Haber Merkezi - Yazar Lea Ypi, izole edilmiş Arnavutluk'un “dünyanın en iyi ülkesi” olduğuna inanarak büyüdü. Ancak 1990'ların başında rejim düştüğünde, (en azından kendi ailesi tarafından) aldatıldığını öğrendi. Gazeteci Sandra Stiskalo, son zamanlarda dikkatleri üzerine çeken; ebeveynlerin seçimlerini ve özgürlüğün gerçekte ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışan yazarla görüştü.
Sene 1985'ti Lea Ypi altı yaşındaydı ve çok üzgündü. Gün, Enver Hoca'nın öldüğü gündü. Büyükanne Nini bir börek pişirmişti ve bu böreği lirik bir şekilde anlatıyordu. Ypi, büyükannesinin böyle bir günde yemek düşünmesini merak ediyor ve bir türlü anlam veremiyordu.
“Enver Amca” artık gitmişti, onunla tanışma hayali asla gerçekleşmeyecekti ama en azından portresini kitaplarından birinden kesip çerçeveletebilirdi. Nini, enfes böreği tatması konusunda onu daha fazla zorlamadı, ama iş portreye gelince, kararlıydı. "Bu ailede, kitapları vandalize etme alışkanlığı yoktur'' dedi.
“Meraklı ama aynı zamanda uysal ve kararlı bir çocuktum. Doğru olanı yapmak ve görevlerimi ya da görev olarak addedilen şeyleri yerine getirmek istiyordum. Hâlâ da öyleyim, hayat; beni en çok meşgul eden felsefi teoriler, insani yükümlülükler ve sorumluluklara odaklandırıyor.”
Lea Ypi bir siyaset teorisi profesörü ve (annesini üzecek şekilde) dersler veriyor, çünkü annesi; insanların nasıl hâlâ proletarya ve sınıf mücadelesiyle ilgilenebileceğini ve kızının, London School of Economics'te Marx ve Machiavelli'yi anlatan dersler vermesine bir türlü anlam veremiyor.
Ypi, röportaj sırasında Hamburg'da ve kısa bir süre sonra Tiran'a geçecek ve herkesin korkulu rüyası olan güvenlik servisi Sigurimi'nin arşivlerine, yakında çıkacak kitabı için bazı belgeleri okumak üzere girecek. Ancak bu röportajın konusu o değil.
Lea Ypi ve kocası 2020 kışında üç çocuğu ile Berlin'de yaşıyordu, bir araştırma bursu almıştı; liberal ve sosyalist felsefi geleneklerdeki özgürlük kavramı hakkında bir kitap yazmayı amaçlamıştı. Ardından salgın geldi; okullar, kafeler, kütüphaneler kapatıldı ve oyun alanları kordon altına alındı. Çocuklar onun üzerine ve neredeyse "duvarlara tırmanır" hale gelmişti.
Lea Ypi ve kocası, onun kendisine yazma fırsatı yaratması için, daireyi terk ediyormuş gibi yapmasını ve bir giysi dolabına saklanması gerektiğine karar verdiler.
“Böylece, hareket özgürlüğü ve başka insanlarla görüşme hakkı birdenbire askıya alındı. Belki de enfeksiyonu kontrol edebilme amacıyla bu gerekliydi, ancak tartışmaların ne kadar 'evcil' hale geldiği konusunda hayli kafam karışmıştı.”
Aslında, kısıtlamalara karşı farklı argümanlar olsa da; insan özgürlüğü ve medeni haklar üzerindeki bu inanılmaz sınırlamalara şiddetle karşı çıkanlar sadece bireyci özgürlükçülerdi ve bu durum demokrasiye çok pahalıya mal oldu.
Gardıropta olmak nasıl bir histi?
“Özgürlük ve özgürlüksüzlüğün fikirden başka bir şey olarak düşünmeye başladım, aklıma çocukluğumdan kesitler ve olaylar geldi. Özgürlüksüzlük, bir killerde veya izole bir komünist ülkede kilitli kalmak gibi çok somut bir şey olabilir gibisinden... “
Ypi böylece akademik metni bir kenara bırakarak daha kişisel bir metin yazmaya başladı. Geçen yıl Kasım ayında anılarını "Azade, Büyük Britanya'da tarihin bitiminde büyümek'' adıyla yayınladı, büyük beğeniler aldı ve kitabı 20'den fazla dile çevrilme sürecinde. Yazar bazı bölümlerde Stalinizmin son karakolu olarak adlandırılan ülkedeki liman kenti Durrës'teki çocukluğunu ve gençliğini anlatıyor.
Enver Hoca, Alman işgali sırasında Arnavut partizanların direnişine önderlik etmiş ve İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ülkenin devlet başkanı olmuştur. Arnavutluk, ilk bakışta birkaç komünist ülkeden biriydi, ancak 40'ların sonunda, Hoca Tito'nun Stalin ile olan ayrılığı nedeniyle komşu Yugoslavya ile temasını kesmişti. Kruşçev de (Stalinizden arınmaya) başladığında, Sovyetler Birliği ve bir süre sonra Çin ile de diplomatik ilişkiler koptu. Arnavutluk artık tamamen dünyadan kopuk bir ülke haline geldi.
"Güçlü düşmanlarla çevriliydik ama tarihin doğru tarafında olduğumuzu biliyorduk." Kitapta konuşan çocuk Lea Ypi'dir ve bu sözleri ahlak eğitimi derslerinde duymuştur. Orada ayrıca Arnavut quisling'ini (Qusling: Norveç ile Almanya savaş halindeyken sempati duyduğu Nazi yönetimine katılarak kendi vatanına ihanet eden isim) ve eski Başbakan Cafer Ypi'yi de o zaman öğrendi.
Bunları çoğu zaman hayranlıkla dinliyordu, ama sınıf düşmanı - bir hain - ile aynı adı paylaşmak, ebeveynlerin önünde nefret edici bir işkence halini alıyordu. Bir ara, konuşma beklenmedik bir yere evrilmeye başladığında annesi, "onlara Ypi'nin yanlış bir şey yapmadığını söyle" diye çıkıştı.
“Bunun dışında, ailem komünist dönemde Arnavut siyasetinden hiç bahsetmezdi ama "arka plan" hakkında çok konuşurlardı. İnsanları iyi ve kötü geçmişlerine göre ayırdılar ve nasıl tanıştıkları sorulduğunda kısa cevap "arka plan" olurdu. Bu, o zamanlar anlamadığım kodlanmış bir dildi. Bu şekilde hayatımın ilk on bir yılını bir tür gizem içinde yaşadım” diyor Lea Ypi.
1990'da her şey değişti. Marketlerdeki raflar boştu. İnsanlar – ya da ilk adlarıyla – “holiganlar” "Demokrasi! Özgürlük!" diyerek heykelleri devirdi ve yabancı elçiliklerde barikat kurdu.
Gösteriler yarım yıl sürmüştü. Politbüro başkanı bir gün televizyona çıktı ve siyasi çoğulculuğun artık cezalandırılamayacağını duyurdu. Sonra Lea Ypi'nin ailesi gerçeği ortaya çıkardı. Ülke bir hapishaneye dönmüştü, oy verdikleri partiye asla güvenmemişlerdi, ediyor gibi davranarak rol yapmışlardı, Lea Ypi ise her şeye inanmıştı.
“Komünizm kurbanı bir aileye ait olduğumu öğrendim”
“Komünizmin iyi olduğuna ve insanı özgürlüğe götürdüğüne inandım, şimdi komünizm kurbanı bir aileye ait olduğumu öğrendim. Büyükannem ve büyükbabam, burjuvazinin ve aristokrasinin ayrıcalıklarından yararlanmışlardı ve bu nedenle hapsedilmişlerdi. Soyadı talihsiz bir tesadüf değildi, Cafer Ypi benim büyük dedemdi ve yeni bir dile ihtiyacım vardı.”
Nasıl hallettin?
“Kafam karışmıştı. Ama hayal kırıklığına uğramaya hakkım yoktu, ergenlik yıllarımda bana sık sık söylendi. Belki de tüm Arnavut nesliyle paylaştığım bir deneyimdir, sonuçta, ebeveynlerimizin yoksun olduğu fırsatlar bize verildi ve bu nedenle minnettar olmamız bekleniyordu. Hayal kırıklığı ve kızgınlıklar onlara aitti.”
Başkaları daha kötü oldu diye kendinizi kötü hissetmenize izin verilmedi mi?
“Yani, öyle de diyebilirsin ve sonra benlik ve kendi psikolojimin dışında cevaplar aramaya başladım. Ailem için komünizm özgürlüksüzlüktü ama o sistem çöktüğünde benim için farklı bir özgürlüksüzlük ortaya çıktı. Bu yüzden ben de yeni dünyayı eleştirdim.”
"Azade, Büyük Britanya'da tarihin bitiminde büyümek'' kitabını okuyanlar için, Lea Ypi'nin kendi siyasi eleştirisini aramak pek kolay değil. Bu kasıtlı olarak böyledir, anılar bir çocuğun bakış açısından yazılmış. Çocuk Lea bir dinleyici ve gözlemcidir ve bu nedenle herşey biraz kaçamaklı, fikirleri ortaya çıkaran diğerleridir, haliyle de çelişkilidir.
“Özgürlük hakkında bir kitap yazacaksanız, okuyucuya kendi sonuçlarını çıkarma özgürlüğü vermelisiniz. Kitabın dünyayı ve özgürlüğü taban tabana farklı yorumlayabileceğinizi ve yine de anlamlı alışverişler yapabileceğinizi göstermesini istedim. Ailem buna iyi bir örnektir. Her konuda anlaşamadılar ama birbirlerini sevmeye devam ettiler.
Aile tartışmaları hemen hemen her şeyi kapsayabiliyor; yemek artıklarının ne kadar süre yenilebilir olduğu, bebeklerin ağlayarak uyuduğunda daha iyi uyuyup uyumadıkları, filmler ve tabii ki politika ve para. “
Lea Ypi'nin kitabının ikinci bölümü komünizmden sonra gelen yaşamı ve toplumu ele alıyor. Yaklaşık bir yıl içinde genel kanı, eski planlı ekonominin tamamen modasının geçtiği yönündeydi. Batı demokrasilerinin yaşam standardını yakalamak için Arnavut ekonomisi yabancı yatırımcılara açıldı, devlet işletmeleri özelleştirildi, sübvansiyonlar kaldırıldı ve birçok insan işsiz kaldı. Bu bir şok tedavisiydi. Lea Ypi'nin ailesi buna farklı tepkiler verdi.
“Aileye ait ancak devlet tarafından el konulan mülkleri ve işyerlerini geri alma çabası”
90'lı yılların ilk yıllarında annesinin hayatı arşivlerde ve mahkemelerde geçmiş, savaştan önce aileye ait olan ancak devlet tarafından el konulan mülkleri ve işyerlerini geri alma çabalarına odaklıydı. Ona göre özgürlük, mülkiyet hakkı, girişimcilik ve ticari etkinliklere bağlıydı. Bununla birlikte, baba Ypi'nin dünyasında para daha çok bir yüktü, özgürleşmenin önünde bir engeldi. Ona göre özgürlük; baskının yokluğundan başka bir şey değildi.
“Yaşlandıkça, ailemin özgürlüğünün yıkıcı ve olumsuz sonuçları daha net ortaya çıktı. İnsanların kaynaklara ve desteğe ihtiyacı var. Örneğin ifade özgürlüğü, eğitim ve bilgiden yoksun biri için çok soyut hale gelir. Ama bu konularda beni en çok etkileyen kişi büyükannem Nini oldu.”
Komünist yıllarda bakkalarda uzun kuyruklar için yazılı olmayan bir takım düzenlemeler ortaya çıkmıştı. Buna göre, bir torba ya da su bidonu koyarak sıradaki yerinizi koruyabilirdiniz, ancak bu eşyalar, sadece teslimat minibüsü dükkana gelene kadar ikame olarak kabul ediliyordu.
"Önce ahlak, sonra yemek"
Kuyrukların çok uzun olduğu zamanlar ve nerdeyse satın alınacak hiçbir şey olmadığında, kuyruk sistemi çöküp gürültülü kopabiliyordu. Büyükanne Nini, buna karşılık olarak şu sözlerle yanıt verirdi: "Önce ahlak, sonra yemek".
Eğitimli bir kadındı, birkaç dil biliyordu ve Bertolt Brecht'in "Üç Kuruşluk Operası"nı iyi biliyordu ama analizine tam tamına katılmıyordu. Alıntının sırasını değiştirmesi tesadüf değil bilinçli tercihiydi.
“Çok ahlaklıydı, her insanda maddi koşulların üzerinde olan bir şey, bir haysiyet olduğuna inanıyordu. Bu bakımdan bir idealistti.”
Onun görüşünü paylaşır mısın?
“Ben daha diyalektiğim. Maddi koşullar asla göz ardı edilemez, ancak dünya önceden belirlenmiş değildir, özgür irade de vardır. Bu nedenle daha çok edebi yazmak istedim. Çünkü idealizm ve materyalizmin aynı anda var olduğunu inandırıcı bir şekilde gösterebilecek olan yalnızca edebiyat ve yaşamdır.”
Ve saygınlık?
“Büyükannem için içsel ve bireysel bir şeydi. Aksine, bunu şu anda içinde yaşadığım Batı toplumunun toplumsal eleştirisinin temeli olarak görüyorum. Ahlaki konumlar yokken çıkar çatışmaları ve güç hakimdir.”
"Annem beni terk ettiği için uzun zamandır kırgın ve kızgınım"
Komünizmin çöküşünden sonra ilk serbest seçimler 1992'de yapıldı, ancak parlamenter demokrasi kırılgandı ve devam eden oy sahtekarlığı iddiaları vardı. Çok geçmeden Arnavut nüfusunun büyük bir bölümünün birikimlerini elinde bulundurduğu yeni başlayan yatırım fonlarının elek gibi sızıp çöktüğü de ortaya çıktı. İnsanlar çileden çıktı, birçoğu İtalya'ya gitmeye çalıştı, diğerleri polisle çıkan çatışmalarda öldü. Ülke bir iç savaşın eşiğindeydi.
Lea Ypi bu kaotik zamanı anında sıkı, günlükler şeklindeki notlarla yeniden üretiyor.
13 Mart 1997 akşamı, yatak odasından makineli tüfeklerin ve helikopterlerin gürültüsü duyuluyordu. Annesi o sabah ağabeyi Lani ile sahile gitmişti ama eve dönmemişti. Lea gözyaşlarına engel olamadı. Büyükanne Nini uyumasına yardımcı olması için sakinleştirici verdi.
Birkaç gün sonra anne, İtalya'nın kıyı kenti Bari'deki bir mülteci kampından aradı. İsyanlar tırmandığında limandaydı, orada duran vapuru gördü ve öylece bindi. Çocuklarından en az birini kurtarmak istediğini söyledi.
Lea Ypi, babası ve büyükannesi Nini ile Dıraç'ta kaldı. Şiddet ve kaos sonunda yatıştı, ancak Lea Ypi'nin annesi bir süre daha İtalya'da kaldı.
“Beni terk ettiği için uzun zamandır kırgın ve kızgınım. Kendimi terk edilmiş hissettim, evet, o aslında beni terk etti ve ben bunu affetmekte çok zorlandım. Ama kitabı yazmakla bağlantılı olarak, onu yeniden değerlendirmeye de vardım. Sanırım şimdi annem ve ebeveynliğin imkansız tavizleri hakkında daha fazla şey anlıyorum. Annemin beklenmedik kaçışı Ebeveynlerimin evliliğinde derin bir krize yol açtı, ancak birkaç yıl sonra Arnavutluk'ta uzlaştılar ve evli kaldılar.”
Lea Ypi okuldan ayrıldıktan sonra felsefe okumak için İtalya'ya taşındı ve daha sonra kozmopolitlik üzerine bir tez yazdı.
Şimdi ailesi ile Londra'da yaşıyor, ancak daimi bir evi olduğundan emin değil, kelimenin tam anlamıyla değil.
“Gerçekten bir yere ait olduğumu hissetmiyorum, bu belki de en çok dilsel düzeyde fark edilir. İngilizce benim ana dilim değil, duygusal olarak tamamen kök salmış değilim. Aynı zamanda, ülkeyi terk edeli çok uzun zaman olduğu için Arnavutluğumun bir kısmını da kaybettim.”
Çocukluğunuzla ilgili en iyi şey neydi?
“ Aidiyet ve birliktelik. Bir komşuya -ya da gerçekten herhangi bir yabancıya- gidip yardım istemek ya da sadece konuşmak çok kolaydı. Koşullara rağmen dayanışma diyebilirsiniz. Çocuklarımın benden farklı olarak şu anda Londra'da seçme özgürlüğü var, hayatları düzenleniyor. Sürekli olarak ne yapacakları söyleniyor ve her şeyin bir planı programı var.
Tabii ki, çocuklarımın benden daha fazla seçeneği var ama benimde çevreyi ve diğer insanları kendi başıma keşfetme fırsatım ve zamanım oldu.”
Röportaj: Sandra Stiskalo
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın