Mesih, namı diğer Hasan Mezarcı, Düzce yakınlarındaki köyünde, doğduğu evde, son derece sade bir hayat sürüyor. Yaklaşık 20 yıldır münzevi, bir hayat süren Mezarcı, yaşamının neredeyse tamamını bu evde, eşi ve zaman zaman da havarileriyle sürdürüyor.
Rûdaw’ın kendisi ile röportaj talebine yanıt veren “Havari İbrahim” ilk olarak “Mesih’in medyaya röportaj verme taraftarı olmadığı” belirtilmişse de, peşi sıra süren diyalog neticesinde kabul etti.
Rûdaw ekibi, Mezarcı’nın yaşadığı yerde yarım gününe, doktor eşi ve havarilerinin olanca samimiyetiyle kendisine iman ettiklerine şahitlik etti.
Aynı zamanda eski milletvekili de olan Hasan Mezarcı, Rûdaw’dan Rawîn Sterk’e verdiği mülakatta İslam dünyasının “topyekün bir medeniyet sorunu” olduğunu söyledi.
Milletvekilliği döneminde özellikle Kürtler hakkındaki açıklamaları nedeniyle DGM’lerde yargılanan, daha sonraki yıllarda cezaevinde işkence gören Mezarcı, Kürt sorunu, Kürtlerin kolektif hakları, anadilde eğitim ve Kürtlerin devlet hakkı gibi konularda açık ve net konuştu.
Hasan Mezarcı ile röportajın tam metni;
Rûdaw: Evvela hem röportaj talebimizi kabul ettiğiniz, hem de burada ağırladığınız için çok teşekkürler.
Estağfurullah.
Rûdaw: Çok röportaj talebi var ama kabul etmiyorsunuz. Neden kabul etmiyorsunuz, bizi neden kabul ettiniz?
Medya biliyorsunuz daha çok polemik ve çarpıtma üzerine kurulu. Kes, kopyala, yapıştır yöntemi ile yanlış algı oluşturma, itibarsızlaştırmaya yönelik yayınlar yaptığı için, benim de bu konuda çok eskiden beri linç ve karalama kampanyalarına maruz kaldığım için güvenim yok. Güvenmiyorum, hayır görmüyorum. Onun için mümkün mertebe bu tür yayın tekliflerini kabul etmiyorum. Birincisi bu. İkincisi de Mesih olarak hemen her konuda konuşmak da istemiyorum.
Rûdaw: Neden?
Bu meseleyi, konuyu basitleştirir. Günlük meseleler, konularla ilgili olu orta rastgele görüş beyan etmek istemiyorum. Çünkü Mesih sadece Türklerin mesihi değil, Türkiye’nin mesihi değil, bütün milletlerin mesihi. Bütün milletlerin beklediği bir kişi. O bakımdan sıradan günlük meseleleri ile ilgili sözlerden ileride ahkâm çıkarabilirler. Bu da çok fazla sıkıntı çıkarır. O bakımdan konuşmak istemiyorum.
“MESİH OLDUĞUMU BİLMEMLE BİRLİKTE HER ŞEY DEĞİŞTİ”
Rûdaw: 21. Yüzyılda Mesih olmak nasıl bir duygu? Teknolojinin, bilimin, tıppın ulaştığı sevyeyi baz aldığımızda siz kendinizi bu çağda nasıl hissediyorsunuz?
Zaman zaman Hasan Mezarcı milletvekili iken şöyle konuşuyordu, şimdi farklı konuyor diyerek, o gün ile bugün arasındaki farklılıkları gündeme getirerek bunu bir çelişki gibi göstermeye çalışıyorlar. Ben Mesih olduğumu bilmeden önce herkes gibiydim. Yani tırnak içinde, buranın tabiri ile yerli ve milli bir kişi. Daha çok dini yönü, din olarak da İslam yönü ağır basan bir söylem içerisindeydim. Bendeki değişim, geçmişteki görüşlerimi, oturmuş, düşünmüş, araştırmış ve yanlışlarını değiştirmiş, düzeltmiş durumu yok bende. Mesih olduğumu bilmemle birlikte her şey değişti. O zaman Hasan Mezarcı konuşuyordu, şimdi Mesih konuşuyor. O zaman Hasan Mezarcı Türkiye’den dünyaya bakıyordu. Şimdi Mesih Allah’ın nazarıyla bütün milletlere, bütün dünyaya bakıyor. Ve hepsini de tabi eşit olarak görüyor. Bendeki değişimin sebebi budur. Bu mesih olduğumu bilmemle birlikte Müslümanlığa, Yahudiliğe, Hristiyanlığa, Budizme, Hinduizme, ideolojilere, ırklara, dinlere, dillere bakışım otomatik olarak değişti. Şöyle bir benzetme vardır İncil’de, aynen öyle oldu; inanan, inanmayan ayırmadan, müslim-gayri müslim ayırmadan, güneşini herkesin üzerine doğduran, rahmetini herkesin üzerine yağdıran Tanrı gibi yetkin olmak, Tanrı nazarıyla bakmak ve bütün insanları o şekilde kucaklamak. Bu ilahi değişim bende kendiliğinden geldi.
“İKİ BİN YIL ÖNCE DE BUNU SÖYLÜYORDUM, ŞİMDİ DE BUNU SÖYLÜYORUM”
Rûdaw: Peki başlangıçta Müslüman bir Türk olduğunu gerçeğinden bakarak, Müslüman ve Türklükten neleri kısmak ve bir tarafa bıraktınız?
Her şeyden önce İslam’a bakışım, dine ve dinlere bakışım değişti. Geleneksel din öğretilerine bakışım kendiliğinden değişti. Hristiyanlığa, Budizme, Hinduizme bakışım da öyle. Biliyorsunuz, Müslümansan cennete gideceksin, değilse cehenneme gibi genellemeler vardır. Öncelikle din öğretimin çerçevesini söylemek istiyorum, Mesih’in din öğretisini. Ama bundan önce müsaade ederseniz şunu söyleyeyim; Kur’an’a göre İslam Hz Muhammed’in öğrettiği dinin adı değildir. Kur’an’a göre İslam bütün peygamberlerin öğrettiği dinin Arapça adıdır. Yani Kur’an’a göre Adem’in, Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın öğrettiği din de İslamdır. Onlara inanan da Müslümandır. Kur’an’a göre aslında bu böyledir. Ama sanki Hz Muhammed’e inananlar Müslüman, inanmayanlar değil gibi bir inanç oluşturulmuş. Dolayısıyla bu bakış açısı ile baktığımızda şunu söyleyebiliriz; bir dinin Arapça ismi İslam, inananın Arapça Müslüman denilmesi gerekmiyor iken, bir yaratıcıya inanmak. İster Allah der, ister Yahve, ister Baba der, ister Brahma der Hindular gibi. Önemli olan budur. Oradaki tanrının, ilahın ismi önemli değildir. Dinin özü, özeti şudur; bir yaratıcıya inanmak, hangi isimle anarsa ansın, yalnız onu sevmek, ona tapmak, ona dua etmek, ondan başkasına tapmamak. Kötülükten uzak durmak, iyilik yapmak. Aslında bütün dinlerin, özellikle benim din öğretimin özü, özeti budur. Orada isimler, kimlikler önemli değildir. Şöyle diyeyim; Müslümanlar Müslüman bir ailede doğduğu için Müslümandır. İslamı seçtiği için değil. Ben Müslümanın cennete gideceğim. Yani Müslüman mahallesinde doğan cennete gidecek, Hristiyan mahallesinde veya Hindu doğan cehenneme gidecek. Böyle bir şey yok. Bu insanların kazandığı bir şey değil, aileden gelen bir şey. Dillerini öğrendikleri gibi dinlerini de öğreniyorlar ailelerinde. Dolayısıyla bütün insanlara, milletlere böyle bakmak gerekiyor. Tabii ki ben böyle bakıyorum. İki bin yıl önce de bunu söylüyordum, şimdi de bunu söylüyorum.
“CENÂB-I ALLAH BANA APAÇIK BİR ŞEKİLDE MESİH OLDUĞUMU BİLDİRDİ”
Rûdaw: İlkin nasıl oldu? Siz Mesih olduğunuzu nasıl anladınız? Nerede ve nasıl başladı?
Aslında bunları rastgele cümlelerle anlatmak istemiyorum. Ayrıca anlatmak çok zor, çünkü böyle şeyler yaşanıyor. Başı şeyler var ki söze gelmez, dile gelmez, yaşanır. Aşk gibi, sevda gibi, yaşayan bilir. Yaşamayana o kelimeler fazla bir şey ifade etmez. Cenâb-ı Allah bana apaçık bir şekilde, güpegündüz Mesih olduğumu bildirdi ve bunu kendisi izin verinceye kadar da açıklamamamı istedi. Onun çok büyük bir şoku ve heyecanı içinde oldum, büyük bir ilahi sarhoşluk meydana geldi.
Rûdaw: Kaç yaşındaydınız o zaman?
1997’de, 45 mi oluyor? Onsan sonra devam etti bu bildirmeler. Tabi Hasan kim, İsa kim, Mesih kim? Bunun ne olduğunu zaman içerisinde, süreç içerisinde Cenâb-a Allah apacık bir şekilde bildirmeye, göstermeye, öğretmeye devam etti. Üç yıl sonra Almanya’da açıklamama izin verdi ve ben bunu açıkladım. Bunun nasıl olduğunu da Müjde kitabında anlattım. Yani o vahiy ne? Nasıl bildiriyor Cenâb-ı Allah? Mesela Tevrat’ta, İncil’dei Kur’an’da Allah’ın peygamberlere vahyettiği söylenir ama vahiy keyfiyeti, mahiyeti, nasılı anlatılmaz.
Rûdaw: İlk aldığınız mesajdan sonra çekinceleriniz oldu mu, ya da korktunuz mu? Nasıl bir yolun sizi beklediğini tahmin ettiniz mi?
Hayır, çok büyük bir ilahi aşk, sevgi, adeta bekâbillah olmak gibi. Yani Allah ile artık hamalı olmak, onunla oturmak, onunla kalkmak, onunla ağlayıp gülmek şeklinde. Öyle bir korku, panik meydana gelmedi.
Rûdaw: O dönem bir şekilde siyasetin içindeydiniz...
Bitmişti aslında, cezaevindeydim 1997’de. Bu çok ilginç bir şeydir. Biliyorsunuz, Meryem oğlu İsa Mesih’in 2 bin yıl önce hayatı cezaevinde noktalanmıştı. Tutuklandı, cezaevine kondu, işkence edildi sonra idam edildi, darağacına asıldı. 2 bin yıl önce cezaevinde Mesih olarak biten hayatım iki bin yıl sonra cezaevinde başlamış oldu.
“MEHİS OLDUĞUMU AÇIKLADĞIMDA TÜRKİYE’DE ÇOK BÜYÜK BİR PANİK MEYDANA GELDİ”
Rûdaw: Sonrasında Almanya’dan döndünüz. Buraya döndükten sonra bir planınız var mıydı? Ne planlıyordunuz ve sonrasında ne oldu?
Almanya’da mesih olduğumu açıklayıncaya kadar deli algısı gibi bir şey yoktu. Zaman zaman medya ile de görüştüm, onlar vardır arşivlerde. Mehis olduğumu açıklar açıklamaz Türkiye’de çok büyük bir panik meydana geldi. 2000’li yılları düşünün. O günün cumhurbaşkanı, başbakanı, genelkurmay başkanı, meclis başkanı, siyasi partileri, sanatçısı, diyaneti, tarikatı büyük bir panik yaşadılar. Halk zaten beni biliyordu, tanıyordu. Halkın bana inanmasından korktular. Ve organize bir şekilde medya üzerinden koro halinde hep birlikte tırnak içinde ‘deli’ buna inanmayın diye o deli korusu harekete geçti. Haftalarca sürdü. Böylece kendi otoritelerinin sarsılmasından korktular. Siyasi partiler de korktu, devlet erkanı da panikledi. Öyledir de, bu halk benim mesih olduğuma inanırsa Diyanet İşleri Başkanı’nın da otoritesi kalmaz, patriğin de, siyasetçinin de otoritesi kalmaz. Benim bir siyasi hareket, tarikat kuracağımı sandılar. Kendileri gibi sandılar. Halbuki Mesih böyle bir şeyi 2 bin yıl önce de yapmadı, şimdi de yapmaz.
Rûdaw: O dönem bahsettiğiniz panik ve korku devam etti mi? Siz hayatınızda kendinizi güvende hissediyor musunuz?
2001 yılında Türkiye’ye döndüğümde Ankara Cumhuriyet Başsavcısının ya zindana ya da akıl hastanesine konacak şeklinde beyanatı vardı. Bunlar gazete manşetlerinde yer aldı. Türkiye’ye dönünce tutuklandım, soruşturma açıldı, 7 yıl sürdü Mesih olduğumu açıkladığım için. Bir kere bir insanın mesih olduğunu, peygamber söylemesi yargı konusu yapılamaz. Ben o zaman da açıkça söyledim, şimdi de söylüyorum; mesih olduğunu, peygamber olduğunu söylemek suçsa değil mi? Bu ülkede Hz Muhammed’e inananlar var. Delili ne? Tanımadığınız, görmediğiniz, bin yıllar önce yaşamış İbrahim’e inanıyorsunuz, Adem’e inanıyorsunuz, Nuh’a, Musa’ya, İsa’ya inanıyorsunuz da bana neden inanmıyorsunuz? Bu bir iman meselesidir. Ama deli meselesi bir başkadır. Bir insanın deli olduğuna dair söz ve davranış bozuklukları olur, bunu aslında herkes gözler. Fakat bizim peygamberlere deli denmesinin sebebi halkın inanmasını engellemek içindir. Bu bütün peygamberlere yapıldı, bana da yapıldı. Ama bu devam etmez. Bu algı yavaş yavaş yıkılıyor. Halk gördükçe kandırıldığını anlayacak.
“BEN TEK BAŞIMA ÇIKIP MESİH OLDUĞUMU SÖYLEMEDİM”
Rûdaw: Tarihten beri kendisini mesih ilan eden çok insan var. Siz tüm bu kişilerden ayrı olarak hangi verilere göre mesih olduğunuza inandınız. Bir keramet olmak zorunda mı? Mesih bir keramet gösterecek mi?
Türkiye başta olmak üzere İslam ülkelerinde mesih denilince İbrahim, Musa gibi, Muhammed gibi bir peygamber olduğu algısı var. Bir kere bu yanlış. Mesih Ruhu-l Kudüs’tür, bütün peygamberlerden farklı. Bu konuya şimdi girersek uzar. Yani Müslümanların Cebrail dediği Ruhu-l Kudüs ete kemiğe bürünmüş, İsa Mesih olarak görünmüş, Meryem’den insan bedenine bürünerek dünyaya gelmiş. Dolayısıyla Mesih bütün peygamberlerden farklıdır. Şimdi İslam dünyasında Mesih’e pek talep yoktur. onun için İslam dünyasında Mesih çıkmaz. Ben hiç hatırlamıyorum. Mehdi çoktur. Mehdi ile Mesih’i de karıştırıyorlar. Hemen bütün tarikat şeyhleri, İslamcı parti liderleri ilgili bir mehdi oldukları algısı vardır, oluşturulur. Fakat İslam dünyasında Mesih çıkmaz. Benden başkasını hatırlamıyorum. Hristiyan dünyasında zaman zaman çıkmıştır. Ama bir fark var. İki bin yıldan beri havarileri ile birlikte ortaya çıkan benden başka kimse yok. Ben tek başıma çıkıp Mesih olduğumu söylemedim. Mesih’in diğer peygamberlerden farkı havarileri olmasıdır. Mesih’in havarileri Hz Muhammed’in asabeleri gibi değildir. Mesele Hz Muhammed’in asabeleri onun peygamber olup olmadığını bilmiyor. Yani Allah onlara bildirmiyor. Hz Muhammed söylemiş, onlar inanmışlar. Ama İsa meselesinde öyle değildir. İsa’nın havarileri var. Kur’an da, İncil de havarilere vahyedildiğini söylüyor. Yani havarilere kimin mesih olduğunu Allah bildiriyor ve onlar şahitlik ediyor. Dolayısıyla havarileri ve kitabı ile birlikte ortaya çıkan ki benim çeşitli ülkelerde havarilerim var, onları ben ikna etmedim, benim bir tarikatım, cemaatim yok ve yapmayacağım. Onlara benim mesih olduğumu Allah bildirdi ve onlar beni buldular, onlar şahitlik ediyorlar. Bir de Müjde kitabımda her iki dönemimi açıklıyorum. Bu anlamda ne Hristiyan ne de Müslüman dünyasında benden başka çıkıp mesih olduğunu havarileri ile, şahitleri ile birlikte kanıtlayan başkası yoktur. Mesih gökten nasıl geldi, Meryem’den nasıl doğdu, haça asıldıktan sonra göğe nasıl gitti, tekrar gökten dünyaya nasıl geldi tüm bunları apaçık bir şekilde açıklayan benden başka kimse yoktur.
“BEN BÜTÜN İNSANLARIN MESİHİYİM”
Rûdaw: Düzce’de kendi köyünüzde yaşıyorsunuz. Bir nevi izole bir hayat. Bu Mesihin kendi fikriyatını yayma konusunda bir engel oluşturmuyor mu? Bu güne kadar ne kadar insanı etkilediniz?
İsa Mesih bütün peygamberlerden farklıdır. Müslümanlar, Hz Muhammed gibi bir cemaat, örgüt, ordu, devlet kurması, savaşması, dinini yayması lazım gibi düşünüyorlar. Ama bir de İsa Mesih’e baksınlar, 2 bin yıl önce diğer peygamberler gibi yapmadı. Hatta münzevi yaşadı, şehirlerde, köylerde yaşatmadılar. İncil’i okursanız bunu anlarsınız. Üç yıl kadar 5-10 havari ile birlikte ki onlar da çok sıradan insanlardı, hiç bir toplumsal statüsü olmayan balıkçı, çiftçi çocuğu ile birlikte dağlarda mağaralarda geziyor, yaşıyordu. Ondan sonra da darağacına asıldı. Ama inancı nasıl yayıldı? Bugün dünyanın yarısı İsa Mesih’e inanıyor. Bu Mesih’i Ruhu-l Kudüs olması ile alakalı bir şey. Geriye bir kitap bırakmadı, örgüt, devlet bırakmadı. Bu yine böyle olacak. Benim insan bedenine yapacağım şey, kendimi ve öğretimi açıklamamdır. Bundan sonrası benim meselem değildir. Allah’ın dilemesine göre bu mesaj bütün dünyaya yayılacaktır ve bütün milletler de bunu duyacaktır. Zaten bütün milletler de mesih bekliyor. Mesela Budistler Kalfi diyor, Hindular da bekliyorlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve bütün dünya bir mehdi bekliyor. Bu inanç evrenseldir. Mehdi meselesi Müslümanlara özgüdür ama mesih meselesi evrenseldir. Dolayısıyla bu günün dünyasında bu mesajın yayılması için bir partiye, tarikata, cemaate, örgüte ihtiyaç yok. Yani amacı siyasi değilse bir insanın, din üzerinden siyaset, ticaret yapıp dünyevi şeyler elde etme amacı yoksa mesajı duyurmak için de partiye, tarikata, cemaate, medyaya ihtiyacı yoktur. Kaldı ki bunu yaptığın zaman diğerleri ile rekabet içerisine girersin. Ben böyle bir şey yapmam. Ben Hristiyanların da Mesihiyim, Yahudilerin de, Budistlerin de, Hinduların da mesihiyim. Bugünün dünyasında iletişim çağında bir tıkla bütün dünya mesajı, öğretiyi alabilir. Benim nazarımda önemli olan budur, miletlerin mesih müjdesini duymasıdır. Ondan sonrası kendilerinin bileceği bir şeydir. Dinlerini, dillerini, meşreplerini değiştirmelerine de gerekmiyor. Müslüman Müslüman olarak, Hrisiyan da Hristiyan olarak yaşamına devam eder.
“DİN DEVLETİNİ KABUL ETMİYORUM”
Rûdaw: Hristiyan dünyasının size yaklaşımı nasıl oldu? Hristiyan ülkeler ve Vatikan’dan bir tepki aldınız mı? Bir iletişiminiz var mı onlarla?
Vatikan ve diyanet gibi dini kurumlar zaten kabul etmez. Gökten güpegündüz indiğimi görseler kabul etmezler. İşte Papa ne diyor? Aslı ben Papa hakkında ne diyorum, Papa’nın benim hakkında ne dediğinin ne önemi var? Papa Mesih’i kabul ediyor mu? Aslında Mesih Papa’yı kabul ediyor mu diye sormaları lazım.
Rûdaw: Kabul ediyor musunuz?
Hayır, asla kabul etmiyorum. Din devletini kabul etmiyorum, ister Yahudilik adına olsun ister Hristiyanlık. Din güzel bir şey ama din devleti doğru bir şey değil. Hiç kimse Allah’ı, peygamberi temsil edemez. Hiç bir kişi veya kurumsal yapı İslamı temsil edemez. Din kurumsallaştığı zaman başa bela olur. Din inanç olarak, ibadet, ahlak olarak insan ve toplum hayatı için olmazsa olmazdır, çok gereklidir. Ama kurumsallaştığı, siyasileştiği, dünyevileştiği zaman, ticaretleştiği zaman başa bela olur. Tarih ortada. Budizmde, Hinduizmde, Yahudilikte, Hristiyanlık ve İslamda devletleştiği zaman kendi halkının başına bela olmuş. Dünya bu din devletlerinden vazgeçmiş. Maalesef İslam dünyasında bu kötü istek hala sürüyor.
“DÜNYANIN MESİH BEKLENTİSİ DOĞRUDUR AMA MESİH’TEN BEKLENTİSİ YANLIŞTIR”
Rûdaw: Bir Mesih geldiğine göre klasik öğretiye göre Deccal nerede?
Bunları açıkladım, Müjde kitabında var. Mülümanlarda bu inanç var; Mesih gelecek Deccal’ı öldürecek, domuzu öldürecek, haç’ı kıracak dibi. Bunlar mecazdır, hakikat değildir. Mesela şimdi domuz avına çıkıp bir domuz öldürürsem veya elime bir haç alıp kırsam mesih olduğuma mı inanacaklar? Bunu her insan yapabilir. Sağ yanağına vurana, sol yanağını uzat diyen, savaşı, öldürmeyi yasaklayan Mesih gelecek, bayrağı çekecek, dünyaya savaş ilan edecek öyle mi? Bütün dünyayı fethedecek, sonra kimse teslim edecek? Araplar mı, Farlara mı, Türklere mi? Kime ve niye yapsın bunu Mesih? Dünyanın mesih beklentisi doğrudur ama Mesih’ten beklentisi yanlıştır. Hristiyanların mesih beklentisi şöyle; Mesih gelecek dünyayı fethedecek, bize teslim edecek. Akılları, fikirleri dünya hükümranlığında, sömürmekte. Yahudiler de aynı kafayla bekliyor. Mesih Ruhu-l Kudüs’tür, emrinde melekler ordusu vardır. Mesih bu bedene girmeden önce de zaten bu tasarrufu yapıyor yeryüzünde emrindeki melekler ordusuyla. Ben vefat ettikten sonra da bunu yapmaya devam edecektir. Ve her ülkeden, her milletten Allah’ın göstermesiyle şahitler çıkacaktır. Onlar benim Mesih olduğumu anlatacaktır.
Şunu da söyleyeyim, Avrupa medyasına çıkıp bunları anlatmamıştım. 20 yıl yaşadım ama münzevi yaşadım. Avrupa’dayken bile Türk medyasına konuştum. Her peygamber bir toplumun, halkın içinden çıkar. Neden Türkiye’den çıktı diyorlar. İran’dan çıksa, “neden İran’dan çıktı” diyecektiler. Hindistan’da çıksa, “neden Hindistan” diyecekler. İstanbul’da çıksa, “neden Londra’da yada Washington’da çıkmadı” diyecekler. Bu tür polemiklerin bir anlamı yok.
“HİÇ KİMSEYİ İNANDIRMAYA, İKNA ETMEYE ÇALIŞMIYORUM”
Rûdaw: Bu evde yaşıyorsunuz, kaç insanla yaşıyorsunuz, çok gelen giden var mı? Nasıl bir finansmanla idare ediyorsunuz?
Almanya’da 20 yıl boyunca münzevi yaşadım aslında. 2014’ten önce bir aort ameliyatı oldum. Aort damarım patlamıştı ve Almanya’da değiştirildi. 2014 yılında Türkiye’ye döndüm. Tabi yaşım da baya ilerledi. Bu ev, bahçe dedemden kalma bir yerdir ve benim doğup büyüdüğüm evdir. Yaşım da ilerlediği için burada kendimi daha rahat hissediyorum. Daha çok burada kalıyorum ama İstanbul’da havarilerimizin bir evi var, zaman zaman oraya da gidiyorum. Belki bundan sonra orada daha fazla kalmayı düşünüyorum.
Rûdaw: Bir gününüz nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz bir günde?
Türkiye’nin değişik yerlerinden, yurt dışından gelenler oluyor. Bazen çekim yapmak için gelen oluyor sizler gibi. Normal günlük yaşamımı sürdürüyorum. Mesih’in mesajı, müjdesi iki bin yıl önce insanlara nasıl ulaşmışsa yine öyle ulaşacak. Hele bu iletişim çağında kapı kapı gezmeye, tarikat, cemaat, örgüt kurmaya ne gerek var? Değil mi? Dolayısıyla her milletin içinde şahitler çıkacak, inananlar çıkacak, onlar kendi dillerinde kendi ülkelerinde öğretimi duyuracak.
Rûdaw: Çocuklarınızla ilişkileriniz nasıl? Sizi ziyaret ediyorlar mı?
Tabi, çocuklar, akrabalar gelip gidiyor. İnanç konusunda onlar dahil, hiç kimseyi inandırmaya, ikna etmeye çalışmıyorum. Söylemiş olmam yeterli, inanan inanır, inanmayan inanmaz. Bu konuda ayrıca bir çaba göstermiyorum.
Rûdaw: Eşinizle nasıl tanıştınız?
Mesih olduğumu Allah gösterdi, bildi ve o da beni buldu.
“KÜRTLERİN DE TÜRKLER, ARAPLAR, FARSLAR KADAR DEVLET HAKKI VAR”
Rûdaw: Şimdi biraz siyaset yaptığınız yıllara dönelim. O dönemler özellikle Kürtlerle ilgili hem açıklamalarınız hem de çalışmalarınızdan dolayı çok hedef alındınız, DGM’de yargılandınız. O dönem için Kürtlerle yan-yana durmak, yada taleplerini dile getirmek sizin için neden önemliydi?
Milletvekilliğim döneminde ben İstanbul milletvekiliydim ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesiydim. Öyle bir dönem ki 90’lı yıllar, “Kürdüm” demenin suç olduğu, “bu ülkede Kürtler var” demenin bölücülük, PKK’cılık sayıldığı bir dönem. Böyle bir dönemde İnsan Hakları Komisyonu üyesi ve vicdanlı bir insan olarak Kürtlerin de Türkler, Araplar, Farslar kadar haklarının olduğunu, bunun kabul edilmesi gerektiğini söylüyordum. Mesela çözüm önerilerinde bulunuyordum. Anayasada, “Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağları ile bağlı olan herkes Türktür” diyor. “Herkes Türk yerine herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı diyelim” dediğim için PKK’cılıktan, bölücülükten Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılandım, çok büyük linç kampanyalarına maruz kaldım. Kürtler yüzünden bayağı bir sıkıntı yaşadım ama bu çok doğal, çok insani bir şeydi. Ben bugün de açıkça söylüyorum; Arapların devletleri var, Farsların, İranlıların devletleri var, Türklerin, Gürcülerin, Ermenilerin, Boşnakların var. Her milletin ya bir devleti yada bir federasyonu var, Kürtlerin niye yok? Dolayısıyla bu haksızlıktır, zulümdür. Bu mesele savaşla çözülmez. Oturup bu konuyu konuşarak çözeceksiniz.
Bunu sadece Türkiye’ye mahsus olarak söylemiyorum; Irak’ta, İran’da, Irak’ta, Suriye’de 40 milyon civarında Kürt olduğu söyleniyor. Her neyse, sayı da o kadar önemli değil. Diğer halkların ne hakkı varsa Kürtlerin de o hakları var. Niye çözülemiyor problem? Çözülemez, çünkü bu bir din-iman meselesi değil, medeniyet meselesidir. Medeni değil. Müslümanlar problemlerini çözemiyorlar. Hz Muhammed hayattayken otoritesi ile iyi-kötü onları götürdü. Ama Peygamber vefat edince hemen kavga başladı sahabe arasında. Ayşe ile Ali, Osman’i Ebubekir, Muaviye’dir. Müslümanlar “Allah’u Ekber” diyerek birbirleriyle savaştı, birbirinin boğazını kestiler. Peki aralarında etnik farklılık var mıydı? Yok. Hepsi aynı kabileden, Kureşy kabilesi, aile hatta. Peygamberin damatları, kayın pederleri. Peki dinlerinde, imanlarında bir eksiklik var mı? O da yok. Geriye ne kaldı? Medeni değildiler, bedeviydiler. Problemlerini oturup insan gibi konuşarak çözemediler.
Rûdaw: Şimdi de mi aynı?
Şimdi de aynı. İslam dünyasının problemi medeniyet problemidir. Din, ırk şu veya bu değil. İşin kökünde bedevi olmak, vahşi olmak var. Medeni değiller. Evde böyle kavga gürültü, caddede, sokakta yine öyle. Medeni bir şekilde oturup problemlerini konuşup çözemiyorlar. Dolayısıyla ben sol yanağına vurana sağ yanağını uzatan bir Mesih’im. Hele Mesih olduğumu anladıktan sonra o kadar hassaslaştım ki, kul hakkı denince sadece insan hakkı gelmiyor aklıma. Hayvan, bitki hakları da geliyor. Bir anekdot anlatayım; burada bir gölette beslediğim balıklar vardı. Yılan gelip girdi ve o balıkları yemeye başladı ama ben onu öldürmedim. Yani bir gülü koparırken bile onun bir canlı olduğunu, can sahibi olduğunu düşünüyorum, koparmak istiyorum. Dolayısıyla bu kan durmalı. Bu işler savaşla, kavgayla, öldürmekle çözülmez.
Rûdaw: Şu an Türkiye’de anadilde eğitim hala yasak. Kürtler bir takım kollektif haklarından mahrum. Türkiye’de bu sorunun çözümü için somut önerileriniz nedir?
Çözmek isteseler çözerler. Bunu oturup Kürtlerle konuşacaklar. Avrupa’da benzer meseleler çözülmüş. Mesela ben İsveç’te yaşarken bir gün eve bir mektup geliyor. Mahalledeki okulda tek Türk çocuğu, birlikte kaldığımız ailenin çocuğu. Yazı göndermişler ve, “çocuğunuzun Türkçe anadilde eğitim görmesini istiyorsanız bildirin öğretmen tayin edeceğiz” diye. Yani tek bir çocuğa bile öğretmen tayin ediyor, böyle çözmüşler. Çözmek isteseler çözerler ama çözmek istemiyorlar. Niye? Çünkü dinden, milliyetçilikten, ırkçılıktan, faşizmden besleniyorlar. Yoksa çözmek istenirse, niyet iyi olursa problemi çözmek çok kolay. Oturacaksınız, bin yıllardır beraber yaşadığınız insanlarla, eşit haklar düzeyinde, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti normları belli. Çözüm yolları belli. Ama benim çözüm şudur demem doğru olmaz. Ama “herkes Türktür” diye dayatmayacaksınız, onu anayasada değiştireceksiniz. Bunun gibi çok şey söyleyebilirim. Ama yazıktır-günahtır. Ben öyle asker ölünce şehit, PKK’lı ölünce terörist, hatta nasıl ifade ediyorlar; “etkisiz hale getirildi” diyorlar. Daha ağır ifadeler kullananlar da var. Sonunda terörist dedikleri Taliban şimdi dost oldu, devlet oldu. Bu güç meselesidir. Buradan da terörü destekliyor şeyi çıkmasın, amacım o değil. Tabi ki öldürmeye karşıyım, kim yaparsa yapsın, devlet de, örgüt de. Bu iş silahla, kanla çözülmez. Çözülmeyeceği anlaşıldı. Temsilcileri ile oturup halkın razı olacağı bir şekilde, gönüllü olarak kabul edeceği şekilde problem çözülebilir. Araplar, Türkler, Farslar oturup bu meseleyi çözmelidir. Ya her biri kendi ülkesinde kendine göre çözecek ya da birlikte çözecekler. Mesele bu kadar basittir.
“CENABI ALLAH BANA ‘ANKARA’YA GİTME’ DEDİ”
Rûdaw: Ancak bu devletler kendi devletlerini Kürtlerle paylaşmayı kabul etmiyor. Bu durumda Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı var mı sizce?
Mesele şudur; bu meseleyi birlikte oturup mu çözeceğiz, ayrılarak mı çözeceğiz? Ama her halükarda çözeceğiz ve o insanların buna hakkı olduğunu kabul edeceğiz. Tabii ki birlikte yaşayarak çözme formülü herkes için daha uygundur diye düşünüyorum.
Rûdaw: Türkiye’nin şu andaki durumunu nasıl görüyorsunuz, siyasi ve toplumsal olarak?
E aşiret. Aşiret kafası, aşiret kültürü. Bizde demokrasi, insan hakları, hukuk devleti edebiyatı yapılır ama kafalar aşiret. Sözde demokrasi, insan hakları, hukuk devleti. Yok böyle bir şey. Cenabı Allah bana “Ankara’ya gitme, oradakiler (yönetimi kastederek) Afrika’nın en ilkel kabilelerinden daha ilkeldir” demişti. Ben bunu söyleyince tepki gösteriyorlar. Ama ilkelisiniz, problemlerinizi çözemiyorsunuz. Etnik, dini problemlerinizi çözemiyorsunuz. Bir nevi Atatürk dayatıyor, bunlar Allah, İslam dayatıyor, her kes kendisine göre bir ideolojiyi dayatıyor. Bu aşiret kafasıdır. Partiler de bizde aşiret kafası ile yönetiliyor. Sendikalar da, sol örgütler de bizde aşiret zihniyeti ile yönetilir. Ağalar vardır, marabalar vardır.
Rûdaw: Türkiye’nin geleceği ile ilgili ne görüyorsunuz?
İslam dünyasının topyekün bir medeniyet sorunu vardır. Medeni olacağız. Bunun ölçüleri belli. Demokrasi diyerek demokrasi olmaz. Doğu Almanya’nın adı Demokratik Almanya’ydı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, o diktatörlüklerin adı cumhuriyetti. Cumhuriyet fazilettir diyerek de bir yerlere varılmaz. Adı cumhuriyet yada saltanat olabilir. İşte İngiltere’de krallık var ama demokratik bir hukuk devleti de var. Yani demokrasi, insan hakları, hak, hukuk, adalet diyerek bunlar gerçekleşmez. Adliyenin kapısına “Adalet Mülkün Temelidir” yazarak adaleti gerçekleştiremezsiniz. İslamda adalet var diyorlar. Ama adalet Budizm’de, Hinduizm’de de var. Firavun da adalet diyordu, Musa da. Ebu Cehil de adalet diyordu, Hz Muhammed de. Bunlar soyut kavramlardır. Adaleti, hakkı, hukuku gerçekleştirecek anayasal, yasal, kurumsal yapıları kuracaksınız. İçselleştireceksiniz, işleteceksiniz. Aksaklıkları sürekli değiştireceksiniz. Yoksa soyut kavramlarla hak, hukuk, adalet kavramları karın doyurmuyor. Enflasyonu düşürmüyor, işsizliğe çare olamıyor. Bu edebiyat eşit haklar sağlamıyor. Ne bu hamaset? İslam dünyasının başaramadığı bu, 1400 yıldan beridir de başaramamış. Hz Muhammed’den günümüze kadar bakın. Saray ahalisi abad, halk berbat. Bu dört halifeler döneminde de, Emeviler, Abbasilerde de, Selçukluda, Osmanlıda da öyleydi cumhuriyette de öyle. Bugün bütün dünyada böyle; ağalar var, marabalar var. Marabalar gönüllü köle, kul. Bu bir medeniyet sorunudur. Dolayısıyla ben İslamiyetin en temel problemi medeniyettir diyorum. Bakın kadın cinayetlerine. Sokakta her an bir saldırıya maruz kalabilirsiniz. Öyle değil mi? Evde, ailede, mahallede sorunları oturup medeni bir şekilde konuşarak çözemiyoruz. Kendi tarihimizi ve mevcut durumumuzu sorgulamamız gerekiyor.
“ZAMANI GELDİĞİNDE MESİH’İN MESAJI TÜM MİLLETLERE ULAŞACAK”
Rûdaw: Seçimlerde gidip oy kullanıyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hangi haklarınızı kullanıyorsunuz?
Ben oy kullanmaya gitmiyorum ama bunun sebebi oy kullanmak yanlıştır değil. Bir kere her vatandaş oy hakkını kullanmalı. Ülkenin yönetiminde kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Ben sandığa gidersem “Mesih acaba hangi partiye oy verdi” diyecekler. Bundan kaçınmak istiyorum. Herhangi bir eleştiri yaptığım zaman “İktidardan yana mı, muhalefetten yana mı? Bizden yana mı, karşıdan yana mı?” doğrusu hiç bir taraftan yana değilim. Hiç bir ideolojiden, dinden, ırktan yana değilim. Karşı da değilim. Hakkı, hakikati söylerim. Fakat toplum maalesef mesajları siyasi açıdan ele alıyor. Bu açıdan da ben sandığa gitmiyorum. Ama tabii ki havarilerim, şahitlerin gidiyorlar. Onlara da şu partiye veya bu partiye verin demiyorum. Önümüzdeki seçimlere falan hazırlanmıyorum, din tezgahı kurmuyorum. Din üzerinden ihlas tencereleri, takva leblebileri, cihat kebapları, selam sucukları, berat mobilyaları, cennet bahçeleri satmıyorum. Dünyevi bir amacım, bir faaliyetim yok. Acelem de yok. Dolayısıyla işler vakitlere tabidir. Vakti gelince kavun karpuz bile olmaz. Ama vakti gelince sen ekmezsen bile hüdayin-abid olarak biter bu. Görecekler; zamanı geldiğinde Mesih’in mesajı tüm milletlere ulaşacak. Her peygamber bir halkın içinden çıkar. Ve inşallah bu toplum zamanı gelince Mesih’e inanacak ve bu mesajı tüm milletlere duyuracak. İşte o zaman pek çok problem de zaten kendiliğinden çözülecek.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın