Gazeteci İsmail Saymaz, Türkiye'de 16 Nisan'da yapılacak olan anayasada değişiklik referandumunda hayır çıkma ihtimalinin daha yüksek olduğunu söyledi.
“Çözüm süreci”nin bir kez daha başlatılmasının olası görünmediğini söyleyen Saymaz, Oslo görüşmelerinin sızdırılmasıyla Fethullah Gülen Cemaat’ini işaret ederek, “Bakın işte bunlar Hakan Fidan ve ekibi, PKK ile ülkeyi bölecekler’mesajını verebilmekti amaçları” dedi.
Kürt meselesinin tarihiyle ilgili Saymaz, “Şeyh Sait İsyanı, hem Türkiye’nin egemen eliti tarafından hem de modernist anlamda aynı yöne doğru bakan sol hareket tarafından hep gerici, dinci, aşiret isyanı olmakla mahkum edildi” dedi.
Gazeteci İsmail Saymaz, Türkiye siyasetinin dünü - bugünü, Kürt sorununun geldiği nokta ve Nisan ayında gerçekleşecek referandum süreciyel ilgili Rûdaw’ın sorularını yanıtladı.
Kürt sorunu nedir? Tarihsel süreç içerisinde gelişimi nasıl gerçekleşmiştir?
Ben, Kürt sorununu gecikmiş bir uluslaşma sorunu olduğunu düşünüyorum. Yüzyıl başında Türkler’den önce Arnavutlar, Rumlar, Makedonlar, Bulgarlar, Araplar, Farisi topluluklar kısmen bağımsızlıklarına erişip kendi ulus devletlerini kurdukları halde aynı coğrafyadan sadece Kürtler kendi bağımsız yönetimlerini oluşturamadılar.
1950’ler de Afrika’da çok daha geç uluslaşma süreci yaşanırken, Kürtlerin sadece Mahabad deneyimi oldu. Bu deneyim de kısmi bir deneyimdir, buradan bir başarı elde edemediler. Yüzyıl sonunda, Kürtlerin çoğunluğunun yaşadığı Türkiye’de, bu araz açığa çıktı. Kürtlerin, yüzyıl önce aslında dünyanın hallettiği ya da küçük Asya topluluklarının hallettiği ulus-devlet projesi yeni bir biçimiyle açığa çıktı.
Geldiğimiz aşamada bugün halen daha biz ulus-devletleşememiş Kürt halkının çeşitli biçimlerde isyanlarıyla yüz yüzeyiz. Kürtlerin belirli olarak yaşadığı topraklarda oluşmuş devletler ve o devletlerin baskın halkları şunu kabullenmek istemiyor: İran, Irak, Suriye, Türkiye’de yaşamış olsalar da Kürtler, eninde sonunda bir halktırlar ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin yüzü, biraz Suriye’ye biraz İran’a biraz Irak’a bakar, onların da Türkiye’ye bakar. Dolayısıyla buradan aynı zamanda bir iç ülke olduğu realitesinin maalesef farkında değiller, bu devletler. Bu nasıl çözülecek bilmiyorum.
Türkiye tarihi içerisinde “Kürt Hareketi” iki dönemden oluşuyor diyebilir miyiz? Şeyh Said isyanı ve PKK dönemi hatta Osmanlı dönemine uzanan bir süreçten bahsedebiliriz sanırım. Sizce, geçmişten günümüze bu tarihsel sürecin siyasal ve toplumsal algı üzerindeki etkisi nedir?
Türkiye tarihi, Şeyh Sait öncesi Osmanlı’dan başlar. “Kürt Teavün Cemiyeti” dediğimiz 1908’den sonra aktif olan cemiyet, Kürtlerle dayanışma, Kürt kimliğinin yaşatılması, bu uğurda mücadele edilmesi anlamında kurulu bir dernekti.
Bu derneğin yöneticileri, Osmanlı’da Sayıştay Başkanı oldular, etkili ve en üst seviyede bir pozisyonları vardı. “Kürt Teavün Cemiyeti” 1920’lere kadar da mücadelesini yürüttü bu topraklarda.
Şeyh Sait İsyanına gelinen sürecin arka planında bu süreç vardır. Yani kökünü Osmanlı’dan alır. Şeyh Sait İsyanı, hem Türkiye’nin egemen eliti tarafından hem de modernist anlamda aynı yöne doğru bakan sol hareket tarafından hep gerici, dinci, aşiret isyanı olmakla mahkum edildi.
Bir istisna vardır: Hikmet Kıvılcımlı’nın “İhtiyat Kuvvet: Milliyet Şark” kitabında Kürt toplumunun, isyan ediş biçimin, bağımsızlaşmaya dönük bir isyan biçimi olduğu, çağının değerleri gereğince bir din adamı vasıtasıyla açığa çıkabileceğini tespit eden ilginç bir kitaptır.
Siz ne düşünüyorsunuz?
O tarihte, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Kuva-i Milliye Anadolu’da bu toprakların bağımsızlaşmasını sağlarken, şeyhler ve dervişlerin yardımını ihtiyaç duyduysa, onları referans aldıysa pekala Kürtler de kendi bağımsızlık taleplerini Şeyh Said üzerinden dile getirebilirler.
Oslo görüşmelerinin basına servis edilmesinin arka planında ne vardı? Çözüm sürecine etkileri ne olmuştur?
Oslo meselesi, bir manivela olarak kullanıldı FETÖ tarafından. Sayın Erdoğan, görüşen ... demişti. Görüşme kayıtlarını, KCK operasyonu kapsamında Gaziantep mi, Diyarbakır mı bir yerde buldular. “Bakın işte Kürtler bunu saklamış” diyerek dolaşıma soktular. Hatta hiç unutmuyorum, Dicle Haber Ajansı’na korsan bir yolla girerek duyurmuşlardı. FETÖ’nün, MİT’i ele geçirmesi gerekiyordu ve MİT’i ele geçirmesinin en önemli güzergahı Kürt sorunuydu: “Bakın işte bunlar Hakan Fidan ve ekibi, PKK ile ülkeyi bölecekler” mesajını verebilmekti amaçları.
7 Haziran’dan sonra Türkiye’de siyasal iklimde çok şey değişti. OHAL süreciyle birlikte HDP Eşbaşkanları ve vekilleri tutuklandı. Belediyelere kayyum atandı. Birçok Kürt kentinde yaşam neredeyse bitti. Tekrar normalleşme süreci mümkün mü?
HDP’nin aldığı oy sanırım PKK tarafından kendi uygulayacağı şiddetin bir gerekçesi kabul edildi. Sanki toplumsal bir onay ve rıza varmış gibi bunu kendi hesabına saydı. Bir diğer mesele ise hemen Kobani’de meydana gelen IŞİD’in yenildiği çatışmayı anladığımız kadarıyla bir kazanım sayarak, Türkiye’ye taşımak istedi.
Bu iki unsur birleşince PKK, zaten çözüm sürecinin askıya alınmasını gerekçe göstererek, Temmuz ayından itibaren tekrar terör eylemlerine başlama kararı aldığını açıkladı. 21 Temmuz’dan sonra şöyle bir seyir gelişti: Cizre’den, Nusaybin’e, Sur’ dan, Yüksekova’ya kadar hendek politikası adı verilen savunma politikası başlatıldı. Aynı zamanda bir dizi silahlı saldırı gerçekleştirildi. Gözle görülür biçimde şu gerçekleşti: Irak ve Suriye’de IŞİD’den kopyalanmış terör eylemlerini Türkiye’ye taşıdı. Bunlardan biri araçlı saldırılar, bir diğeri ise intihar eylemleri şeklinde gerçekleşti.
Anladığım kadarıyla PKK, bu süreçte Türkiye’de birkaç merkezde, Kobani türü alanlar yaratır mıyım şeklinde bir hedefle hareket etti. Bu süreç, Temmuz ayından birkaç ay öncesine kadar, belirli ilçelerde yoğunlaşan bir terör iklimini beraberinde getirdi.
Artık değil çözüm sürecine geri dönmek, 90’lı yılların başını andıran bir tabloya geri dönülmüş oldu. Ben, burada PKK’nın izlediği terör ve şiddet yöneliminin çözüm sürecini bütünüyle ortadan kaldıran üstelik bölgeyi yoğun bir şiddete davetiye çıkaran hale soktuğunu düşünüyorum. Şu karanlık tabloda geri dönüşün mümkün olup olmadığını tartışmak güç. Bir kere PKK, Kürt sorununda söz sahibi olan silahtır iddiası nedeniyle, HDP adeta devreden çıkarılmış oldu.
Devlet bütün bu terörleşmenin sorumlusu olarak, HDP’yi gördü. HDP’li vekillerin büyük bir bölümü cezaevine konuldu, HDP belediye başkanlarının yönettiği belediyelere kayyum atandı. Böylece HDP seçeneği devreden çıkarılmış oldu.
Bu durumda çözüm sürecine dönülse bile, muhatabın kim olacağı net değil. En mülayim HDP’liler bile Ahmet Türk, Sırrı Sakık cezaevine alındı. Eşbaşkanlar cezaevinde. İlk etapta zaten PKK devreden çıkarmıştı şimdi devlet devreden çıkarmış oldu. Dolayısıyla çözüm sürecine dönüş için bir vasıta kalmadı.
Nisan ayından gerçekleşecek olan referandumla ilgili değerlendirmeniz nedir? Kürtler sandığa gidecek mi? HDP’nin, “hayır” kampanyası seçmen kitlesi üzerinde etkili olacak mı?
Belirli bölgeler hariç, içsel göçün yaşandığı bölgeler hariç büyük oranda sandığa gidişin olacağını düşünüyorum. Referandum seçimden farklı, seçimdeki tavrı daha farklı olabilirdi. Örneğin AKP’ye büyük bir öfke, HDP’ye büyük bir kırgınlık var.
Bölgede büyük ölçüde hayır sonucunun çıkacağını düşünüyorum. Bölgede bildiğim kadarıyla hali hazırda Barzani’ye sempati duyan ve devletle bağı olan kimi aşiretler ya da eskiden beri var olan İslamcı Kürt hareket evet diyeceğini açıkladı. Büyük bir nüfus, bu sürecin sonunda AKP’nin getireceği referanduma hayır diyecek. HDP, kampanya yapsa da yapmasa da hayır der.
Başkan Mesud Barzani’nin Türkiye ziyaretini ve Kürdistan bayrağının İstanbul ve Ankara’da göndere çekilmesi üzerine oluşan bayrak tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mesud Barzani’nin hem içerde hem dışarda iki fonksiyonu var. Dışarıdaki fonksiyonu şu: Türkiye, doğusundaki ülkelerle kurduğu ilişkilerde çok mesafeli. Suriye, İran, Irak’la komşularıyla bağları çok zayıfladı. Burada Türkiye’nin sözünü dinletebildiği tek muhatap bir tek Barzani kaldı. Barzani’nin de esasen Irak girdabında sırtını yaslayabileceği ülke olarak bir tek Türkiye kaldı. Dolayısıyla bu ilişki Türkiye’nin doğusundaki ülkelerle ilişkisinde bir partner olarak Kürdistan yönetimini gördüğünü anlıyoruz.
İç ilişkilerde ise; kendi Kürt nüfusunu kontrol etme adına Barzani’nin referansının gerektiğini görüyor. Barzani, Türkiye’ye geldiğinde İstanbul ve Ankara’da IKYB bayrağının göndere çekilmiş olması, Türkiye devletinin kendi yurttaşına şunu demesi fırsat veriyor: Bizim esasen Kürtlerle, onların değer verdiği nesnelerle bir sorunumuz yok, bizim sorunumuz PKK ile.
Referandum sürecinde MHP ile girilecek ortaklığın, Kürtlerde yaratacağı fobiyi ortadan kaldırmak adına, Kürt seçmenini kaybetmemek adına atılmış bir hamle olarak görüldü. Bahçeli de bu hamle üzerine ya Barzani ya bize getirecek söyleme başvurdu.
Hemen her gün sahada gözlem yapan bir gazetecisiniz. Refenrandum sonuçlarıyla ilgili öngörünüz nedir?
Ben hali hazırda “hayır”ın çıkma ihtimalinin “evet”ten daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Bunu temenni değil, tahmin olarak söylüyorum. Çünkü AKP kendi kitlesini bile evet demeye ikna edemedi. MHP üçte iki oranında hayır tercihinde bulunacak. Merkez yönetiminin büyük bir kısmı evet diyecek ama büyük bir toplamı hayır diyecek.
Saadet Partisi hayır, diyeceğini açıkladı. Demokrat Parti bu görüşü tekrarladı. CHP, HDP, sosyalist kamuoyunun da hayır diyeceğini beyan ettiğini eklemek gerekiyor. Tüm bunlar hayır kamuoyunun daha bir renkli, daha çoğul, daha güçlü olduğuna işaret ediyor. Hiçbir ankette hayır yüzde 45’in altına düşemiyor bir türlü. Bubugüne kadar bütün referandumlar için en yüksek rakam. Ama bu 1 Kasım seçimleri öncesinde olduğu gibi terör eylemleri, bir provokasyonla evete yönelme ihtimalini içinde barındırıyor.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın