‘ÖLÜ ADAM’la röportaj: RTE, YPG, IŞİD...
Suriye'deki iç savaşta rejim güçlerine destek veren örgütlerden Mukaveme Suriye'nin lideri Mihraç Ural, “Fırat Kalkanı” operasyonunu "işgal" olarak niteledi.
30 Mart’ta öldüğü iddia edilen Ural, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve ABD hakkında ağır suçlamalarda bulundu.
Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) “ortak vatan savunmasında direniş safının bir unsuru” olarak niteleyen Ural, Haseke çatışmasının “lokal” olduğunu söyledi.
Mihraç Ural, Rûdaw’ın sorularını yanıtladı:
ABD ve Rusya’nın, Suriye’nin geleceği hakkında anlaşmaya çok yakın olduğu söyleniyor. Sizce öyle mi?
Bence öyle değil. Dışarıdan bakınca sanki iki süper gücün paylaşım savaşında birbiriyle ilişkilerini yansıtan bir tablo var ama öyle değil. Burada meydanda, Mukaveme Suriyyi komutanı, savaşan biri olarak tablo çok daha farklıdır. Suriye’de 2600’e yakın sıcak nokta bulunmaktadır.
Bu noktaların herbiri kendine özgü yönlere sahiptir. 80 ülkenin desteklediği terör şebekeleri Suriye halkına kan kusturma çabasında meşru güçlere karşı kanlı saldırılar düzenlerken, ne Rusya’nın, ne de ABD’nin bu süreci yönlendirmesi mümkün olamaz. Savaşan tarafların meydandaki çarpışması tayin edeci unsurdur. Bu yanıyla Suriye’nin kahraman ordusu ve diğer vatansever güçlerinin çabası esas tayin edici unsur olarak karşımıza çıkar.
Rus dostlar ise kara gücüyle olmaktan çok bilgi düşman koordinasyonları ve hava saldırılarıyla destek oluyorlar. Ancak savaşın kaderini belirleyecek olan kara savaşıdır ki bu alanda Suriye vatansever güçlerine, Lübnan direniş hareketi Hizbullah’ın ve kimi Irak-İran güçlerinin desteği bulunuyor. Bu yanıyla savaşın tayin edeci kaderini Suriye Ordusu elinde tutmaya devam ediyor demek yanlış olmayacaktır.
Ruslar'ın Amerika’yla yapacağı görüşmeler ve oluşacak barış adımları çok önemli olsa da sınırlar insani yardımlar, kısmi ateşkes ve mültecilerin çıktıkları yurtlara geri dönmesinin ötesinde olmayacaktır. Suriye’nin geleceğine ilişkin karar sadece ve sadece Şam’ın kararı, Beşar Esad’ın başında olduğu yönetimin Suriye halkı adına vereceği kararla geçerli olacaktır. Bunun tersini ikame etmek isteyenler 6 yıldır hüsrana uğramaktadırlar, bundan böyle de hüsrana uğramaya devam edeceklerdir.
Rusya’yı dünya devleti, süper güç yapan Suriye’nin jeostratejik konumudur. Bu konum Suriye’de beliren olaylar dizini ve iç savaşla birlikte Rusya için dünya siyasetinde etkin olma alanı açmıştır. Rusya’nın tarihi sıcak sulara inme çabası böylece gerçek olmuştur. Bu bir emperyalist güç olarak değil, bir kadim dostluk, ilkeli dayanışma kanalından gerçekleşmiştir. Ruslar’ın ne sermayesi, ne sanayisi, ne markaları, ne de kültürü (dili) Suriye alanında bir etkinliğe sahiptir.
Amerika ve diğer şer güçlerinin derdi ise pazar kapma, üs elde etme çabasıdır. Bu iki ülke arasındaki fark Suriye’ye yaklaşımdaki farkta anlam bulur.
Bu açıdan iki ülkenin (Rus-ABD) ittifaklarının ikame edeceği adımlar bir biçimde Suriye meşru yönetiminin onayı olmaksınız hiçbir anlam taşımaz: Rusya da Suriye’ye bu açıdan bir zorlama baskı dayatma içinde olamaz. Ne Tartus Limanı, ne de Himeymim Havaalanı bir Rus askeri üssü değildir. Tersine, bu alanlar Suriye’ye yardımın platformları olarak dostun yardımı için gerekli alanlardır. Bu nokta sağlıklı kavranmadıkça Rus-ABD ilişkilerinin Suriye üzerindeki etkilerini doğru kavramak mümkün değildir. Bilinmeli ki elmalarla armutlar eşit olarak toplanamaz.
Rusya bir yıl önce Suriye krizine dahil oldu. Rusya’nın devreye girmesi ile Suriye'de neler değişti?
Rus etkisinin birebir savaş sahasındaki tanığı olarak 19 Kasım 2015 Perşembe günü başlayan ve ilk adımı Mukaveme Suriyyi komutanı olarak benim önerimle belirlenen Alevi Dağları (Eski adıyla Türkmen Dağı. Mihraç Ural'ın ifadesi) operasyonuyla net bir çıkış olarak gündeme geldi.
Ülke genelinde durgun olan dengeler bu adımla birlikte alevlenerek topyekûn Suriye lehine gelişmelere neden oldu. Bu adımla, 1516 Mercidabık Savaşı’yla 500 yıldır süren tüm dengeler değişerek Osmanlı'nın gasbettiği en önemli alanlar tek tek Suriye Ordusu’nun ve Mukaveme Suriyyi güçlerinin eline, yani asıl sahiplerine dönmüş oldu.
Bu adımın arkasından Tedmur’un özgürleştirilmesi geldi. Böylece savaşın psikolojik dengeleri Suriye lehine dönmüş oldu ve arkası gelmeye başladı. Bu süreç Rakka’da nispeten durgunlaşmasına karşın, Halep kuşatmasında anlam bulan zaferleri de beraberinde getirdi. Aynı zamanda Sahil bölgesinin tamamen temizlenmesi, Lazkiye-Şam otoyolunun güvenli hale gelmesi de bir kazanım olarak elde edildi. Terörle mücadelenin merkezinin de batıdan doğuya doğru kaymaya başlaması böylece gerçekleşti.
Rus dostların desteği bu açıdan hava operasyonları olarak çok önem taşıdığını söylememiz gereklidir. Ancak bu destek karada kahraman Suriye Ordusu’nun çabasıyla da askeri meydandaki sonuçları yaratmış oldu.
Rus desteği tüm gücüyle devem etmektedir. Arada barış için zemin oluşturmak, ulusal barışın ikamesi için görüşmelere alan açmak için ateşkeslerin ilanı bu sürecin önemli bir unsuru olmuştur. Ancak ateşkesler daha çok terör şebekelerine nefes alma olanağı verdiği için fazla prim görmemiştir. Suriye yönetimi ateşkeslere bağlı kaldıkça terör şebekelerinin azgınlaşması, intihar eylemlerine daha çok yönelmeleri konuyla ilgili önlemleri arttırmış ve teröristlerin ateşkesi bozma eğilimlerine şiddetle cevap verilmiştir.
Bu süreçte IŞİD kadar Nusra Cephesi’nin de hedef alınarak terör şebekeleri içinde sayılması, kanlı eylemler, terör faaliyetleri sonucu gündeme gelmeye başlamış ve Ruslar’da, Suriye’de hiçbir terör şebekesinin ılımlı olmadığı kanısını pekiştirmiştir.
An itibariyle tüm dengeler Suriye lehine dönmüş bulunmaktadır. Bu arada sorun olarak beliren lokal Kürd-Suriye gerginliği de her zaman olduğu gibi, iki dost gücün tarihsel misyonları itibariyle barışçıl yollarla, görüşmelere açılmıştır. Türkiye’nin Carablus işgali (Fırat Kalkanı) bu iki dostun (Kürd-Suriye) bölgede en azılı gerçek düşmanının diktatör Erdoğan yönetimindeki Türkiye, NATO kuklası TSK olduğunu göstermiştir.
Diktatör Erdoğan'ın, kendi üretimi İŞİD’e karşı asla savaşmadığı da bu girişimle tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Carablus’a giriş bir nöbet değişikliği olarak, IŞİD yerine ikizi olan ve diktatör yönetiminin kuklası olan ÖSO’nun yer alması savaş olmaktan çok uzaktadır. Bu noktada bir kez daha belli olmuştur ki Kürt’ün tek dostu, güvenli limanı Suriye’dir. Ortak düşmanları ise NATO kuklası, diktatör çömezleri TSK’dır.
Suriye’de olduğu kadar bölgede de beliren bu denge değişiklikleri kısa zaman içinde tüm yönleriyle daha açık bir direnme safı oluşturacaktır. Bu saf her zamanki gibi terör şebekelerine ve onları eğitip-donatan, besleyen ve destekleyen güçlere karşı olacaktır. ABD’nin başını çektiği güçler ise hiçbir zaman Kürt dostu olmayacağı gibi bu güçler İsrail’in bölgedeki egemenliğine katkı olarak yaptıkları aldatıcı lokal desteklerin ipiyle kuyuya inilemeyeceğini de göstermiş oldu.
Kürtler'in en azılı düşmanı olan Amerika ve İsrail “Fırat Kalkanı” operasyonuyla kendi çehrelerini geç de olsa açık hale getirmiş oldu.
Türkiye’nin Rusya ve İran'la ilişkilerinin normale dönmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yakınlaşmanın Suriye’ye de sirayet edeceğini düşünüyor musunuz?
Bu üç komşu ülke er ya da geç iyi ilişkiler içinde olacaktır. Bu, doğanın kanunudur; birbiriyle gerginliklerine neden olan her olumsuzluğu aşarak bunu başaracaklardır. Yeryüzünün hiçbir halkı başka bir halka karşı düşmanlık üzerine kurulu siyasetle dostluk ve barışı kuramaz. Dünyanın tüm halkları ise barış için her özveriye katlanmaya hazırdır. Bizler son yarım asırdır İsrail Siyonistlerinin bölgeye dayattığı savaş ortamından da çok iyi biliyoruz ki dış güçlerin desteğini ne kadar alırsa alsın düşmanlık üzerine kurulu siyasetle bölgede barış içinde kimse yaşayamaz.
Türkiye’nin Atatürk dönemi hariç hiçbir yönetimi komşuluk ilişkisinde barışçıl olmadı. Cumhuriyet dönemi denilen dönem içte yayılmacı bir dönemdi, dışta etkin olamadı ama “hasta adam” kendini iyi hissettiği andan itibaren dış güçlere yaslanarak saldırganlığa başladı.
NATO kuklası olma halleri TSK ile belirginleşirken, Kore’yle başlayan dış müdahaleler, Kıbrıs işgaliyle devam etti. Afganistan’a Sudan’a asker gönderme Kuzey Irak’a müdahale etme ve sonunda Carablus işgali “Fırat Kalkanı”na kadar uzandı. Bunların öncülü ise Hatay’ın ilhakıydı.
Osmanlı genleri bir kez daha ahlaksız hayasız işlere bulaşarak Türkiye’yi bir kez daha içte ve dışta II. Sevr Anlaşması’na sürükler hale gelmiştir. Bu verilerin ışığında söylenmesi gereken en önemli şey, Türkiye’nin bu algılarla bu iktidar yapılarıyla bölgede asla gerçekçi huzuru gerçekçi dostları bulamayacağıdır. Hep düşmanlık, hep yayılma, hep pazar kapma ve komşu ekonomilerini çökertme üzerine kurgulanmış ahlaksız siyasetlerle iyi komşuluk kurma şansını yakalayamaz.
Ruslar'la ilişkilerin çöküşü bu kadar basit bu kadar açık bu kadar kaba bir hata ile gündeme gelmişse, bu algıların iktidarları aynı hatayı binlerce kez işlemeye yatkın demektir. Rus jeti düşürüldükten sonra Türkiye ekonomisinin sürüklendiği amansız sarsıntılara rağmen bakanların “aynı deneyi bir kez daha yaşama” arzusunu gösteren ifadeleri ise bunu anlamaya yeterlidir.
Türkiye devletinin yapısal algıları paradigmaları toptan değişmeden bu bölgede vatan edinmeye çalıştığı topraklar üzerinde kendinden önce binlerce yılık kökleriyle var olan halklara saygın olmadan, haklarını tevdi etmeden her zaman hırsız feneriyle dolaşmak zorunda kalacaktır. İçteki bu sıkıntılar özgürlük ve demokrasiyle çözülmeden dışta komşularla gerginlikten uzak barışçıl bir politika üretme şansına sahip olamayacaktır.
Bu açıdan geçici yakınlaşmaları hep gergin çevre düşmanlıkları kuşatmaya devam edecektir. Şunun şurasında günler önce düşman olmadığı bir tek komşusu olmayan Türkiye’nin diktatörlük iktidarlarıyla gelecek için barışçıl bir imaj veremez. Türkiye bu yönetimle sürekli düşman üreterek bölgede yer edinme çabasıyla hiçbir komşusuyla ciddi bir barış süreci yaşayamaz. Kimi ortak hedefler etrafında geçici anlaşmalar yapsa da kalıcı olamaz.
Türkiye’nin ahlaksız Kürt politikasıyla Suriye’ye uzanması ise çok sert karşılık görecektir. Hiçbir Suriyeli, Kürtler'in imhası üzerine kurulu politikalarına asla ve asla ortak olmayacaktır.
Bunu anlamak için Türkiye Suriye ilişkilerinin Ekim 2010’dan itibaren nasıl hızla çöküşe girdiğini, bunun MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ını Kürtler'i imha dosyalarının temel rol oynadığını bilmek gerek. O kesitte Kürt siyasal önderliğine ve mücadele güçlerine karşı bölge çapında bir kumpas geliştiriliyordu. Amaç Türkiye-Irak (ve Barzani)-İran PKK’nin tasfiyesi için planlı programlı bir süreç başlatmak istemişti. Bunun için ağırlıkla militanı Suriyeli Kürtler'den olan bu güçleri kovuşturmak için Suriye’ye dayatılan bir rol biçilmişti.
Ekim 2010 MİT dosyaları bunları içeriyordu. Diktatör RTE, Esad’a emir verebileceğini dayatmayla, memuruyla ve bakanıyla istediğini yaptırabileceğini sanıyordu. Esad’ın cevabı kesindi tüm dosyalar elinin tersiyle itildi: “Biz Kürtlerimizle barış içinde yaşıyoruz sorunlarınızı ülkemize taşımayın kendi sorunlarınızı kendiniz çözün bunun için af kurumunu oluşturun ve sürekli af mekanizmasını çalıştırınız. Bunu bir kişi için değil bir kezliğine değil sıklıkla yapınız ve halkınızla barışınız” diye cevaplandırdı.
Ne olduysa bundan sonra oldu. Bunu bilmeden kimse iki devlet arasında olası bir barışçı sürecin, birbirinden çok farklı olan tarihi ve verdileriyle kökten ayrı olan Kürt sorununda bir ortaklık kurulabileceğini sanmasın. Bu cahilce bir yanılgıdır.
Suriye, Kürtler'in güvenli limanıdır; tarih bunu öyle yazıyor. Bu iki dost arasında hiçbir zaman kıyım olmadı en aşırı çatışma yayılmacı Arap aşiretlerinin kışkırtmasıyla olan Kamışlı olayında bile 54 ölü vardı (30’u Kürt). Devlet derhal araya girerek barışı sağlamıştır. Kimlik olayı ise 1961 Anayasası ve 1962 nüfus sayımının sorunuydu. Bunu da Beşar Esad 7 Nisan 2011’de 49 Nolu CB kararnamesiyle tarihe karıştırmıştır.
Suriye’de Newroz her zaman rahatça kutlanmıştır Türkiye’de ise yasaklarla ölümle işkenceyle zindanla noktalanmıştır. Bunun gibi sayılacak binlerce fark vardır.
Saddam kıyımından göç edenlerin %90 Suriye’ye sığınmıştır ve kendi evi gibi rahat olmuştur. 12 Eylül 1980 Türkiye askeri faşist darbesinden göçenler de yine Suriye demiştir ki bu süreç Kürt halkının en başarılı ayağa kalkışı olan 1984 Ağustos adımı bu ülkenin olanakları ve desteğiyle olmuştur.
Son zamanlarda Türkiye Suriye yakınlaşması üzerine çıkan tüm yaygaralar kanıtı olmayan medya kurgusu gibi durdu. Suriye bu işleri gizli yapmayacağını biz Suriye’nin ilişkiler tarihinden biliriz. Suriye yapacağından asla korkmayan bir ülkedir, ilkeler ülkesidir. Suriye bu ahlaksız diktatörle Kürd halkının zararına asla ve asla hiçbir biçimde ortak olmayacaktır.
MİT Müsteşarı'nın gizli bir şekilde Suriye'ye gittiği ve beş gün burada kaldığı iddia ediliyor...
Yukarıdaki soruda olayı yeterince açıkladım. MİT Müsteşarı'nın Suriye’yi gizli ziyareti hala bir medya kurgusu olarak duruyor. Varsayalım ki kurgu değil gerçek. Bundan ne çıkar. Konu Kürtler'in imhası üzerine kurgulanmışsa, Suriye, Ankara ile en iyi ilişkilere sahip olduğu kesitte bile elinin tersiyle itmiştir. “Git kendi Kürt’ünle barış” demiştir. Şimdi de diyeceği tek şey bu olacaktır.
Haseki olaylarını medya kurgusu “MİT’in Suriye ziyareti”ne indirgemek ya da NATO kuklası TSK’nın Carablus operasyonunu bunun ardından gelen planlı bir çabaya indirgemek, bölgeyi, Suriye’yi hiç bilmemektir. Tekrar edeyim, Suriye Kürtler'e karşı hiçbir planda yer almayacaktır.
“Fırat Kalkanı” ile başlayan Carablus operasyonu, diktatörün yayılmacı siyasetinin uzantısıdır. Bunun için çırpınıp duruyordu da. Suriye olaylarının başladığı andan itibaren BOP eşbaşkanı olarak bu umutla yaşayıp durmuştur. Bununla iç sorunlarını dışa yöneltebileceğini ve Kürt halkının varlığını ifade eden tüm etkinlikleri yok edebileceğini sanıyordu. Bunun için Amerika’yı defalarca kışkırtmış, özellikle 2013 Ağustosunda kimyasal silahın kullanılması ithamında bu çabayı yükseltmiş ama Amerika’nın da yakın bilgisi dahilinde olan MİT’in bu yöndeki kirli ve karanlık çabaları yüzüne vurarak dizginlenmiştir.
Burada Beşşar Esad’ın ünlü sözünü tekrar etmekte yarar var: “Halep diktatörün hayallerine mezar olacaktır.”
Evet, her kim ki Suriye’ye karanlık ve kirli amaçlarla yönelirse, Suriye onun hayallerine mezar olacaktır. Bu Suriye bileşeni olana Kürtler'e yönelirse aynı akıbete uğrayacaktır. Buradan sorunuza en kestirme cevabı vereyim: Her kim ki Kürt'ün düşmanıysa, o aynı zamanda Suriye’nin düşmanıdır, tersi de aynıyla öyle olmalıdır.
Cerablus'ta asıl hedef İŞİD mi yoksa YPG mi? Türkiye Cerablus’a girince Suriye yönetimi neden sessiz kaldı?
Carablus operasyonu bir komşu ülkenin topraklarını işgal girişimidir, tecavüzdür ve BM üyesi bağımsız bir ülkenin meşru yönetimine karşı yapılmış hukuk dışı bir harekettir.
“Fırat Kalkanı“ adlı girişim; özellikle ordusu dağılmış, generalleri birbirine düşmüş, darbesi bastırılmış, yüzlerce generali tutuklanmış NATO kuklası TSK’nın böylesi İŞİD yerine ÖSO nöbet değişikliklerini güç ve moral bulma harekatı olarak değerlendirmeye çalışması, hezimet siyasetini çok açık tanımlamaktadır.
Bu operasyon diktatörün bölge siyasetlerinin hezimetini örtmek, Kürt oluşumunu yok etmek Rojava kantonlarının birbirine bağlanmasını engellemek Suriye üzerindeki kirli ve karanlık siyasetini ikamet etmek için korkakça, ürkekçe ikame etme çabası olarak tanımlanabilir. Bu çaba bölge siyasetinde var olma çırpınışının bir başka açıdan iflasıdır. Zira hiçbir komşu ülkeyle dost olamayan bir Osmanlı artığı olan Yeni Osmanlı’nın diyalog ve barışçıl ilişkilerle bölgede var olma yerine şiddetle tecavüzle işgalle buna yönelmesi oldukça manidardır.
“Fırat Kalkanı” operasyonu Kürtler kadar Suriye’ye, bağımsızlığını bağımsız kararını savunan ülkelere, bölge insanının özgürlük ve demokrasisine vurulmak istenen bir emperyalist maşası darbedir. Tek başına YPG-PYD’yi hedef almamıştır. Bu darbe öncelikle Suriye topraklarını kirletmek istemiş, Suriye siyasetinin hezimetini egale etmeye çalışmıştır.
Suriye bu girişime herkesten önce tepki vermiştir. Coğrafi olarak NATO kuklası TSK’nın girdiği alanlar IŞİD'in elinde olması nedeniyle bu tepkinin askeri bir biçim alması mümkün değildir. Ancak ilerlemesi halinde bu kaçınılmaz olacaktır. Aynı şey YPG ile yüzyüze gelinmesi açısından da geçerlidir.
Türkiye'nin Suriye'nin içerisine ilerlemesi rejimi tedirgin etmiyor mu? Olası bir El Bab operasyonunda Suriye Ordusu nasıl bir tutum alacak? Türkiye ve Suriye arasında bir cephe açılma ihtimali var mı?
Bap operasyonuyla amaçlanan çok daha kirli hedefler vardır. Bunu Hitler Ruslar'a karşı lebensraum (yaşam alanı) politikasıyla yapmaya çalışmıştır. Bab, Fırat’ın suladığı en verimli alanlara açılan bir kapıdır. Zaten Arapça'da Bab kapı demektir. Haritay baktığınızda, bunu daha iyi anlarsınız.
Böylesi bir cephenin açılmasını dünya ve bölge güçler dengesi engelleyici bir rol oynadığı kanaatindeyim. Ama zorlanıp açılması halinde sonu gelmez bir bölge savaşlar dizisine tanık olacağımızı söyleyebilirim.
Son cümlemde şu olsun: NATO kuklası TSK bir mahalle kavgası bile veremez. II. Viyana kuşatması 1683’ten beri hezimet halinde olan bu ordu arkasında halkın desteği olmayan bir ordudur. Ülküsü, ilkesi olmayan, üzerinde hüküm sürdüğü toprakların halklarını temsil etmeyen ırkçı-Turancı milliyetçi bir ordudur. Bu ordunun gireceği devletler arası bir savaşta ülkeyi I. Sevr gibi vahim sonuçlarla yüzyüze getirmesi kaçınılmazdır. Irkçıların, TSK tapınmacılarının, dönmelerin “Fırat Kalkanı”yla gösterdikleri komik coşkunun gerçek bir savaşta nasıl bir hüsran olacağını ise hepimiz göreceğiz.
ABD - YPG ilişkisini nasıl okuyorsunuz? Kürtler’in içinde yer almadığı bir denklemde IŞİD tehdidi ortadan kalkar mı?
İlke olarak ABD ile her türden dirsek teması hiçbir halkın çıkarını temsil etmez. Amerika Kürt'ün en büyük en köklü en vahim düşmanıdır. Çağdaş Kürt tarihi ABD ihanetlerinin tarihidir. Bu açıdan YPG’nin “Savaşta kimden gelirse gelsin her yardım makbuldür” türünden pragmatik yaklaşımının sonunun hüsran olacağını belirteceğim. Evet Kürt halkı bölge devletlerinin baskısı altında ötekileştirilmiş, tırmalanmış, haliyle dünyada olası yeni dostlar dirsek teması da olsa ilişkiler geliştirmeye itildiği açıktır. Bunun sorumlusu bu devletlerin ahlaksızlığıdır. Ama bunu Suriye için söylemek gerçekçi değildir.
Suriye’nin Kürt halkıyla savaş zamanında da, barış zamanında da ilişkisi kardeşçe olmuştur. Zaman zaman gerginlikler olsa da lokal kalmış ve hep barışla sonuçlanmıştır. Bu açıdan YPG’nin ABD ilişkileri hele hele bütünlüğünü savunduğunu iddia ettiği Suriye toprakları üzerinde bu şer güçlerine bu terörün ana destekçilerine askeri üs kurdurma icazeti sunmasının kabul edilebilir bir yanı yoktur.
ABD Kürt'ün düşmanıdır, Suriye ise kürdün dostudur. Bu denklem doğru kavranmasa kısa erimli çıkarlar adına stratejik çıkarlar harcanmış olur. Suriye’de Kürt halkının ezici çoğunluğunun düşüncesi de budur.
İŞİD tehdidi ise sadece YPG’nin değil, tüm Suriye vatansever güçlerinin ortak mücadelesinin eseri olarak yere serilebilir. Bunu bir tek YPG’ye bağlamak ciddi değildir. Kobani gibi ünlü direnişin bile müttefiklerin ve Suriye’nin hava desteği olmaması halinde ne tür sonuçlara gideceğini askeri bilgi sahibi olan herkes çok iyi bilir.
Ama herşeye rağmen Kürt halkının, Kürt kadınının, gerillasının kahramanca, dillere destan direnişinin çok önemli rolü olduğunu söylemek hakkı teslim etmektir. Herkes zaferleri tekeline alma çabasından uzak olarak Suriye’nin teröre karşı zaferi için çalışmalı ve ortak vatanda bu direnişin destansı tarihini yazmalıdır derim.
YPG ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? Rojava’da bir federasyon mümkün mü?
YPG Kürd halkının en meşru savunma gücüdür. Bölgede ve Suriye’de tehlikeler var oldukça var olması güçlenmesi halkının desteğini daha çok alması gereken bir halk ve hak gücüdür. Her askeri örgüt gibi hatalarıyla sevaplarıyla vardır. Ancak örgütlerin amaçları ve hedefleri halkın çıkarlarıyla örtüşüyorsa işlenen hatalar hiçte baz alınmaz; lokaldir geçicidir. Bu yanıyla YPG bölgemizin önemsenmesi gereken bir gücüdür.
YPG anti emperyalisttir, yayılmacı değildir. Devrimci direnişçi bir askeri güç olarak da bölge dengelerinde önemli bir yer kapsamıştır. Son dönemlerde Amerika ve diğer şer güçleriyle gündeme gelen dirsek temaslarının lokal olduğuna inanıyorum. Çünkü Kürd halkının tarihsel misyonu ve deneyleri hiçbir biçimde ve düzlemde Amerika’nın kirli ve karanlık planlarında ortak paydaya sahip değildir.
YPG Suriye vatansever örgütüdür de. Suriye’nin birliğini, kendi haklarını, kazanımlarını anayasal yasal ve kurumsal güvencelerle ele alma çabası onu bu ülkenin gerçek yerli ve orijinal bir unsuru olarak ortaya çıkarmaktadır. Bu açıdan bu gücü ve arkasında duran Kürd halkını yenilgiye uğratabilecek bir güç olamaz.
YPG, biz Mukaveme Suriyyi güçlerinin algısındaki yeri dost kardeş ortak vatan savunmasında direniş safının birer unsuru olarak yer alır.
Rojava’da federasyon meselesi ise özetle şöyle söyleyebilirim. Kürt halkının kendi çıkarına uygun gördüğü her öneri haktır. Bunu dile getirme özgürlüğü olmalıdır ama ortak yaşam gereği ülkenin birliğini savunan değerler gereği bunun ortak bir Suriye kararı olması gereklidir. Böylesi bir ortak karar olmaksınız verili dengeleri hiçe sayan girişimler ise kürd yalnızlaştırır, duvarlara çarpmasına neden olur. Bugün oldukça yüksek bir dirayetle Kürdün çıkarlarını yöneten siyasal irade, bunu çok iyi bildiğini ve yönettiğini göstermektedir.
Kendi adıma Kürdistan’ın kurulması er ya da geç gerçekleşmelidir. Bu onların hakkıdır. Bunun için irade beyan etmek de haktır. Ama bu kararı verecek olan Kürt halkının siyasal iradesi verili güç dengelerini nesnel koşulları hesaba katarak neye nasıl ne zaman yapacağına da karar verecek tek güçtür. Böylesi bir kararı kürd halkı adına kimse alamaz kimse dayatamaz. Dolaysıyla Suriye’de Kürt sorunu Suriye ortak kararıyla en doğru en olumlu en barışçıl adımı atabilir derim.
Hiç kimse bundan sonra Kürtler'i kavanoza sokacağı umuduna kapılmasın. Kimse de onların adına konuşmasın. Karar evveli, ahiri Kürt'e aittir. Biz sadece verili koşulları, dengeleri ortaya koyup dostluğumuz gereği yapmamız gereken uyarıları yapmakla yetinmek zorundayız . Ötesi ise Kürt'ün iradesine konmuş ipotekleri sürdürmek olur. Bir Kürt dostu olarak ben Mihrac Ural, her zaman Kür'ün kendi kaderini tayin iradesine saygılı olacağımı ve hiçbir hal ve koşulda Kürt'e karşı duruş almayacağımı buradan bir kez daha deklare ederim.
PORTRE / Mihraç URAL
1 Kasım 1956’da Hatay'ın Antakya ilçesinde doğdu. Gençlik yıllarında Türkiye sol hareketinde yer aldı. Tutuklanıp gönderildiği Adana Cezaevi’nden firar etti.
1980'in Mayıs ayında Suriye'ye gitti. Lazkiye’ye yerleşti. Burada Malak Fadal’la evlendi. Hatay'ın Suriye'ye bağlanması için uğraşan Uruba adlı bir örgütle çalıştı. Kendisini de 'Genç Uruba'cı olarak tanıttı.
PKK lideri Abdullah Öcalan'la yakınlığı oldu. Ural, Öcalan’la olan yakınlığını, “Suriye’de değerli dostum Başkan Öcalan’la tanıştım ve 18 yıl hep omuz omza oldum” şeklinde açıklıyor.
Mihraç Ural iderliğindeki örgüt, ‘Mukaveme Suriye’ ismiyle Lazkiye dağlarında Özgür Suriye Ordusu ile savaşıyor.