‘Kürt sanatının en büyük sorunu özgürlük’

Recep Çapan

 

İstanbul (Rûdaw) - İlk albümü olan ‘Lamekan’ı 2014 yılında piyasaya süren Serhat Ertuna, bu günlerde yeni bir albüm hazırlığı içerisinde. Uzun ve yoğun bir çalışmanın ürünü olan yeni albümün yılbaşında raflardaki yerini alması bekleniyor.

 

Sanat hayatına 1996 yılında İstanbul’da aldığı şan eğitimiyle başlayan Ertuna, 1999 yılında Diyarbakır Şehir Tiyatrosu bünyesinde oyuncu olarak teatral çalışmalarıyla devam etti. 2007 yılında ise Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) bünyesinde hem oyuncu hem de eğitmen olarak bu çalışmalarını sürdürdü.

 

Rûdaw’a konuşan Ertuna, Kürt müziğinin ve sanatının özgür bırakılması gerektiğini ve ancak bu şekilde ortaya konulan eserlerin kendi sınırlarını aşıp diğer toplumlar üzerinde etki yaratabileceğini belirtti.

 

Sanat hayatını iki kulvarda da devam ettiren Serhat Ertuna ile hem yeni albümü üzerine hem de kültür-sanat üzerine konuştuk.

 


Önce sizden başlayalım. Kimdir Serhat Ertuna?

 

Kendimi bildim bileli müzik ile iç içeyim ve içimde biriktirdiğim müzik yapma, şarkı söyleme duygusunu 1996 - 1998 arasında İstanbul’da aldığım şan eğitimiyle küçük de olsa dışa vurdum. Aynı yıllarda amatör sayılacak ‘Koma Strana Hêvî’ adlı grubu kurup deneyimimi biraz daha ileriye taşımış oldum. 1999 - 2006 yılları arasında ise Diyarbakır Şehir Tiyatrosu bünyesinde oyuncu olarak çalıştım. İki ayrı disiplin olsa da tiyatronun ve müziğin birbirini besleyen tarafları var. İkisi de sahne sanatıdır. Tiyatrodaki sahneleme ve seyirci ile buluşma deneyimi, önemli bir katkı sağladı müzisyen tarafıma. Tabi bu süre içinde müziğe ve tiyatroya dayalı olan farklı disiplinlerle de sahne çalışmalarım oldu.

 

2007 - 2012 de İstanbul Mezopotamya Kültür Merkezi bünyesinde çalışmalarını sürdüren ‘Teatra Jiyana Nû’ grubu çatısı altında teatral çalışmalara oyuncu ve eğitmen olarak devam ettim. Ayrıca Cavit Murtezaoğlu’dan şan dersleri aldım. MKM bünyesindeki müzisyenlerinin kolektif bir çalışması olan ve Baba Tahirê Hemedanî’nin beyitlerinden oluşan ‘Diwan-a Dubeyti’ adlı müzik projesinin yürütücülüğünü ve solistiliğini yaptım. 2014 yılında prodüktörlüğünü ve aranjesini Ayhan Evci’nin yaptığı ‘Lamekan’ adlı ilk solo cd-albümümü Almanya ve Türkiye’de çıkardım. Zürih Sanat Üniversitesi’nde (Zürich University of the Art) Sanat ve Medya okuyorum ve burada sanatsal çalışmalarıma devam etmekteyim.

 

Yeni albümünüz içeriği hakkında biraz bilgi verir misiniz?

 

Uzun ve yoğun bir süreçten sonra nihayet ikinci albümümü bitirmek üzereyiz, birkaç küçük detay dışında hazır sayılır. Albümde farklı ve yeni şeyler denedik. Benim için yeni olan birçok şey var, bu nedenle de albümün yeni yılda çıkması biraz da anlamını bulur diye düşünüyorum. Savaşlarla, kaosla geçirdiğimiz bir sürecin bitmesini, yeni yılda yeni bir sayfanın açılmasına dair bir armağan bir temenni gibi bu ikinci albüm.

 

İlkinde olduğu gibi bu albümün de aranjörlüğünü ve prodüktörlüğünü Ayhan Evci yaptı. Bir bölümü Alman ve bir bölümü Türkiyeli önemli sanatçılar ile çalıştık. Şarkıların çoğu bana ait fakat Ciwan Haco, Harun Ataman ve Roşna’dan da birer beste var. Albümdeki tüm şarkılar benim için özel, hepsinin kendine ait bir yapısı ve beni kendine bağlayan bir duygusu var. En önemlisi de hepsinin bende bir hikayesi var ve hayatımın bir kesitinin işlendiği şarkılar. Albüme almadığım bestelerim de var. Bu işin zor taraflarından biri de seçim yapmak durumunda kalmak.

 

Kural ve kaidelerle törpülenen, denetlenen sanat

 

 

İlk albümünüzde olduğu gibi ikinci albümünüzü de sürgünde yapıyorsunuz. Sürgünde sanat icra etmek sizi nasıl etkiliyor?

 

Evet ilk albümüm ‘Lamekan’ sürgünde oluşan bir projeydi. İçerik ve teması daha çok sürgünü anlatan bir işti. İkinci albümümü de yine burada çıkarıyorum ve tabi buradaki birikimlerimin dışavurumu olacak. Bana göre sürgünde sanat yapmanın en büyük zorluğu, köklerinden uzak olmak, orayı, oranın duygusunu bire bir yaşamadan, üretimini doğrudan toplumla buluşturamamaktır. Onun dışındaki şeyler daha çok tekniktir. Kaldı ki şu aşamada bulunduğum yerde sanat yapmam, Türkiye koşullarına göre çok daha kolay. En önemlisi fikir yasağı yok ve düşüncelerinizi eserlerinizde özgürce işleyebiliyorsunuz. Avrupa, her sanatsal üretimi bir değer olarak kabul ediyor ve destekliyor. Türkiye’de sınırlar ve yasaklar yumağının içinde kendinizi ne kadar sanatla ifade edebilirsiniz ki? Kural ve kaideler nedeniyle törpülediğiniz, kısıtladığınız sanatınızın yüzde ellisini icra edebiliyorsanız, bu bile bir başarıdır. Eserleriniz devlet, toplum, din ve örgütlerin denetimine ve kontrolüne maruz kalıyor. Çıkan sonucun ne kadarı size ait olabiliyor ki?


İlk albümünüzü dinlediğimizde tarzınızın müzik piyasasında alıştığımız tekdüzeliğin dışına çıktığını görüyoruz. Kendi tarzınızı ve müziğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ben işimi salt ticari kaygılara dayalı ya da popüler egoya kendimi kaptırarak yapmaya çalışmıyorum, benim için işin derinliği ve sanatsal tarafıdır asıl olan. Bu durum kendi içinde dezavantajları da barındırıyor tabi. Böyle yapmakla kontrol mekanizmasının sana sağladığı kolaylıklara da sırtını çevirmiş oluyorsun. Çünkü diğer seçenek daha kolay ve popüler kültürün tatminine kendini kaptırıp mutluluğunu da rahatlıkla yaşayabilirsin, tek derdin buysa tabii. Öte yandan klişenin dışına çıkmak, seni ötekine dönüştürüyor, öteki olmak, var olma hakkı olmayan demektir biraz da. Yine de içinde birazcık değişim ve dönüşüm, yenilenme duygusu taşıyan insanlar keşfedip buluyor seni ve bu tarafıdır seni mutlu eden. 20 yıldan fazladır hem katı bir şekilde eleştirip hem servis edenlerin paradoksuna maruz kalan ve bu nedenle müzik kulağı, zevki değişen, değiştirilen toplumun tamamının seni dinlemesini beklemek gerçekçi olmazdı zaten.

 

Tarza gelirsek, ben henüz bir kategorinin içine hapsetmiyorum yaptığım müziği. Daha çok deneysel ve günümüz Kürt çağdaş müziği diyebiliriz belki. Bir toplumun zevklerine sıkıştırıp, tüm dünyaya kapılarımı kapatmak istemediğim bir tarz. Bu, köklerinden uzak bir müzik yapmak istediğim anlamına da gelmesin. Dili, aidiyeti ve kültürü ne olursa olsun günümüze, bu çağa ayak uyduran her bireyin dinleyebileceği bir müzik yapmak istiyorum. Bununla kendi kimliğimi ve sanatımı farklı toplumlara tanıtmak, farkındalık yaratmak, istiyorum. Buna lobi de diyebiliriz. Geleneksel ve kültürel diye bize sunulan çoğu albümlerin ne Kürtlükle ne gelenekle ne de kültür ile alakası var. Maalesef desteklenen ve değer gören de daha çok bunlar oluyor ve bu da yine bir handikap olarak başucumuzda duruyor. Biraz propaganda biraz da gelenek sosu kattın mı en iyi şekilde servis edilirsin.

Tiyatro ve müzik, birbirini besleyen iki disiplin

 

 

Hem tiyatrocu hem de ses sanatçısısınız. Bu durum, sanatınızı icra etme noktasında sizin için bir artı veya bir eksiye sebep oluyor mu?

 

İkisi birbirini besliyor bana göre. İki disiplin iç içedir. Artılarını doğru kullandığınızda size ciddi bir derinlik ve deneyim sağlar. Sesini kullanamayan, şarkı söyleyemeyen bir oyuncu, eksik bir oyuncudur. Tiyatro aynı zamanda sese dayalı bir sanat dalı olduğu için şan, diyafram, nefes, ritim duygusu mutlak bir gerekliliktir. Cümlede her repliğin kendi içinde bir tonu, duygusu ve ritmi vardır. Aynı durum müzik için de geçerli. Müziğin, bestenin, melodinin içinde dramatik bir dizin vardır ve bunu doğru duyguda aktarmalısınız. Yine tonlamaya, hisse ve sunuma özen göstermeniz gerekiyor. Müzik sadece çalmak veya söylemek değildir. Her eser bir hikâye içerir, bu hikâyeyi seyirciye, dinleyiciye aktarmanız gerekiyor ve bunun icrası da teatraldir aynı zamanda.

 


Etkilendiğiniz ve size yön verdiğini düşündüğünüz müzisyenler var mı?

 

Var, birçok isim var. İsimlerini buraya sığdıramayacağım kadar. Çok önemli ve değerli Kürt müzisyenler var. Toplumumuzda isimleri çok ön planda olmasa da işlerini en iyi şekilde icra eden birçok sanatçımız var. Bunların üzerimde büyük etkileri oldu, olmaya devam ediyor. Aynı zamanda dünya müziğinde de etkilendiğim ve takip ettiğim çokça müzisyen var.

 

Kürt müziği ve sanatı özgür bırakılmalı

 

 

Kürt müziğinin gelişimini ve dünya sahnesindeki yerini nasıl buluyorsunuz?

 

Kürt müziğinin de dünya müziği platformlarında yer alması gerekiyor artık. Dünyada Kürt sanatının esamesi bile okunmuyor. Son yıllarda politik olarak Kürtler dünyada önemli bir platform oluşturdu. Dünya Kürtlere saygı duyuyor. Bunun sanatta da olması muazzam olurdu açıkçası. Mesela okuduğum üniversitede çoğu kez Kürtlere yönelik sanatsal üretimleri işliyoruz ders olarak. Film, fotoğraf vs… Fakat Avrupalıların Kürtler ile ilgili yaptığı eserler bunlar, bize ait eserler değil yani. Bir taraftan baktığınızda güzel fakat bir taraftan da acı. Çünkü dünya platformlarında konuşulacak tartışma yaratacak yeteri düzeyde sanatsal eserlerimiz yok. Bu da yukarda anlattığım nedenlere bağlı bana göre. Özgürlüğü en çok dillendiren ama en çok yasağı olan bir yapıdan geliyoruz. Kürt müziğinin ve sanatının özgür bırakılması gerekiyor. Ancak bu şekilde üretimler kendi sınırlarını aşar ve diğer toplumlar üzerinde etki yaratır, değer görür.

 

Bütün Kürtler Lamekan

 

 

Tekrar ilk albümünüz olan Lamekan’a dönmek istiyorum. Albüme ismini veren ‘Lamekan’ şarkısının içeriğinden bahsedebilir misiniz biraz?

 

Lamekan Ortadoğu dillerinin çoğunda aynı anlamı taşıyor. Her ne kadar günümüzde bazı dillerde modern çağa yenik düşmüş ve pek telaffuz edilmese bile anlamını koruyor. Lamekan; yersiz, yurtsuz, mekansız, gidecek yeri olmayan anlamına gelir. Tabi kendi içinde, mekân olma tercihini de vurguluyor. Yani bir vatan gereksinimi duymamak da aynı zamanda... Lamekan dörtlüğünün sözleri bin yıl önce yaşamış Baba Tahire Uryan’a ait ve günümüzde hala güncelliğini koruyor. Sanki bugün yazılmışlar gibi.

 

Bu isim ile iki şeyi vurgulamak istedim: Özelde kendi vatansızlığımı, ülkemi terk etmek zorunda kalmam ve Lamekan olmama, genelde ise Kürtlerin vatansızlığı, dört parçada vatansız sürgün Lamekan olanlara. Bu yüzden ilk albümdeki çoğu şarkı bu tema üzerine kurgulanmış.


Lamekan sözlerinde şair tanrıyla konuşuyor, biraz da isyan ediyor. Sözlerin alt metnine indiğimizde, tanrıyla konuşan, yakaran birini görüyoruz. Baba Tahir bunu tasavvufi bir şekilde beyit olarak yazmış ve ben de dramaturjik bir bağlantı kurarak farklı beyitleri bir araya getirdim. Şarkının bir bütünlük içinde yeni bir alt teması oluştu. Sözlerin alt metnini yorumlarsak; dünyada ki yıkımların sebebinin tanrıya dayandırdığını ve tanrının da hep ulaşılamaz (nerede olduğu bilinmeyen, yersiz yurtsuz, Lamekan) olduğunu, bu savaş, yıkım ve felaketlerin içinde bir gün tüm insanlığın elinden tutacağını (yani umut vaat ediyor) vurguluyor.

 

Bawerya min ew e tu sergerde yi

Ma qey ji vê gerê tu venagerî

 

Te girtine li ber min hemu riyan

Ma bi vê edeta xwe tu yê merd bî

 

Yezdanê ku cihê wî lamekan e

Sefabexşê cemalê gulvedan e

 

Yê ku şev ê rojê gel diparêze

Rojek wê ji destê her evdalî bigre...