün sesidir. Artık ne şiir, ne sanat kalıyor. Doğrudan konuşman lazım, o yüzden bu divanda bu söz yer alıyor. Çünkü şair belli bir aşamadan sonra bir noktaya varıyor. Bu an, sözü sanatla süslemenin anı değildir. Bir kişinin seni alt edip öldürmeye çalıştığı andaki gibi düşün. O an elinden ne geliyorsa yapıyorsun. İç savaş, hiçbir şey bırakmadı. Bu da şairin “Ben Kürt değilim” diye patlamasına sebep oldu. İş öyle bir noktaya vardı ki, kendi elimizle milletimizin özgürlüğünü çukura gömdük. 

Enfal ve Halepçe, Kürt tarihindeki iki büyük felakettir. Bu iki felaket şiirlerinizde nasıl yer tuttu?

Çok yer tuttu. Enfal ve Halepçe, şiirlerim için gözyaşı ağı oldu. Aynı zamanda o kurbanların gücünün parıltısının ağı oldular. Halepçe’de 5 bin kurban verildi. Halepçe önce tüm Kürdistan’a benzedi. En sonunda da Halepçe tüm dünyaya benzedi. Enfal’de özellikle de Germiyan bölgesinde 182 bin kurban verildi. Sahralara gömüldüler. Bence hiçbir şiir Enfal ve Halepçe’yi anlatamaz. Kürdistan felaketinin boyutu, şiirin boyutunu aşar. Şimdiye kadar Enfal ve Halepçe üzerine ne söylendiyse, onları yeterince anlatamamıştır. O kadar ki derin acı ve kederle doludurlar. Bu bir şiirle anlatılacak iş değildir. Bunun için onlarca roman, binlerce öykü yazmak gerekir. 

Ulusal bilinç ve Kürdistanilik ya da Kürdistan’ın sınırları şiirlerinizde nasıl tersyüz edildi?

Bu çok önemli bir konudur. Kürt siyasal aklı, parçalı olduğu sürece birbirimizi anlayamayız. Bunu sağlamamız için de ortak bir Kürdistani akla ihtiyacımız var. Irak Kürdistanı, İran Kürdistanı, Türkiye Kürdistanı dediğimiz sürece bu olmaz. Kimliğimizi bir yerlere bağlamamamız lazım. Kimliğimizi bir parçaya bağladığımız sürece düşüncemiz de parçalı olacaktır. Bizim Kürdistan’ın birliği fikrine ihtiyacımız var. Bu sınırlar, çareyi kurtuluş ve bağımsızlıkta görenlerin en büyük düşmanıdır. Çünkü biz bir coğrafi ve jeopolitik bir sorunun kurbanlarıyız ve Kürdistan parçalanıp bu hale gelmiş. Bu yüzden ortak bir dile ihtiyacımız var. Yani, aynı anda Diyarbakır’ı duyup, aynı anda Mahabad ve Süleymaniye’yi görebilmeliyiz. Bu bize siyasi bir birlik haritası olabilir. Yok bunu gerçekleştiremezsek; Irak, İran, Suriye, Türkiye arasındaki paçalanmışlık devam eder. Zaten bunun bir önemli sebebi de Kürdistani bir birlik anlayışından yoksun olmamızdandır. 

Şêrko Bêkes, şiirlerini sadece Kürtler için mi yazar yoksa tüm dünya için mi?  

Kürt insanı için şiir yazan kişi, tüm dünya için yazmış olur. Çünkü Kürt insanı insanlığın bir parçasıdır. Güzel şiir, güzel edebiyat, güzel sanat... Bir şey güzel oldu mu, onun sınırı yoktur artık. Milletinin yüreğinde yaşayamayan şiir, dünyanın yüreğinde de yaşayamaz.  Milletinin sevmediği bir şiiri, dünyanın seveceğini sanmıyorum. Örneğin, Latin Amerika edebiyatına baktığımızda, tüm dünyada yankı bulduğunu görürüz. Çünkü kendi özelliklerinden başladılar. Şiir nerde olursa olsun, o bir güldür ve şiir güzeldir, hep güzeldir. Başka dillerden çevrilen şiirler, dil açısından sıkıntıya düşülse bile, anlamını hep koruyor.



ŞÊRKO BÊKES / PORTRE

2 Mayıs 1940’ta Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kentinde doğdu. Ünlü Kürt şairi Faik Bêkes’in oğludur. 1965’te Kürt kurtuluş hareketine katıldı. İlerleryen yıllarda mücadele saflarında yer almaya devam etti. Kürtler arasındaki iç savaştan (Birakûjî) dolayı İsveç’e giden Bêkes, 1991’de yurda döndü ve bir süre Kültür Bakanlığı görevinde bulundu. 1993’te tekrar İsveç’e dönen şair, 4 Ağustos 2013’te Stockholm’de hayata gözlerini yumdu. Şairin yayınlanmış birçok şiir kitabı bulunuyor.


Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli