CHP'li Gök: Roboski katliamında devletin tüm üst kademesi sorumlu

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Eski Grup Başkanvekili ve CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’ün, 28 Aralık 2011 tarihinde 34 kişinin yaşamını yitirdiği Roboski katliamı ile ilgili yazdığı “Roboski: Uludere’nin Gözyaşları” adlı kitabı çıktı.

Önsözünü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yazdığı ve İmge Kitabevi tarafından yayınlanan 194 sayfalık kitapta Roboski katliamı; görgü tanıklarının anlatımları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) açıklamaları, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun raporları üzerinden anlatıldı.

Kitabın satışından elde edilecek gelir Roboskili ailelere bağışlanacak.

Rûdaw Ankara Temsilcisi Şevket Herki, kitaba ilişkin yazarı Levent Gök ile bir röportaj gerçekleştirdi.

Rûdaw: Bu kitap çok kıymetli bir arşiv. Büyük bir kısmı raporlardan oluşuyor. Bu kitabı yazmaya ne zaman karar verdiniz, nasıl gelişti kitap yazma fikri?

Levent Gök: Yakın tarihimizin en yakıcı, en trajik olaylarından biri. Ben daha olay olduğu an partim adına Meclis’teki İnsan Hakları Komisyonu’nda görev yaptım. Olaydan 37 gün sonra biz Roboski’ye gittik. Acılı ailelerle beraber olduk. Oradaki yurttaşlarımızla görüşmeye çalıştık. Daha gittiğim ilk gün beni en sarsan olaylardan bir tanesi annelerin ellerindeki fotoğraflarla beni bir odaya davet edip ağlayarak benden bir şey talep ettiler. Dediler ki biz size güveniyoruz. Adaletin gerçekleşmesini sizden bekliyoruz. Ben o gün bu ailelerden bu sorumluluğu üstlenerek oradan ayrıldım. Olaya ilişkin çok sınırlı belge geliyor. Kendi olanaklarımla olayı araştırmaya başladım. Olayın sıradan bir hatanın ötesinde devletin bütün kademelerini ilgilendiren bir olay olduğunu gördüm. Olayın içinde Genelkurmay var, Genelkurmay Başkanlığı var. MİT’in raporları var. Milli Güvenlik Kurulu’na kadar uzanan bir süreç, beni bu olayla buluşturdu.

Tabi, devletin dokunulmaz bir katmanını oluşturan bu kurumların sorumluluğu olduğu için de olay unutturulmaya, kapatılmaya çalışılıyordu. O zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ailelere karanlık dehlizlerde kalacak sözler verdi ama Başbakan Erdoğan o sözleri söylerken de biliyordu ki olay çok karanlık bir olay değil, çok berrak bir olay. Olayın içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın da olduğu bir karar süreci var. Dolayısıyla bu berrak olayı karanlık dehlizlerdeymiş gibi göstererek unutturma sürecine girdi. Ne yazık ki mahkemelerden sonuç alınamadı. Savcılık takipsizlik kararı verildi. Dosya kapatıldı. Çok kıymetli bir İçişleri Bakanı Müfettişliği raporuna soruşturma izni verilmedi. Yıllardır bu olay artık bir anma töreni dışında Türkiye’nin gündeminden düşmeye başladı.

Rûdaw: Biz bu kitap sayesinde aslında olayın hemen sonrasında hem sivil bürokrasi hem de askeri bürokrasinin bu olayın faillerinin sorumluluğunu azaltmaya çalıştığını çok belirgin olarak görüyoruz. Raporlarda bu var. ASELSAN’ın videosunda montajlama olduğunu siz de anlatmışsınız. Bütün bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?

Gök: Şimdi tabii olay ağır bir olay. Bu olayda hava harekatı karar süreci kitapta ayrıntılı olarak işlenmiştir. O süreçte bir kere bu ölen çocuklarımızın – ki hala Türkiye’de kamuoyunun bir kısmında bu kişilerin kim olduğuna dair şüpheler vardır – her biri geçimini sağlamak için sınır ticareti yapan çocuklardır. Çoğu çocuktur.

Olayın vahameti ortaya çıkınca bir albayı görevden uzaklaştırdılar. Ama ben baktığım zaman tabloya, o albayın ötesinde devletin tüm üst kademesinin bu olayda sorumlu olduğunu gördüm. Benim sürdüğüm tüm izler, ulaştığım belgeler ve hiyerarşik yapı oralara kadar götürdü. Dolayısıyla devletin tüm üst kademesinin sorumlu olduğu bir olayda adaletin gelmemesinin nedeni, bu sorumluluğun ortaya çıkmasındandır. Yani devletin tüm üst kademesi kendisinin sorumlu olacağı bir adalete izin vermemiştir, işin açıkçası budur ve hala bu şekilde devam etmektedir. Ama adaletin er geç bir gün ortaya çıkacağı gerçeğini de herkes elbet bir gün görecektir. Dolayısıyla saklanan ve karartılmaya çalışılan bir hadisedir.

Ben burada bütün berraklığıyla anlattım; karar süreçlerinde kimler rol aldı, olay nasıl gelişti, o günkü MGK toplantısını, Yaşar Güler’in sorumluluğunu, Hulusi Akar’ın sorumluluğunu kitabımda anlattım. Ayrıca kitapta anlatmakla kalmadım, bütün bunları Süleyman Soylu ve Hulusi Akar’ın yüzlerine de söyledim.

Vicdanınız size ne söylüyor diye sorduğumuzda bize tek satırlık bir cevap verdiler. O gün sözlü cevap vermediler, dediler ki askeri savcılık takipsizlik kararı vermiştir. Dolayısıyla sığındıkları şey askeri mekanizmanın verdiği takipsizlik kararı.

Rûdaw: Kitabınızın 91. sayfasında Meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndan bahsettiğiniz bölümde, hazırlanan raporun sanki bir trafik kazasından bahseder gibi bir tarzda hazırlandığınızı söylüyorsunuz. Komisyon neden böyle verimsiz çalıştı? Baskıdan bahsedebilir miyiz yoksa komisyon üyeleri de bazı kırmızı çizgileri refleks olarak mı gördü? Komisyon neden verimli olamadı?

Komisyonlar Meclis’te partilerin vekil sayılarına göre belirleniyor. Dolayısıyla iktidar partisinin orada karar alacak yeterli çoğunluğu var. Biz muhalefet partileri olarak 3 kişiydik orada. Ben bu raporun, komisyon üyeleri dışından hazırlandığını her zaman söylüyorum. Kendilerinin imzası olan raporun, başka yerlerde hazırlandığını söylüyorum. Siyaset ve devlet elbette işin içindeydi. AK Partili üyelerin Meclis’e sundukları rapor tamamen bir korumaya ve himayeye dönük bir rapordur. Ama biz o zaman muhalefet şerhlerimizi o zaman ekledik. Ama sonuçta yapılan oylama, çoğunluk kimse o şekilde geçiyor.

İronik değil mi? Kitabınızda değinmişsiniz; bir taraftan komisyon üyeleri ağlayarak görüntüleri izliyorlar. Ama bir yandan da dediğiniz gibi çıkan rapor sorunu anlatmak konusunda yetersiz...

Elbette. Tüm komisyon üyelerinin çok kötü etkilendiğini söyleyeyim. Heron görüntüleri, bombalamaları izlerken hepimiz çok duygusal anlar yaşadık ama siyasetin ağırlığı AK Partili vekillerin üzerindeydi. Onlar da ağlıyordu ama sonuçta yazdıkları rapora başka şey yazdılar. Heron görüntülerinde saat belli, çocukların geldiği güzergah belli, o bombaların atılacağı saati bildik bombaları durdurmak istedik ama engel olamadık.

Kitapta genişçe değinmişsizniz, istihbarat noktasında da bazı çelişkiler var. İsrail tipi hava araçları, ABD tipi hava araçları var. Hangisinden istihbarat geldiğine dair henüz netleşmemiş bir kaos var, kitapta da çok detaylı olarak anlattınız. Bu noktada neler söylersiniz? Saldırının istihbaratı nereden gelmiş olabilir? Ayrıca MİT, olaydan 12 saat sonra olaydan haberdar olduğunu beyan etmiş. Buna ilişkin yorumunuz nedir?

O dönemde Wall Street Journal gazetesinde bir yazı kaleme alındı. Burada çıkan yazıda ilk istihbaratı Amerikan predatorlarının verdiği ifade edildi. Bizim Türk yetkililer bunları yalanladı biz milli kaynaklardan bu bilgiyi aldık diye. Askeri savcılıkta bazı ifade veren askerler de Amerikan predatorları üzerine duyum alındığını, ondan sonra TSK envanterinde bulunan heronların devreye girdiğini ifade ediyor. Dolayısıyla ilk bilginin predatorların verdiğini beyan eden askeri yetkililer de var daha sonra insansız hava araçlarıyla da TSK bu çocukların gittiği yeri izliyorlar. Yaklaşık 7-8 birlikten izleniyor onlar.

Biz yazıyla MİT’in kendisinden bir görüş istedik. MİT hepimizin saçını başını yolduracak bir yazı gönderdi. Düşünün 28 Aralık 2011 tarihinde ilk bombanın atıldığı saat 21:39’dur, MİT bize gönderdiği yazıda 29 Aralık 2011 tarihinde sabah saat 09:05’te öğrendiğini ifade ediyor. Yani ilk bombadan tam 12 saat sonra öğreniyor. Böyle bir yazı bile MİT’in kendisini sorgular hale getirir.

Çünkü Şırnak Valiliği gece 23 civarında kriz masası kuruyor. Çünkü dağda bir sürü ölen insan var. Aileler dağa doğru tırmanıyor. Köydeki insanlar köyde bulunan askeri birliği alıyor, bunlar bizim çocuklarımızdır diyor. Herkes o an neyin ne olduğunu biliyor. Biz yerel askeri yetkililer ile yaptığımız görüşmelerde biz bunu da çok net gördük.   

Yerel askeri kuvvetler bunu bildiği için acil durum ekiplerini gönderemediler yaralılar için. Neden diye sorduk. Askerler ve aileler karşı karşıya gelmesinler diye. Herkes biliyordu. Şırnak Valiliği kriz masası kurmuş. Aileler hastanelere kendi olanaklarıyla cenazeleri götürüyorlar, hastaneler cenazelerle dolu. Yani devletin bütün sağlık ekipleri, valilik, emniyet olaydan haberdar ama MİT benim olaydan haberim demek suretiyle kendini kurtarmaya çalışıyor. Zaten bu hususu zamanın İçişleri Bakanı, MGK üyesi İdris Naim Şahin olaydan 3 yıl sonra  Meclis’te bir basın açıklaması yaptı. Dedi ki MİT’ten gelen teyitli istihbarat bilgileri ile bu olay olmuştur dedi. Peki niçin açıklamadınız bunu deniyor. İdris Naim Şahin, İşin doğası gereği yalanlandı o anda diyor.

Kitabınızı bitirdikten sonra ‘keşke şunu da yazsaydım dediğiniz ya da eksik bıraktığınızı hissettiğiniz’ bir şey var mı?

Ben ana hatlarını vermeye çalıştım. Benim ilk yazarlık denemem. Şüphesiz çok eksiğim vardır. Onu okuyucularımız değerlendirecektir. Ben bir belgeli roman tarzında, hem okuyucuyu sıkmadan hem de belgeleri vererek ama işin insani yönünü de ortaya çıkartacak bir kitap yazmaya çalıştım. Umuyorum okuyucularımız bu anlayışla bakarlar. İlk yazım ve denemem olduğu için bunu artık okuyucularımızın takdirine bırakacağız. Verilmesi gerekenleri verdiğimizi düşünüyorum ama eksikleri ben de zaman içinde görmeye çalışacağım. Olanları da zaten kamuoyu ile paylaşırım.

Röportajı şuradan izleyebilirsiniz: