Erbil (Rûdaw) - Fransa Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Pascal Ausseur, dünya düzeninde büyük bir değişim yaşandığını ve ulus devletlerin yeniden ön plana çıktığını belirtti. Pascal Ausseur, "Ortadoğu'daki büyük ulusal devletlere bakarsak, gerçekten güçlü ve etkili olan sadece dört ülke var: Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan" dedi.
Rûdaw’da sunucu Nwener Fatih’in programına katılan Fransız Donanması emekli amirali ve Akdeniz Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Direktörü Pascal Ausseu, dünyada ve bölgede yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi.
Ausseur, Donald Trump’ın yeniden iktidara gelme ihtimalinin de bu değişimin bir yansıması olduğunu ifade ederek, “Dünya, ulus devlet anlayışına geri dönüyor. Milletler ve devlet çıkarları yeniden öne çıkıyor. Avrupa için bu büyük bir meydan okuma çünkü biz küreselleşmenin ve ortak çıkarların dünyaya yön vereceğini düşünüyorduk” dedi.
Amiral Ausseur, Rusya’nın eski Sovyet ülkeleri ve Doğu Avrupa’ya odaklandığını, Avrupa’nın ise kendi iç meseleleriyle meşgul olduğunu belirterek, Ortadoğu’nun giderek yalnızlaştığını ve küresel güçlerin etkisinden uzaklaştığını dile getirdi.
Bu süreçte Ortadoğu’da gerçekten güçlü ulus devlet konumunda olan ülkeleri de sıralayan Ausseur, "Bana göre Ortadoğu’da ulus devlet niteliğini taşıyan yalnızca dört ülke var: Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan" ifadelerini kullandı.
Rûdaw: Donald Trump yeniden iktidara döndü. Ukrayna krizine tamamen farklı bir bakış açısı var gibi görünüyor. Sizce bu durum nasıl şekillenecek? Ukraynalılar mutlu değil gibi görünüyor. Sizin düşünceniz nedir?
Pascal Ausseur: Hayır, Ukraynalılar mutlu değil, ama kimse de şaşırmış değil. Bana göre Donald Trump, bir sorunun kaynağı değil, sadece yeni bir dünyanın göstergesidir. Tarihsel olarak büyük bir dönüşüm sürecindeyiz. Bu tür değişimler her 100 yılda bir yaşanır.
Yaklaşık 2000 yıldır dünya birleşmeye ve bütünleşmeye doğru ilerliyordu. Toplumların, inançların ve ekonominin entegrasyonu hep Avrupa merkezli bir süreçti. Daha sonra Amerika bu süreci devralarak, özellikle Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ekonomik entegrasyonu hızlandırdı.
Ekonomi her şeyin temeli haline geldi; siyaset ikinci planda kaldı, uluslar ve dinler arka plana itildi. Kültürel meseleler bile ekonomik sistem içinde şekillenmeye başladı. Küreselleşme, insanların sadece tüketici ve satıcı olarak tanımlandığı bir düzen yarattı. Ancak bu dönem sona erdi ve büyük bir değişim yaşanıyor. Artık birleşme değil, ayrışma dönemine girdik. Dünyanın her yerinde ayrışma güçleri, birleştirme güçlerinden daha baskın hale geldi; bu hem toplumlarda hem de devletler arasında gözlemlenebiliyor.
Bugün dünya, zihinsel ve kültürel olarak devletlerin, ulusların ve çıkarların yeniden ön plana çıktığı bir döneme giriyor. Trump da bu sürecin bir parçası. Bu durum Avrupa için büyük bir değişim anlamına geliyor. Çünkü biz, bu zihinsel dönüşümün merkezindeydik. Bugün eğer doğru kelimeyi bulmam gerekirse, belki tam karşılığı yoktur , "geri itildik" diyebilirim. Biz tarihin ve ulusların ötesinde bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorduk ama uluslar ve tarih geri döndü.
Bu bizim için büyük bir zihinsel dönüşüm. Ancak nihayetinde Trump, Putin, Şi Cinping, Erdoğan ve diğer küresel liderlerden çok da farklı değil. O, Amerika’nın çıkarlarını koruyor ve Avrupa’yı umursamıyor. Biz bunu biliyoruz ama kimse bu yeni gerçeği kabul etmek istemiyor. Bana göre bu durum uzun sürecek ve birkaç on yıl boyunca devam edecek. Siz benden daha gençsiniz ve ebeveynlerinizin yaşadığı dünyadan tamamen farklı bir dünyayla karşı karşıya kalacaksınız. Bu da büyük bir zihinsel değişim gerektiriyor.
Şimdi Ukrayna konusuna dönersek; Putin, eski Sovyetler Birliği'ni geri getirmek ve bu bölgedeki ülkeleri yeniden kontrol altına almak istiyor. "Yakın çevre doktrini" kapsamında, bu hedefini siyasi, ekonomik ya da askeri yollarla gerçekleştirmeye çalışıyor. Gerçek şu ki, Ukraynalılar Sovyet geçmişlerini olumlu hatırlamıyorlar ve Rusya’nın siyasi sistemine geri dönmek istemiyorlar. Bu aslında Avrupa için iyi bir haber çünkü Ukraynalılar kanlarıyla Avrupa’ya bağlılıklarını kanıtladılar. Ama ne yazık ki onlar yalnız kaldılar ve yeterince desteklenmediler.
Ben geçmişte bir asker olarak biliyorum ki, savaşta eninde sonunda asker sayısı, silah gücü ve hava desteği belirleyici olur. Cesaret ve zeka tek başına yeterli değildir. Ukrayna’nın direnişi, Avrupa ve ABD’nin desteğine bağlıydı. Eğer bu destek olmasaydı, Ukrayna çoktan düşerdi. Ancak yeni bir gerçek var: Trump, Ukrayna’ya önem vermiyor, çünkü Avrupa’ya da önem vermiyor. O, Batı’nın ortak değerlerini umursamıyor ve tamamen yeni bir dünya düzeni içinde hareket ediyor. Bu nedenle Putin’le anlaşmaya çalışacak.
Bana göre asıl mesele şu: Avrupa hala küresel oyunun bir parçası mı, yoksa oyundan tamamen çekildi mi? Avrupa ya Ukrayna’yı destekleyerek jeopolitik sahnede bir aktör olmaya devam edecek ya da geri çekilecek ve dünya, Avrupa’nın artık bir gücü olmadığını görecek. Eğer Avrupa Ukrayna’yı yalnız bırakırsa, herkes Avrupa’nın sona erdiğini söyleyecek.
Rûdaw: Siz daha büyük resmi görüyorsunuz ve Trump’ın bir gösterge olduğunu söylüyorsunuz. Eğer gerçekten yeni bir döneme girdiysek ve uluslar devlete geri dönüyorsa, Avrupa Birliği’nin geleceği nasıl olacak? Çünkü siz Avrupa’yı bir bütün olarak ele alıyorsunuz. Tüm Avrupa ülkelerinin ortak bir tutumu ve stratejisi var mı? Bu yeni dönüşüm sürecinde AB’nin geleceği ne olacak?
Pascal Ausseur: Bu çok önemli bir soru. Çünkü Avrupa uzayda değil; bu krizlerin ve değişimlerin tam merkezinde bulunuyor. Avrupa Birliği, küreselleşme döneminde ekonomik bir entegrasyon modeli olarak kuruldu. Avrupa’nın jeopolitik birliği üzerine fazla düşünülmedi çünkü Soğuk Savaş sonrası dünya düzeninde jeopolitik sorunların sona erdiğine inanılıyordu. Ancak bugün bölünmeler ve ulusal kimliklerin yükselişiyle yüzleşiyoruz. Avrupa Birliği de bu sürece uyum sağlamak zorunda.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa entegrasyonu, ekonomik yeniden inşa ihtiyacına dayanıyordu. Avrupa, Almanya ve Fransa arasında bir savaş çıkmamasını garanti altına almak için inşa edildi. Ben ailemde dört kuşak boyunca Almanya tarafından öldürülmemiş ilk kişiyim ve bu Avrupa için büyük bir başarıydı. Ancak bu siyasi ve zihinsel paradigma artık sürdürülemez hale geldi.
Bugün, kimlik sorunu yeniden gündemde ve bu sadece yüzeysel bir mesele değil, aksine temel bir konu. Avrupa’nın barış ve refah modeli, ulusal çıkarların dengelendiği bir sistemdi. Ancak küresel değişimler bu modeli tehdit ediyor. Yeni bir sistem kurmamız gerekiyor. Çünkü Avrupa, aşırı milliyetçiliğin, küreselleşmenin ve jeopolitik belirsizliğin kesiştiği bir noktada duruyor.
Bana göre Avrupa’nın önündeki soru şu: Avrupa hala büyük bir oyuncu mu, yoksa dünya sahnesinden çekilmeli mi? Eğer Avrupa, Ukrayna gibi konularda inisiyatif almazsa, dünya Avrupa’nın artık etkili olmadığını kabul edecek. Önümüzdeki 30 yıl içinde Avrupa’nın bu sorunu çözmesi gerekecek. Eğer çözemezse, küresel düzende etkisini kaybedecek.
Rûdaw: Ya NATO?
Pascal Ausseur: Bu iyi bir soru: NATO nedir? NATO, 1949'dan bu yana Avrupa'yı destekleyen, kendini savunmasına yardımcı olan Amerika Birleşik Devletleri'nin bir ittifakıdır. O dönemlerde Sovyetler Birliği vardı ve Ruslar Sovyetler Birliği'nin bir parçasıydı. O zamanlar ABD, Avrupa ile çok güçlü ilişkiler içindeydi ve bu mücadeleyi Avrupa'da jeopolitik bir mesele olarak görüyordu. Eğer 1950'lerde Sovyetler Birliği Batı Avrupa'yı kontrol etmeyi başarabilseydi, bu ABD için büyük bir jeopolitik kayıp olurdu.
Bugün durum farklı. Günümüzde bu mesele Asya'da, Tayvan, Japonya, Güney Kore ve Güneydoğu Asya'da yaşanıyor. Yani ABD için en önemli jeopolitik konu artık Avrupa değil, Asya'dır. Çünkü Rusya, ABD için doğrudan bir tehdit oluşturabilecek kadar güçlü değil. Bu, ABD'nin Avrupa'daki bir çatışmaya doğrudan dahil olmak istememesinin nedenlerinden biri. Ancak, Trump bu görüşü dile getiren ilk ABD başkanı değil. Bunu yıllardır biliyoruz. Bugün NATO'yu sorgulamak geçmişte olduğundan daha kolay. Avrupalılar kendi savunmalarını üstlenmeliler ve belki bir miktar ABD desteği alabilirler, ancak bu destek çok büyük olmayacaktır. Son on yıl boyunca sahip oldukları güvence artık geçerli değil.
Rûdaw: Sizce dünya değişiyor mu? Yeni bir dönem başlıyor mu? Ortadoğu'yu bu değişimin dışında tutamayız. Birinci Trump dönemi sırasında ABD, Ortadoğu'dan yavaşça çekilirken Rusya ve Güney Çin Denizi'ne daha fazla odaklandı. General McKenzie şöyle demişti: "Siyasetçilerin ve liderlerin nasıl düşündüğü önemli değil, Ortadoğu uluslararası çatışmaların merkezidir." Ortadoğu’nun geleceği bu bağlamda nasıl şekillenecek?
Pascal Ausseur: Ortadğu, tıpkı Avrupa gibi, dünya siyasetinde önemli bir konuma sahip. Ancak Ortadoğu'nun dünya üzerindeki etkisinin çoğu hidrokarbon kaynaklarından geliyor. Bu bölge Çin için çok önemli, çünkü Çin'in bu hidrokarbonlara ihtiyacı var. Avrupa için biraz daha az, ABD için ise çok daha önemsiz, çünkü ABD kendi petrol ve gazını üretebiliyor ve ihraç edebiliyor. Bu yüzden hidrokarbon meselesi ABD için bir sorun değil.
21. yüzyılın başlarında ABD için büyük bir öneme sahip olan terörizm meselesi artık eskisi kadar merkezi bir konu değil. İsrail hala ABD toplumunda önemli bir yere sahip, çünkü İsrail ile ABD arasındaki tarihî, kültürel ve stratejik bağlar güçlü. Ancak yıllar geçtikçe bu bağlar giderek zayıflıyor. Yeni nesil Amerikalılar, eskisine kıyasla İsrail ile daha mesafeli bir ilişki kuruyor.
ABD neden burada kalmaya devam edebilir? Sadece jeopolitik ve Çin’in bu bölgede tek başına hâkim olmasını engellemek için. Bu, Çin için ne kadar önemliyse ABD için de o kadar önemli. Ama eskisi gibi büyük bir çatışmaya girmeyecekler. Bush döneminde yaşanan Irak savaşı gibi büyük bir müdahale beklemiyorum. ABD, Ortadoğu'da varlığını sürdürecek ama çok daha temkinli bir şekilde.
Çin, yeni jeopolitik güç dengelerinin içine yeni yeni giriyor. Ana odağı Asya’dır çünkü Güney Çin Denizi ve Tayvan, Çin için stratejik öneme sahiptir. Tayvan, Pasifik Okyanusu'na açılan kapıdır ve deniz yollarının kontrolü açısından hayati öneme sahiptir. Çin, Tayvan'ı ve Asya’nın tamamını kontrol etmeyi kendi geleceği açısından belirleyici görüyor. Ancak Ortadoğu'daki petrol kaynaklarına da ihtiyacı var. Fakat ABD gibi doğrudan bir askeri müdahaleye girmek istemiyor. Yemen’de Husilerle veya Gazze ve Suriye meselelerinde bile sessiz kalıyorlar. Çin, çatışmalardan uzak durarak ekonomik gücünü korumak istiyor.
Rusya ise daha çok eski Sovyetler Birliği ülkelerine ve Doğu Avrupa’ya odaklanmış durumda. Zaman geçtikçe diğer bölgelerdeki etkisi azalacaktır. Avrupa da kendi sorunlarını çözmekle meşgul, bu yüzden Ortadoğu giderek yalnızlaşabilir ve büyük güçlerin etkisi dışında kalabilir.
Ortadoğu'daki büyük ulusal devletlere bakarsak, gerçekten güçlü ve etkili olan sadece dört ülke var: Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan.
Bu dört devlet, büyük ya da küçük olmalarına, iç sorunları olup olmamasına bakılmaksızın, derin bir ulusal bilinç ve stratejik vizyona sahipler. Bu yüzden bölgesel güç olarak hareket edebiliyorlar. Çevrelerindeki birçok ülke ise büyük potansiyele sahip olmalarına rağmen bir türlü güçlü devletler hâline gelemiyor. Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, Yemen ve Sudan gibi ülkeler bu kategoriye giriyor. Onlar, büyük kaynaklara ve nüfusa sahip olsalar da ulusal devlet anlayışlarını tam oturtamadıkları için güçlerini yeterince kullanamıyorlar. Avrupa’nın yaşadığı sorunların benzerlerini yaşıyorlar ve bu sorunları çözmek için çaba göstermeleri gerekiyor.
Sonuç olarak Orta Doğu için en büyük tehlike, bölgesel güçlerin kendi aralarındaki çatışmaların daha da derinleşmesidir. Çünkü bu ülkeler hem belirli hedeflere hem de bu hedefleri gerçekleştirecek araçlara sahipler. Bu yüzden Ortadoğu’da daha büyük krizler ortaya çıkabilir. Daha önce İran-İsrail çatışması Lübnan, Suriye ve hatta Irak’ta yaşandı. Benzer şekilde Türkiye-İran, İran-Suudi Arabistan veya Türkiye-Suudi Arabistan arasında da gerilimler yaşanabilir. Eğer bölgedeki güçlerin çıkarlarına ve kapasitelerine bakarsak, çok farklı senaryolar ortaya çıkabilir.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın